CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 16 Nisan’da yapılacak referanduma ilişkin olarak temel meselenin anayasadan önce demokrasi meselesi olduğunu ifade eden Tanrıkulu, “Türkiye’nin ihtiyacı sistem değişikliği değil, içeride ve dışarıda barışı sağlamaktır” dedi.
Bas gazetesinden Rabia Çetin’in sorularını yanıtlayan Tanırkulu’nun açıklamalarının bir kısmı şöyle:
OHAL’de referanduma nasıl gidilecek?
Anayasa gibi toplumsal bir mutabakatın en yüksek seviyede olduğu bir metin yapılamaz. Parlamentoda belki yapılabilir ama demokratik olmaz. Bu Anayasa, OHAL koşullarında parlamentoda ve genel kurulda tartışıldı. Şimdi önümüzde 2 aylık bir süreçte bütün Türkiye’de tartışılacak. OHAL yönetimi Anayasa uyarınca temel hak ve özgürlükler, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü askıya alınıyor. Seçim ve referandum gibi yurttaş tercihlerinin ortaya çıkacağı süreçlerin, ifade, düşünce, örgütlenme özgürlüğünün en üst seviyede olduğu ortamlarda yapılması lazım. Sonuçta siyasi partilerin kendi görüşlerini anlatacağı demokratik imkanlara sahip olması lazım. Ortam değilse, süreç de demokratik olmaz. Dolayısıyla bu ortamda Anayasa değişikliğinden çok daha fazlasını ifade eden bu referandum demokratik değildir. Şimdiye kadar Anayasa 18 kez değiştirildi. Bu 19. değişikliktir. 2010 değişikliği dışında tümü Meclis’teki mutabakatla ortaya çıkmıştı. Bunda ise bir Anayasa değişikliğinden ziyade bir rejim değişikliği var ancak parlamentoda mutabakat yok. OHAL var, toplumun kutuplaştığı ortamda bu referandum yapılmaya çalışılıyor. Serbest seçim hakkı sadece oyların verildiği ve sayıldığı gün değildir. Bütün süreçlerin adil olmasını gerektirir. Bütün süreç, bütün partiler için adil değilse seçim de dürüst değildir. Dolayısıyla 16 Nisan’dan ziyade süreç de dürüst değil.
Anayasa değişikliği teklifi komisyonda da Meclis’te de tartışıldı. Muhalefet bu teklife karşı çıkıyor. Sizce muhalefet bu süreçte gerçekten üstüne düşeni yapabildi mi?
Tabi ki. Sonuçta parlamentodaki işlemler iç tüzük çerçevesinde, temel muhalefet hakkını kullanmakla ilgilidir. Muhataplarınızın da bu iç tüzük kurallarına uymasıyla ancak demokratik olabilir. Ama hem Anayasa Komisyonu’nda hem Meclis’te bu süreçler maalesef demokratik bir şekilde işlemedi. 4 Meclis Başkan Vekili var, 2’si AKP’den 1’i CHP, 1’i de HDP’den. Ancak Genel Kurul’daki süreç 2 hafta sürerken, bu sürede AKP’li başkan vekilleri yönetici oldu. Bu bile garip değil mi? Ayrıca en temel kural şudur; Anayasa oylamaları sırasında partiler bağlayıcı kararlar alamazlar ve oylama gizli yapılır. Ama tartışma ve oylama biçimi demokratik olmadı. Oylama alelacele 12-13 günde bitti. Ama 11 gün boyunca Meclis Başkanlığı’nda bekletildi, Cumhurbaşkanı’na gönderilmedi. Madem 11 gün bekletilecekti niye bizi sabah 5’lere kadar bizi orada beklettiniz. Temel haklara aykırı, uykusuz bir şekilde çalıştırdınız. Madem 11 gün boyunca bekletilecekti tartışmayı daha medeni bir şekilde yapsaydık.
Sizce neden o kadar bekletildi?
Meclis Başkanlığı’nın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim takvimine alet olmasından dolayı. Bu da başka bir utanç verici bir durumdur. Görüşmeleri bir tasarıyı yazım kuralları uyarınca inceler, en geç 1 gün içerisinde gönderir. Bunun orada bekletilmesinin nedeni 16 Nisan’ı kendi kafalarında tasarladıkları için AKP’nin aldığı takvime göre beklettiler. Bu da Meclis Başkanlığı’nın tarafsızlığına gölge düşürür.
Meclis Başkanlığı’nda bir tarafsızlık olduğuna inanıyor musunuz?
Öyle de bazı şeyleri insanın gözünün içine bakarak yapmasınlar bari.
“Getirmek istedikleri sistem ‘ucube’ bir sistemdir!”
Bu süreçte mesele gerçekten ‘Evet’ ‘Hayır’ meselesi mi? Yani ‘Evet’ çıkarsa Türkiye’yi ne bekliyor?
Tabi ‘Evet’ ‘Hayır’ meselesi değil. Bu mesele demokrasinin, çoğulculuğun, parlamenter sistemin ortadan kalkmasıdır. Parlamenter rejim eksik, yanlış anlama en azından bir çoğulculuğu ifade ediyor. Bugün önerdikleri sistem ise tek adam yönetimine yasamayı, yürütmeyi, yargıyı yani devletin bütün kurumlarını bağlayan bir yönetim. Ve buna da ‘Türk tipi’ deniliyor. Uluslararası siyasal literatürde yönetim şekillerinin adları vardır. Başkanlık, yarı başkanlık, monarşi gibi. Şimdi önerdikleri sistemi bir yere oturtamadıkları için başına Türk tipi dediler. Bu sistem dünyada örneği olmayan ucube bir sistem. Bir siyasal partinin kendi ajandasına ve kendi ihtiyaçlarına, o siyasal partinin kurucusunun geleceğine yönelik bir şey kurgulandı. Ve buna Türk tipi dediler. Aslında bakarsanız böyle ucube, berbat, yanlış bir sistemin başına Türk kelimesini koymak Türklüğü aşağılamaktır aslında. Başka bir ad bulsunlar bari Türk koymasınlar. Bunu da ben Sezgin Tanrıkulu olarak söylüyorum.
CHP’nin en çok karşı çıktığı şeyi ‘Parlamenter sistem gidecek, Meclis feshedilecek’ şeklinde formüle edebiliriz. Zaten iktidar parlamentoda her istediğini yapmıyor mu ki CHP buna karşı çıkıyor?
Zaten 15 yıldır her istediklerini yaptılar parlamentoda. Her yasayı çıkardılar, her metni onaydan geçirdiler. Hatta hiçbir uzlaşma aramadan yaptılar bunu. Bu noktada olmalarının nedeni parlamenter rejimi itibarsız hale getirdiler. Çok partili sistemi kendilerine ayak bağı olarak gördüler. Kusuru kendilerinde arayacaklarına parlamenter sistemi kusurlu gösterip, ‘Bakın bunlar Türkiye’yi yönetilemez hale getiriyor’ deyip, tek adam rejimini Türkiye’ye dayatmaya çalışıyorlar. Parlamenter sistemi iyileştireceklerine, çoğulculuğu esas hale getireceklerine 15 Temmuz’un yarattığı darbe ortamını fırsata çevirerek, baştan beri amaçladıkları ajandalarını hayata geçirmeye çalışıyorlar. Ve bunu 15 Temmuz’un yarattığı ortamı kullanarak yapıyorlar. Cumhurbaşkanı da demişti ‘’Bu darbe girişimi bizim için Allah’ın lütfüdür.’’ Bu lütuf 2 şekilde anlaşılabilirdi; ‘Evet, kendimize gelelim. Sistemi demokratikleştirip darbe ortamlarını ortadan kaldıralım’ olabilirdi. Ama böyle bir gelenek ve anlayışları yok. İkinci şık ise kendi otoriter sistemlerini güçlendirmekti. Nitekim bu yola OHAL’i ilan ederek başladılar. Ve nitekim OHAL’i ilan etmeleri AKP’nin demokrasiye darbesidir aslında. KHK’lerle parlamentoyu devre dışı bıraktılar. Medyayı susturdular, el koydular, muhalifleri susturdular.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Haziran 2015’te Rize’de “Türkiye’de sistem fiili olarak değişmiştir” diyerek sistem değişikliğinin sinyallerini zaten vermişti ama…
Darbe mutlak olarak asker tarafından yapılmaz. Eğer siz Anayasa’ya rağmen mevcut Anayasa’ya rağmen “Ben bu Anayasa’ya uymam” derseniz bu demokrasiye darbe olur. Bunun için kimsenin elinde silah olmasına gerek yok. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Sayın Erdoğan, bu Anayasa kalıplarına uymayacağını ifade ederek Anayasa dışında davranmıştır. Aradan geçen 2 yıldan sonra kendi tutumunu anayasal hale getirmeye çalışıyor. O nedenle Türk tipi rejim deniyor ya.
CHP, neden ‘Hayır’ dediğini halka anlatabilecek mi peki?
Tabi ki anlatıyoruz. Ama bizim tek dezavantajımız medya olanaklarından yoksun olmamız. Bunun iki nedeni var; OHAL koşulları ve medyanın orantısız bir şekilde devlet ve hükümet tekeline dönüşmüş olması. Sadece Ocak ayında 87 kişi ‘Hayır’ dediği için kovuşturmaya uğradı. Son 3 aydır, OHAL, darbe girişiminin yarattığı ortam, kutuplaşma, içerideki ve dışarıdaki savaş ortamında bugünün konusu olmayan Anayasa değişikliği, rejim değişikliği konuşuluyor. Türkiye’nin odaklanması gereken mesele içeride ve dışarıda barışı yakalamak olmalıydı. OHAL koşullarını ortadan kaldırmak olmalıydı. Muhalefetle birlikte demokrasi ve barışa odaklı bir siyaset olmalıydı. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tercihi bu olmadı maalesef. Biz bunu yaklaşık darbe girişiminden hemen sonra hem darbeye karşı çıkarak hem de bu hükümetin uyguladığı büyük yıkım politikalarına karşı çıkmaya çalışarak anlatmaya çalışıyoruz. Her zamankinden daha çok CHP’nin dili toplumun diliyle örtüşmüş durumda. Biz Anayasa değişikliğini doğru bulmazken CHP’ye oy istemiyoruz. CHP için değil Türkiye’nin geleceği, toplumumuzun yeniden bir arada yaşaması, toplumsal barış, çoğulculuk ve demokrasi için istiyoruz. Dolayısıyla bu bir seçimden farklı. Ama bu ‘Evet’ ve ‘Hayır’a odaklanan bir referandum. Şartlarımız eşit ve adil değil. Ama biz bunu bir seçimden daha çok iyi anlattığımızın kanısındayız. Bu siyasi partilerin seçimi değil. Türkiye’deki bütün yurttaşların ortak geleceğiyle ilgili bir seçim. Bunu tam da kaos içerisinde yapmaya çalışıyorlar. Erdoğan’a ve AKP’ye güven duyan insanların ‘Bir dakika dur’ demesi lazım.
Sandıktan ‘Evet’ çıkarsa CHP dahası muhalefet o zaman ne yapacak?
Biz ‘Evet’ çıkacak ihtimaline göre siyaset yapmıyoruz. ‘Evet’ çıkmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Yani siyaset önümüzdeki duruma göre yapılır.
Bir de ‘Hayır’ diyenlerin özellikle de CHP’lilerin FETÖ ve PKK çizgisinde olduğu yönündeki yorumlar var…
Eğer eskiden bunu söyleyen Başbakan, Adalet Bakanı, Cumhurbaşkanı olsaydı ‘Terör örgütü propagandası yapmak’tan yargılanırdı. Terör örgütlerinin ne dediklerini nereden biliyorlar? Ayrıca düne kadar kendileri ittifak ve koalisyon içerisinde işbirliği yapıyordu. Böyle kanlı bir ortam içerisinde meseleyi buna indirgemeleri Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendi iddialarının ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. Mesele Anayasayı konuşmaktır. Şimdi bizim de ‘’IŞİD de bunlar da ‘Evet’ diyor’’ desek ahlaki midir? Kendi tezlerini ortaya koymaları gerekiyor. Bunu bir yere bağlamak acizliktir.
Türkiye’nin tam olarak ihtiyacı nedir; Anayasa değişikliği mi, sistem değişikliği mi?
Türkiye’nin her şeyden önce kendi barışını sağlamaya ihtiyacı var. OHAL var, normal bir dönemde kendi ordusundan gelen bir darbeyle karşı karşıya kalmış Türkiye. Bunu yenmek varken, Adalet ve Kalkınma Partisi bütün imkanları kendi geleceğine odakladı. Yurttaşlarımızın barışına değil. Yoksa Türkiye’nin demokrasinin, Anayasa’nın birçok eksikliği var. Mevcut Anayasa darbe Anayasasıdır. Tüm maddeleri doğru olsa bile Anayasa’nın siviller tarafından yazılması lazım. Mesele Anayasa’dan önce demokrasi meselesidir.
Anayasa değişikliği teklifi AK Parti ve MHP ortaklığıyla Meclis’e geldi ve geçti. Bugün HDP ve CHP ise ‘Hayır’da buluşuyor. CHP ve HDP’nin bu ortak zeminde çalışma imkanı var mı?
Bu soru bile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yarattığı ortama işaret ediyor. Her siyaset partisinin kendisine göre farklı nedenlerle bu sisteme karşı çıkar. Mutlaka CHP ve HDP’yi yan yana göstermeye gerek yok. Yani mutlaka cepheleşme politikası doğru değil. HDP ayrı bir parti, CHP ayrı bir parti. Herkes kendi cephesinden bu sisteme karşı çıkıyor. Beraber olmak zorunda değiliz. Yanlışa herkes kendine göre çıkar.