Hrant Dink haberlerinin sansürlendiği gerekçesiyle CNN Türk'ten ve 'Gezi' olayları nedeniyle NTV'den ayrılan gazeteci Çiğdem Anad,“Ferit Şahenk iktidarla karşı karşıya gelmek istemiyor, iktidarla yan yana yürümeyi tercih ediyordu. AKP bir davanın partisi, Başbakan bir dava adamı, özünde kendileri gibi olmayanlardan yararlanabildikleri kadar yararlanacak, günü gelince onları da tasfiye edecekler” dedi.
Gezi Parkı olaylarındaki yayın politikası nedeniyle NTV’deki görevinden istifa eden Çiğdem Anad, görevini bırakmasıyla ilgili süreçten, eski patronu Ferit Şahenk’in iktidar ile ilişkilerine dair çarpıcı açıklamalarda bulundu. Türkiye’de gazeteciliğin geldiği durumu da sorgulayan Çiğdem Anad, AKP hükümetine yönelik eleştirilerde de bulundu.
Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’in Çiğdem Anad’la yaptığı röportajın bir kısmı şöyle:
Çiğdem Hanım özlettiniz kendinizi... Size “haberin kraliçesi “ diyorlardı, uzun süredir mahrumuz sizden… Neden, küskün müsünüz, nedir bu ekranlardan uzaklaştıran etken sizi, neden kabuğunuza çekildiniz?
İktidarın talimatıyla iki yıl önce yaptığım programlar yayından kaldırıldı. Ferit Şahenk iktidarla karşı karşıya gelmek istemiyor, iktidarla yan yana yürümeyi tercih ediyordu. Hangi güç odağı olursa olsun elinizi verdiğinizde kolunuzu kurtaramıyorsunuz. Ferit Bey, altı yıl önce NTV’ye geldiğimde “Evine döndün, ömür boyu beraberiz” demişti. Benim tanıdığım Ferit Şahenk ömrünü doldurdu. Ferit Şahenk sermayesini kaybetmemek, ayakta kalabilmek için başka bir kimliğe büründü. Diğer birçok iş adamı gibi… Ancak bence hesaplarını yanlış yapıyorlar. Kısa dönemde çok kazanacaklar ama iktidarın bir gün onlara ihtiyacı kalmayacak ve o gün her şeylerini kaybedecekler. AKP bir davanın partisi, başbakan bir dava adamı, özünde kendileri gibi olmayanlardan yararlanabildikleri kadar yararlanacak, günü gelince onları da tasfiye edecekler.
Peki yaşadıklarınızdan ya da yaşananlardan ötürü Ferit Şahenk’e kızgın mısınız ?
Ferit Şahenk’e kızgın değilim, onu anlıyorum. Ferit Bey kapitalist düzenin patronlarından biri, önceliği sermayesini korumak, o sermaye yoksa Ferit Şahenk de yok. Ferit Bey’den işçi sendikası lideri gibi davranmasını beklemek maddenin doğasına aykırı… Ancak bu patronlar Türkiye Cumhuriyeti’nin dünkü yapısının patronları, bu devlet yapısı değiştikçe patronlar da değişecek ve değişiyor zaten. Bu değişim içinde bu patronların kalıcı olacaklarını varsaymaları büyük yanılgı. Başbakan’la uzlaşarak kalıcı olacaklarını sanıyorlar, yanılıyorlar. Başbakan ve AKP kendi dokusundan, kanından, canından, kültüründen, ahlakından, zihniyetinden adamlar dururken, neden onlara en kral yerleri bahşetsin? Bahşetmeyecek.
Peki NTV’de neler oldu, ne yaşadınız, süreç nasıl işledi?
Programlarım yayından kaldırıldıktan sonra genel müdür Cem Aydın beni Doğuş Grubu’nda tutabilmek için önce bir psikoloji programının yapımcılığını verdi, STAR TV ‘deki Üstün Dökmen ile “Küçük Şeyler” programı bir yıl sürdü. Geçen yıl da NTV program koordinatörlüğünü teklif etti ama suya sabuna bulaşmayan NTV’de program koordinatörü olmayı kabul edemezdim. Bunun üzerine yine bana yer arandı. NTV Genel Müdürü Görkem Yaşayan ile kafa kafaya verdik, yeni program formatları üretmek üzere çalıştık. Görkem yaratıcı, donanımlı bir televizyoncu olduğu için verimli bir çalışma süreciydi. Tabii siyasi programlar bizim kapsama alanımızın dışındaydı. Benim siyasi programlara hiçbir şekilde dokunmam istenmiyordu. Sonra GEZİ olayları başladı. Cem Aydın beni aktif göreve çağırdı. Eskisi gibi bağımsız ve tarafsız habercilik yapmaya karar vermişti. Cem Aydın sansüre, baskıya boyun eğmenin sonunun habercilik için yıkım olduğunu biliyordu. Benim, Can Dündar’ın, Mirgün Cabas’ın, Banu Güven’in , Ruşen Çakır’ın programlarını yayından kaldırmak zorunda bırakıldığı için aklı, vicdanı rahat değildi zaten ve Gezi ile birlikte o da patladı. Her şeyi göze almıştı, ya Gezi ile başlayan süreçte doğru düzgün habercilik yapacaktık , ya da yaptırmıyorlarsa gidecektik. Ve gittik.
Söylediklerinizden anladığım kadarıyla Cem Aydın’ın Gezi sürecinden sonra aklı başına geldi, peki ya öncesi, bu kadar zaman demek ki habercilik yapamamış, peki neden o koltukta kalmayı sürdürmüş, geç gelen bir patlama değil mi onunki? Yani demem o ki Cem Aydın biraz geç kalmadı mı?
Cem Aydın sadece NTV’den sorumlu haber yöneticisi değildi, Doğuş Yayın Grubu’nun başındaki isimdi. Televizyon sadece haberlerden, haber programlardan ibaret bir iş değil. Cem Aydın göstermelik haber programları yapacağıma, hiç yapmam daha iyi dedi, hatta NTV’nin satılmasını istediğini biliyorum. Bütün enerjisini yeni kurulacak TV kanalına verdi, o kanalın çalışmaları sürerken Ferit Şahenk Star kanalını satın aldı. Cem Aydın NTV’yi bir kenara koydu, Star’ı inşa etmeye başladı. Cem Aydın koltuğunu korumak için dans eden bir adam hiçbir zaman olmadı. Patlamak da gecikmiş olabilir ama Gezi olaylarında patlamak en doğru zamanlamadır. Gezi eylemlerine katılan milyonlarca insanın tepkisini ekranlarda yansıtamadığı için Doğuş Grubuyla yollarını ayırması, halka, izleyiciye gösterdiği saygıdır. Bizim programlarımız yayından kaldırılırken sineye çekebilmesini eleştirmeliyiz tabii ki ama Gezi olaylarındaki direncini, kararlılığını, gözü karalığını da alkışlamalıyız.
Yıl 2007. Hrant Dink suikastı’nın hemen ardından CNNTÜRK’ten istifa ettim. CNNTÜRK’ün dört, beş kurucusundan biriydim, CNNTÜRK benim anonsumla yayına başladı, dokuz yıl haber koordinatörlüğünü yaptım, haber merkezini kurdum, aynı zamanda sürekli ekrandaydım. Etkili, yetkili yöneticilik görevi ilk günden bana verilmişti , iyi kazanıyordum . Patronlar benden, ben onlardan çok memnunduk. Ani istifam herkesi şaşırttı. Aslında ani değildi. İstifanın öncesinde altı ay süren bir gerilim süreci yaşandı. AKP yöneticileri haberlere müdahale etmeye başlamıştı ve ben değil elimi, parmağımı bile kaptırmamaya kararlıydım. Bu kadar katı ve keskin olmam CNNTÜRK içinde de rahatsızlık yaratmaya başlamıştı. Kimsenin benden vazgeçmeye niyeti yoktu ama beni hizaya sokma gayreti vardı. İktidarı kızdırmak istemiyorlardı. AKP’den genel bir memnuniyet duyuluyordu. Ekonomi iyi gidiyordu. AKP, AB yolunda hızla ilerliyordu, AB standartlarına uygun yasal düzenlemeler yapıyordu. İş çevresi, basın patronları AKP’den çok umutluydu. Bu esnada haberlere müdahaleler gün geçtikçe artıyordu. Bugünün sansürüyle kabili kıyas olmasa da, bu müdahaleler beni yıpratmaya başlamıştı. O güne kadar yirmi yıl boyunca tam bağımsız habercilik yapabilmiştim. Bana “hop, dur, ağır ol “ denmeye başlanmıştı. Sinirlerim gerilmiş, tahammülüm azalmıştı. Ve o gün geldi. Hrant Dink cenazesinin yayınında müdahalenin nereden geldiğini bile anlayamadım, yayın benim yönlendirmemin dışına çıkmıştı. Sakinleşmek için bir hafta izin aldım, beni kesmedi, istifa ettim. Yıllarca beraber çalıştığım editör arkadaşlarım Gökhan Güvenç, Mehmet Sağanak, Cem Öner, Cengiz Tağtekin, Ankara haber müdürleri Yavuz Oğhan, Emel Yıldırım ve Talip Korkmaz ve haber müdürü Süleyman Sarılar’a istifa nedenimi anlattım. Gökhan ve Cem ikna olmadı diğer arkadaşlarım ikna oldu. Süleyman Sarılar benim bütün yükümü taşımaya talip olarak, devam etmem için çok ısrar etti. Ama bir iş kenarından tutulmaz, ya yaparsınız, ya yapmazsınız. Patron Arzuhan Yalçındağ kalmam için ısrarcı oldu ama ben perşembenin gelişini çarşambadan gördüğümü o gün anlatıp, kimseyi ikna edemezdim, o gün AKP şahane, gerisi hikayeydi. AKP ilk iktidar döneminde haberlere hiç müdahale etmemişti. Büyük puan toplamıştı. Hatta birçok icraatı biz habercilerin de takdirini kazanmıştı. Bizim takdirimizin pek önemi yok, biz doğruya doğru, eğriye eğri dedik her zaman. Hangi çevre, hangi güç odağı, hangi parti olursa olsun. AKP‘nin ilk dönem birçok icraatını takdir ettik dememin nedeni, AKP’ye karşı önyargısız yaklaştığımızı vurgulamak içindir. AKP ikinci iktidar döneminde asıl hedefi doğrultusunda büyük hamleler yapmaya başladı. Medyayı kontrol altına alması hedefe giden yolda çok önemli bir adımdı. Gün geçtikçe medyaya müdahalesi artıyordu ama patronlar nezdinde kredisi yüksek, müdahaleleri tolere edilebilir görülüyordu. Ben ise bu müdahaleler altında haber yöneticiliği yapamayacağıma karar verdim. O gün müdahaleleri abarttığımı söyleyenler, sonrasında çok öngörülü olduğumu söylediler.
CNNTÜRK’te bu yaşadıklarınızın ardından Aydın Doğan hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aydın Doğan’ı patron olarak da, insan olarak da sevdim. Bana çok güvendi. Bir gün güvenini zedelemedim. Çok dürüst habercilik ve yöneticilik yaptım. Doğan Grubundan çok şey öğrendim. Bugün bütün medya grupları bir yana Doğan Grubu başka yana. Doğan Grubu hücresine kadar haberci... Arzuhan Yalçındağ cesaretli, mücadeleci, yeniliğe açık, yürekli bir insan ve yönetici. Çok zor günler geçirdiler ama hala basında amiral gemisinde onlar oturuyor. Çok taviz verdiler ama kimliklerini kaybetmediler.
CNNTÜRK’ten istifa ettikten sonra nasıl NTV’de çalışmaya başladınız, CNNTÜRK’te yapmamaya karar verdiğiniz işi NTV’de yapabilecek miydiniz, bu bile bile lades değil miydi her iki taraf için de?
İstifa kararımdan sonra NTV’nin bana istediğim gibi bir kapı açacağından hiç şüphem yoktu çünkü Cem Aydın on beş yıldır benimle bir şekilde çalışmak istiyordu. AKP sadece CNNTÜRK’e değil bütün kanallara ve medyaya müdahale ettiği için CNNTÜRK’te bıraktığım haber yöneticiliğini NTV’de yapacak değildim tabii ki. Cem Aydın’a haber merkezinde olmayacağımı söyledim. CNNTÜRK’te haber dışında bir kulvara geçmeme kimse haklı olarak razı olmazdı ama NTV‘de “tamam, ne istiyorsan, onu yap “ dendi. Daha düşük bir ücretle NTV’de çalışmaya başladım. NTV’de kadınlarla aktüel bir programın yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiğimde (Haydi Gel bizimle ol) en yakınımdakiler dahil çıldırmış olduğumu düşündüler. O programda biz birbirine benzemeyen dört kadın siyaset dahil, cinsellik dahil her konuyu özgürce konuşma, tartışma hakkına sahibiz dedik. İlk yıl ne yaptığımız pek anlaşılmadı, gazoz kapağına takılıp kalan çok oldu. İkinci yıl çoğunluk uyandı. Biz özgürlük nutku atıyorduk. ABD bile anladı, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ı bizim programa çıkarmak için ABD elçiliği beni aradı. İktidarımız da programın özgürlük temasını kavrayınca, program yayından kaldırıldı. Ertesi yıl dört kadın sivri geldi, daha ılıman “on kadın “ yapalım dedim. Başladık, bir yıl sürdü, “on kadın” da ağır geldi. 2011 yılında Türkiye seçim atmosferine girerken benden tekrar siyasi tartışma programı yapmamı istediler. Benim yapacağım programlara “hükümetin tahammül edemeyeceğini” söyledim, “sen başla” dediler. Başladım. Yıl sonuna varamadan programım yayından kaldırıldı. Cem Aydın benimle açık konuştu; “sen sadece doğru sorular soruyorsun ama iktidar bu sorulara tahammül edemiyor, senin NTV’de ekranda iş yapma ihtimalin tamamen ortadan kalktı “ dedi. Aslında NTV de değil, bütün kanallarda iş yapma şansım sona ermişti. İki yıl önce benimle çalışmak isteyen birçok televizyon, beni ne aradı, ne sordu. Benimle ilgili sorun; doğru soruları sormamdı. Bu dönemde yarım yamalak habercilik yapacağıma, gerçek habercilik yapacağımız günlerin gelmesini beklerim. Televizyon haberciliğinde, programcılığında dimdik ayakta kalabilmek için yeterince mücadele ettiğim kanaatindeyim. TV’de 27 yıl kesintisiz çalıştım. Sürekli basın kartı almaya geçen ay hak kazandım. Bu dönemde daha yaratıcı ve üretken olabileceğim başka işlere kafa yormalıyım. Elli yaşıma geldim, kaybedecek zamanım yok.
Önceden Uğur Dündar, Ali Kırca, Mehmet Ali Birand... Böyle isimler vardı, Şahane de bir rekabet vardı ve hatta siz vardınız... Kıyasıya reying mücadelesi vardı... Bu isimler ekrandan uzak şimdi; haberler daha bir genç kuşağa emanet. Ana Haberler de bunun eksikliğini hissediyor musunuz hiç?
Üç büyük anchorman’in kapladığı alan üç büyük TV kanalı büyüklüğündeydi. Çok iyiydiler. Ana haber, öğle haberi, sabah haberi, hafta sonu haberi ayrımı ortadan kalkalı bana göre çok oldu.
En beğendiğiniz ekran yüzleri ve spikerler kimler?
Şimdi İrfan Değirmenci, Fatih Portakal, Pelin Çift, Didem Yılmaz öne çıkan isimler.
Türkiye’de bir ancorwoman eksiliğinden söz ediliyor ve sizin "dönmeniz" gerektiğini düşünen öyle çok isim var ki, öyle ki bunların birçoğu da haberci... Sizce var mı böyle bir eksiklik, siz kadın habercileri nasıl buluyorsunuz?
Ekranda facialar olduğu gibi gerçekten iyiler de var. Eskiden bu facialar TV’nin önünden bile geçemezlerdi ama şimdi nedense onlara yer açıldı. Ekrandaki çirkin erkek ve konuştuğu zor anlaşılan erkek sayısı özellikle çok arttı. Ekranda “bu nerden çıktı “ diye tepki verebileceğimiz kadın sayısı erkeklere göre daha az. Sunuculardan daha iyi kadın muhabirler var. Anchorwoman eksikliğinden söz edilirken aslında star eksikliğinden söz ediliyor. Uğur Dündar, Ali Kırca, Birand birer star. Hani nerede kadın star diye soruluyor sanırım. Habercilikte ve sunuşta çok iyi bile olsanız, star olduğunuz manasına gelmez. Star ışığı, aurası farklıdır. Aynı oyunculukta olduğu gibi… Çok sayıda iyi oyuncu vardır ama star azdır. Starın ağzından çıkan her kelimenin ağırlığı farklıdır, ufak bir jesti bile büyük görünür. Kimse “ben starım” demekle star olamaz, onun takdiri seyirciye aittir. Benim ne olduğumu soruyorsanız, bilmiyorum. Seyirciye sormak gerekir. Ekranda şu anda hangi kadınların star olduğunu da izleyiciler cevaplayabilir. Bu konu da çoğunluğun tercihi belirleyicidir.
Evden şöyle bir koltuğunuza oturup baktığınızda televizyon haberciliğinin geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz?
Televizyon haberlerini seyretmiyorum. Haberleri sol gazetesinden ve t24.com.tr den alıyorum. Ama yine de günde altı gazete okuyorum.
Sansürün yanında bir de otosansür var… Peki, uyguladığınız oldu mu sizin de hiç? Malum en büyük sorunların başında bu geliyor... Ama bu soruyu sadece bu dönem için sormadım, geçmişte de...
Hiçbir habere otosansür uygulamadım. Bugün en büyük problem otosansür değil, sansür. Sansürün olmadığı yerde otosansür zaten olmaz.
Hükümetin medya üzerinde bir baskısının olduğunu düşünüyor musunuz?
Büyük bir sansür var.
Gezi sürecinde özellikle medya çok tartışıldı, peki o süreçte ekranda ve haberlerin başında olsaydınız tavrınız ne olurdu?
Olmaya niyetlendik, üç gün içinde biletimiz kesildi.
Bir zamanlar yöneticilik yaptığınız kurum CNNTÜRK Gezi sürecinde çok eleştirildi, hatta penguen metaforumuz oldu... Siz o süreçte o kurumda yöneticilik yapsaydınız değişen bir şey olur muydu?
Ekranda sadece gezi olayları olurdu. Kesintisiz yayın yapardık.
“Baskı” dediniz, “sansür” dediniz peki böyle bir süreçte haberciliğin geleceği adına umutlu musunuz, karamsar mı?
Habercilikte Türkiye en kötü döneminden geçiyor. Her düşüşün bir çıkışı vardır. Bugünlerin hep yarınları olacaktır.
Medyaradar'da yayınlanan röportajın tamamını okumak için tıklayınız...