CHP Genel Başkan Yardımcısı ve TBMM Anayasa Komisyonu üyesi Bülent Tezcan, anayasa değişikliği teklifine ilişkin olarak, "Bu bir 'apoletsiz' darbe. Hitler de askeri darbeyle gelmedi. Hitler de aynı şekilde parlamentodaki gücü ve yetkisini kullanıp sonra parlamentoyu devre dışı bırakarak diktatör olarak ortaya çıktı. Dünyada diktatörlerin tamamı askeri darbeyle gelir diye bir kural yok. Mussolini de askeri darbeyle gelmedi" görüşünü savundu. "Bu yüzden bu tip anayasacılığa suiistimalci anayasa, bu tip anayasaya da sahte anayasa deniyor" diyen Tezcan, "Ve Türkiye’yi bir dikta rejimine taşımayı amaçlıyor. O nedenle rejim değişikliği diyoruz" ifadesini kullandı.
"Ama Türkiye’de bir demokrasi cephesi var, bunun öncüsü de CHP. Bu cepheye AKP’lileri, MHP’lileri kazanacağız, şu parti bu parti fark etmez Herkesi demokrasi cephesine çekeceğiz" diyen Tezcan, "Demokrasi cephesinin karşısında bir 'diktatörlük cephesi' olacak" diye konuştu.
AKP-MHP ittifakıyla hazırlanan “başkanlık” anayasasına ilişkin teklif, hafta başında TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanacak. Öneriyi “düzeltilemez” bulan ve bu nedenle görüşmelerde “değişiklik teklifi” bile vermeme kararı alan CHP, hem Meclis hem de kabul edilirse referandum sürecinde sert ve kapsamlı bir “hayır” kampanyasına hazırlanıyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun hukukçu kurmaylarından ve anayasa teklifi süreci ile ilgili stratejiyi belirleyen isimlerinden Genel Başkan Yardımcısı ve TBMM Anayasa Komisyonu üyesi Bülent Tezcan, başkanlık sisteminin sakıncaları, partisinin karşı çıkış gerekçeleri ve olası referandum sürecinde izleyecekleri taktikler konusunda Cumhuriyet'ten Emine Kaplan'ın sorularını yanıtladı:
-Başkanlık önerisine neden karşısınız?
Getirilen sistem, düzeltilebilecek, iyileştirilecek bir sistem değil. ABD’deki gibi demokratik başkanlık sistemi değil. Adına utandıkları için başkanlık bile diyemedikleri, “cumhurbaşkanlığı” diyebildikleri bir sistem. Dünya, 20. yüzyılın seçilmiş diktatörinden çok çekti. 21. yüzyılda seçilmiş diktatörler döneminin kapanmasını beklerken tam da Türkiye’de başımıza geliyor. Üstelik, “suiistimalci” anayasa anlayışıyla geliyor. Çünkü anayasacılık hareketlerinin hepsinde iktidarlara sınırlama vardır. Bu getirdikleri iktidarı sınırsızlaştırma, toplumu sınırlama anayasası. Bu yüzden bu tip anayasacılığa suiistimalci anayasa, bu tip anayasaya da sahte anayasa deniyor. Ve Türkiye’yi bir dikta rejimine taşımayı amaçlıyor. O nedenle rejim değişikliği diyoruz. Egemenliğin halkta olması demek, temsil eden güçlerin hiçbir zaman bir kişinin elinde toplanmamasıdır. Millet adına güçler farklı kaynaklara dağıtılır ve birbirini denetlerse o zaman egemenliğin halkta kalması garanti olur. Ama bu teklifle egemenliğin millette kalmasının yolu kapatılıyor, güçlerin tamamı bir kişinin elinde toplanıyor. Bu gelinen nokta, Türkiye’nin 100 yıllık demokratikleşme hattından 180 derece geriye dönüştür, bir kırılma noktası. O nedenle bu bir “karşı devrim” anayasasıdır.
-Sizce, Cumhurbaşkanı zaten “fiilen” kullandığı bu yetkiler için neden “anayasal güvence”ye gereksinim duyuyor?
Fiili durum, anayasal güvence altına alınmadığında, bir gün gelir sona erebilir. Bir gün parti içi dengeler bozulur, biri çıkar der ki, “Ben seni tanımıyorum, anayasa bu yetkileri bana veriyor, kullanamazsın” diyebilir. Saray darbesiyle Davutoğlu’nu devirdi ama bir gün gelir deviremeyeceği biri çıkabilir. Onun için diyor ki, tam fırsat elimdeyken, gücümün doruğundayken ben bunu yapayım, bir daha bu güçler elimden gitmesin. Sayın Devlet Bahçeli de hiç ummayacağı ve beklemeyeceği bir fırsat verdi kendisine. Ve şimdi, 20 Temmuz darbesinin hukukunu yaratılmak isteniyor. Her darbe kendi hukukunu yaratır. 60 darbesi kendi hukuku ve anayasasını yarattı, 12 Mart, 12 Eylül darbesi kendi anayasasını yarattı. 15 Temmuz darbe girişimine millet olarak karşı çıktık ve darbeyi başarısız kıldık. Ama 20 Temmuz OHAL darbesi ile Türkiye yeni bir darbe dönemine girdi. 20 Temmuz OHAL rejimi bir darbe rejimidir. Parlamento hukuku ve anayasal sistemi boşa çıkaracak şekilde fiilen yetkileri kararnamelerle Türkiye’yi yönetecek bir kişiye teslim ettikleri düzen yarattılar. 15 Temmuz’dan sonra başkanlık sistemi ile ilgili sorunu gündeminden tamamen çıkarmış olan AKP; OHAL uygulamaları ile fiilen bu rejimini yerleştirdi ve şimdi bunun anayasal meşruiyet zeminini yaratmaya çalışıyor.
-Ama askeri bir darbe yok ortada, sivil bir iktidar var işbaşında...
Bu bir “apoletsiz” darbe. Hitler de askeri darbeyle gelmedi. Hitler de aynı şekilde parlamentodaki gücü ve yetkisini kullanıp sonra parlamentoyu devre dışı bırakarak diktatör olarak ortaya çıktı. Dünyada diktatörlerin tamamı askeri darbeyle gelir diye bir kural yok. Mussolini de askeri darbeyle gelmedi. Buradaki darbeden kasıt, parlamento yetkilerini yok sayan ve sistemin denge-fren mekanizmalarını ortadan kaldırıp, bir kişide yetkileri toplamadır.
-Anayasa değişikliğinde en çok eleştirdi ğiniz yönlerden biri de “fesih” yetkisi. Ama iktidar kanadı da “karşılıklı fesih” yetkisiyle düzenlemeyi savunuyor...
Karşılıklı olsa bile fesih yetkisi verilemez. Çünkü parlamento cumhurbaşkanından çok daha geniş temsiliyete sahip. Toplumun yüzde 100’üne yakınını temsil eder. Yüzde 95 altına düşmez. Ama cumhurbaşkanının temsiliyet gücü, yüzde 50-51, bazen yüzde 30-40’a da inebilir cumhurbaşkanı ikinci turda seçilirse. Dolayısıyla toplumu temsil gücü daha zayıf olan bir kişiye temsil gücü daha fazla olan Meclis’i fesih yetkisi veriyorsun. Bu tür bir yetki hiçbir demokratik başkanlık sisteminde verilmez. Güney Amerika’da böyle oldu, diktatörlüğe dönüştü.
Bu teklife göre, cumhurbaşkanı hiçbir sınırlama olmadan tek başına Meclis’i feshedecek ama Meclis beşte 3’le yani 360 milletvekili bulursa, cumhurbaşkanını feshedecek. Hangi Meclis? Cumhurbaşkanı ile aynı gün seçilen Meclis. Klasik başkanlıkta sistem, yetkilerin gücün bir yerde toplanmasını engellemek üzerine kurulmuştur. Ama bu teklifte tam tersi, tüm sistem sigortaları ortadan kaldırılmış. Tam da Meclis denetleyemesin, aynı kişinin belirlediği Meclis olsun diye birlikte seçim yapıyoruz. Disiplinli partiler sistemi, yani güçlü genel başkan, güçlü parti yönetimi anlayışının olduğu Türkiye’de partili cumhurbaşkanlığı getiriliyor. Yani partili cumhurbaşkanının belirlediği bir yapı öngörülüyor. Mesela, Meclis her şeye rağmen 301 imzayı bulup, Meclis soruşturması istese cumhurbaşkanının soruşturma açılmadan Meclis’i fesih yetkisi var. Yani kendisini Yüce Divan’a sevk eden Meclis’i hemen feshetme yetkisi veriyorsunuz cumhurbaşkanına. Bu yetki Osmanlı padişahlarının en güçlü olduğu dönemlerde yok.
-AKP, ABD tipi önerisiyle gelseydi , bunu tartışılabilir , konuşulabilir bulur muydunuz?
Hayır, yine karşı çıkardık ama tartışma başka zeminde yürürdü. Biz ABD tipi başkanlık sisteminin de Türkiye için uygun olmadığını söylüyoruz. Ama o zaman hükümet sistemi üzerinden tartışma yürütürdük. Ama şimdi rejim üzerinden tartışıyoruz. Ha deselerdi ki, ‘biz ABD’deki başkanlık sistemini alalım, uygulayalım. Sert kuvvetler ayrılığı olsun, seçimler ayrı tarihlerde yapılsın, başkanı denetleyen bir Meclis olsun.’ O zaman yine karşı çıkardık ama şunun için: Hükümet sistemleri, ülkelerin tarihi toplumsal gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. ABD’de başkanlık sistemi kendi 300 yıllık tarihlerinden şekillendi. ABD birliğini eyaletleri bir araya getirerek kurdu, federatif sistem üzerine kuruldu. Başkanın yetkileri federal düzeyde, birçok iş eyalet meclislerinde çözülüyor. O nedenle başkanlar otoriterleşemiyor. O zaman diyebilirsiniz ki ‘Türkiye’de Kürt sorunu var, federatif sistemle bunu da çözeriz.” Ama bu da bizim tarihi birikimimizle örtüşmez. Çünkü biz Osmanlı bakiyesiyiz, biz parçalanarak buraya geldik. Başkanlık sistemini dengelemek üzere var olan sistem, bizim bölünmemize yol açar.
-İktidar kanadı, başkanlığı istikrar için istiyoruz, koalisyonlar olmaz güçlü iktidar olur diyorlar ...
İstikrar demek bir partinin tüm siyasal yaşamı denetlemesi değildir. Bugün istikrarsızlık yaşadığımız ne varsa, tek adamlık rejiminden kaynaklı sorunlar. Başkanlık sisteminin koalisyonu ortadan kaldıracağı ifadesi doğru değil. Koalisyonlar vardır, başkan seçimlerinden önce olur, Brezilya, Arjantin’de olmuştur. Şu anda anayasa değişikliğini de koalisyonla getiriyorlar. İşin başında koalisyona girdiler MHP’yle. Bu sistem koalisyonlar yaratıyor tezi de gerçekçi ve doğru değil, yalandır aldatmacadır. 82’de bu anayasa yürürlüğe girdi 34 yıl oldu. Bu süre içinde sadece 11 yıl koalisyon 1991-2002 arası. Geriye kalan tek parti. Ve en önemli dönüşümler koalisyon döneminde olmuştur. Mesela 91’de kurulan DYP-SHP koalisyonu, anayasa ile ilgili çok önemli değişiklikler, 12 Eylül anayasasının demokratikleşmesi adımı bu hükümet döneminde atılmıştır. Toplumsal uzlaşmayla yapılmıştır. ANAP-MHP-DSP koalisyonu döneminde Türkiye 5 ayrı AB uyum paketini çıkarmıştır. Ekonomide ciddi yapısal dönüşümler o dönemde oldu. Sonrasında AKP iktidara geldi. Koalisyonlar, önemli toplumsal uzlaşmalara yol açar, ekonomik, sosyal reformlara olanak sağlar. Almanya bugüne kadar sürekli koalisyon içinde yönetildi, istikrarsız mı?
-Neden başkanlık denmedi de Cumhurbaşkanı dediler sizce?
Bu aslında patronlu başkanlık, başkancı sistem denilen bozulmuş sistem. Başkanlık demiyor çünkü başkanlık sistemi ifadesinin halkta karşılığı yok. İkincisi de desteğini aldığı MHP’ye çıkış yolu bulunması gerekiyordu. MHP cumhurbaşkanlığı sistemi adıyla destek verdi, kendileri de böyle cumhurbaşkanlığı sistemi diye illüzyon yarattılar. Ama MHP tabanının bu destekten çok rahatsız olduğunu biliyorum. OH AL’in devam etmesi konusunda da AKP ile Bahçeli arasında bir irade birliği var. Bu Türkiye’nin otoriterleşmesi konusunda bir ittifaka işaret ediyor. Ama MHP ile değil bu ittifak, AKP ile Bahçeli veya Erdoğan ile Bahçeli arasında bir ittifak bu.
-OHAL koşullarında referanduma gidilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl bir kampanya yürüteceksiniz?
Tüm engellemelere ve imkânsızlıklara rağmen her yere gideceğiz. Çünkü bu, rejimin, demokrasinin hayat memat meselesi. Olur da parlamentodan geçer referanduma giderse, milletin reddedeceğine inanıyorum. Ama OH AL şartlarında, gösteri-yürüyüş hakkının olamadığı, insanların twit nedeniyle tutuklandığı, linç edildiği Türkiye ortamında referandumdan geçse bile gayrimeşru olacaktır. Ertesi günden itibaren ciddi tartışma olacak ve tüm yetkileri ellerinde tuttuklarını sananlar bunu kullanamayacaktır. Ciddi bir sistem krizi yaratacaktır. Çünkü toplumsal çatışmayı körükleyecek. Toplumsal çatışmanın körüklendiği yerde kısa süreli yönetiminizi konsolide edebilirsiniz ama uzun süre iktidarınızı elinizde tutamazsınız, büyük bir çatırtıyla çöker. AKP ilk büyük yenilgisini burada alacak.
-Meclis'te Anayasa için hızlandırılmış bir süreç var, bu 'acele' nin nedeni nedir?
‘Hayır’cılar önde şu anda anketlerde. Bu işin uzun süreye yayılması halinde hayırların daha artacağı ve makasın artacağından endişeleniyorlar. İkincisi de ekonomik krizden korkuyorlar, çünkü kapıda. ‘Bir de oraya yakalanırsak vatandaş bunun hesabını sorar’ diye düşünüyorlar. Siyasetin genel tarihine baktığımızda toplum sistemi gerenlere son noktada hiçbir zaman müsahama göstermemiştir. Vatandaş soracak, ‘15 senedir yönetiyorsun, hangi güç yoktu da bunu istiyorsun, istediğini yapıyorsun daha ne istiyorsun’ diyecek, Vatandaşın bir “yeter” noktası vardır ve bu teklifte bunu ortaya koyacaktır.
-Parlamentoda başkanlık yanlısı “AKP-MHP” cephesine karşı CHP ve HDP “hayır ” diyecek. Değişiklik referanduma giderse, bu cepheleşmenin aleyhinize olacağı yorumları da yapılıyor. CHP süreçte nasıl bir rol üstlenecek?
Şunu söyleyeyim AKP-MHP, CH PHDP diye bir blok, cepheleşme söz konusu değil. Ama Türkiye’de bir demokrasi cephesi var, bunun öncüsü de CH P. Bu cepheye AKP’lileri, MHP’lileri kazanacağız, şu parti bu parti fark etmez. Herkesi demokrasi cephesine çekeceğiz. Demokrasi cephesinin karşısında bir “diktatörlük cephesi” olacak. Çünkü ülkenin tüm sorunlarının çözümü demokrasi ile mümkün. Toplumsal barıştan ekonomiye, terörün bitirilmesinden özgürlüklere kadar, her şey demokrasiyle mümkün. O nedenle biz kampanyada şunun üzerinde duracağız: “Terörsüz bir Türkiye istiyorum, onun için hayır”, “Talimat değil, danışma istiyoruz”, “Yolsulluğun, işsizliğin olmadığı bir Türkiye istiyoruz” diyeceğiz. “Ya vatandaşın günlük yaşamını, bir kişinin istek arzu, yaşam tarzına göre belirleyeceği bir Türkiye olacak ya da özgürce ortak aklın belirleyeceği herkesin yaşam tarzına sahip çıkacağı bir Türkiye olacak” diyeceğiz. Bizim yapacağımız bir 1 oyla da olsa reddedilmesini sağlamak 1 Mart tezkeresi gibi.