Tarhan Erdem
(Radikal, 30 Ağustos 2012)
Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek, tartışılmasını istediği ‘Teröre Karşı Ulusal Mutabakat’ taslağını yayımladı.
Mecliste grubu bulunan dört parti sözcüsü taslak üzerine görüşlerini açıkladılar. Tartışmalar siyasal hayatımızın dar bir alana sıkıştığını göstermesi bakımından öğreticiydi.
İlk yazacağım, Meclis başkanlarının tarafsızlıklarını ve partiler karşısında bağımsızlıklarını korumakta titizlik göstermeleridir. Halkın sorunları üzerinde düşünmekle, düşüncelerini bir eylem planı olarak tartışmaya açmak aynı şey değildir. Meclis başkanı, bir milletvekilinin bile karşı çıkma ihtimali varsa düşüncesini açıklamamalıdır. Sayın Çiçek, bu taslağı yayımlamakla, tarafsızlığını zedelemiştir. Kim ne söylerse, sıfatını ve sorumluluğunu taşıyarak söyler.
Meclis Başkanı gazetecileri özel evine çağırmadı, Meclis Başkanı adına gazetecilere telefon edilerek, ‘Meclis başkanının daveti’ duyuruldu. Bu davette, ‘Teröre Karşı Ulusal Mutabakat’ sağlanması istenen bir belge taslağı okundu ve niçin böyle bir belgeye gerek görüldüğü anlatıldı. Anlatıldı ve tartışılsın dendi ama, dört parti de, belgede yazılanları birlikte görüşmek istemediler.
Temiz niyetli girişiminde yalnız bırakılan Meclis Başkanı, partilerimizin siyaset yapma alışkanlığını bilmeliydi ve bu durumu öngörmeliydi. Şimdi herhalde, “Biliyordum da, bu kadarını değil!” diye hayıflanıyordur. Gelelim, Ulusal Mutabakat taslağının içeriğine: Belgenin, ‘terör ve şiddet yönteminin reddedilmesinin’ öngörüldüğü birinci madde ifade özgürlüğü bakımından tehlikeli unsurlar içermektedir.
Terörle Mücadele Kanunu’ndaki terör tanımı ile halkın kafasındaki terör tanımı çok farklıdır. Örneğin kanuna göre, ‘ekonomik düzeni değiştirmek amacıyla her türlü suç teşkil eden eylem’ terördür. ‘Suç teşkil eden eylem’ ifadesini, yargıçlar nasıl tanımlamaktadır bir düşünün!
Bu tanım içinde, ‘ekonomik düzeni değiştirmek amacıyla her türlü suç teşkil eden eylemi mazur göstermeye’ karşı çıkılması zordur. Halkın ‘terör algısı’ ise, dağda orduyla savaşanların yaptığı eylemlerdir. Eğer bir gün ifade özgürlüğü ve terör herkesin tek anlama gelecek şekilde anlayacağı cümlelerle tanımlanabilir ve yasalaşırsa, o zaman terörü konuşmak kolaylaşır. Mutabakat belgesinde takıldığım bir konuya daha değinmek istiyorum: Ülkemizin temel ve öncelikli sorunu, ‘yerel yönetimlerin güçlendirilmesi’ değildir; yönetim sistemimizin değiştirilerek, ‘yerinden yönetimin’ kurulmasıdır!
Taslak ise, yerel yönetimlerin güçlü bir yapıya ‘kavuşturulması’ bile değil, ‘kavuşturulması yaklaşımının benimsenmesini’ öngörmektedir. Bu kadar dağıtarak söylenen ‘değişim’ isteğiyle sadece mevcut düzen korunur!
Taslakta görülen diğer bir anlayış da, yerinden yönetimin güçlendirilmesinde’idari vesayet ilkesine zarar vermemek’ koşuludur. Bu koşulla, içinde bulunduğumuz arkaik, hantal ve iş yapmaz yönetim sistemi değiştirilemez. Merkezi idarenin musluklarını denetimlerinde tutan kişi ve kesimler, yerlerini halka kolay kolay bırakmazlar.
Yönetim sisteminin kaynaklarını halka dağıtan kanallardan adaletli dağıtım yapılamamakta; merkezden uzaklara gidildikçe adaletsizlik artmaktadır. Yönetime katılımın sınırlanması, lider oligarşisi, bazı mali bilgilerin değişik biçimlerde gizlenmesi merkezi yönetimin korunması amacıyla kurulmuş ve korunan sistemlerdir.
Bu devletin sorunlarının temelinde yönetim sisteminin değişmesinden korkular vardır; her kesim farklı şeytanlar gösterilerek korkutulmaktadır.
Bu sistemi değiştirmeden, hiçbir temel sorunumuzu çözemeyiz, onun için mutabakat belgelerine, ‘yerinden yönetimi güçlendirme’ koşulu olarak ‘idari vesayet ilkesini’ koymak yerine; hangi meseleyle ilgili olursa olsun, mutabakatı, uzlaşmayı konuşmak için, ‘yönetim sistemini değiştirmeyi kabulden sonra’ koşulunu koymalıyız.