Cihaner: Oy vermeyeni, kaos ve katliamlarla tehdit eden zihniyet hangi toplumsal sözleşmeyi kurabilir?

Cihaner: Oy vermeyeni, kaos ve katliamlarla tehdit eden zihniyet hangi toplumsal sözleşmeyi kurabilir?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Yeni Anayasa konusunda yaptığı açıklamalara ilişkin CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner, “Bölünen bir toplumda uzlaşma değil dayatma olur. Kendisine oy vermeyeni istikrarsızlık kaos ve katliamlarla tehdit eden bir zihniyet hangi toplumsal sözleşmeyi kurabilir?” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamaları, “Anayasa tartışmaları ile maskelenmiş ‘Başkanlık propagandası’” olarak nitelendiren Cihaner, “İlk propaganda konuşması ve seçilen platform nasıl bir yalan ve yanıltma bombardımanı ile toplumu karşı karşıya bırakacaklarının göstergesi oldu” ifadesini kullandı.

Cihaner’in Birgün’de “Çok şükür ya kriz olsaydı!” başlığıyla bugün (29.01.2016) yayımlanan yazısı şöyle:

Silahlı çatışmalarda sivillerin korunması üzerine yazacakken, Anayasa tartışmaları ile maskelenmiş “Başkanlık propagandasının” resmen başlatıldığı haberleri geçmeye başladı.

Cumhurbaşbakanımsı Erdoğan’ın Türkiye Anayasa Platformunca düzenlenen “Yeni Anayasa İçin Hep Birlikte” temalı programa katıldığı ve burada yaptığı konuşmanın detayları ortaya çıkmaya başladı. Öncelikle bir “platformun programına katıldı” yerine Erdoğan propaganda sürecini bu programla başlattı demek daha doğru olacaktır. Toplantı genel seçimler sürecindeki, sırf Erdoğan’ın konuşmasına vesile olsun ve masrafları kamuda kalsın diye düzenlenen uydurulmuş açılışların formatındaydı. Muhtemelen önümüzdeki dönemin yanıltıcı propaganda aygıtlarının en önde geleni bu platform olacak.

Daha iki gün önce Kaymakamlara “Sizden ricam bu: Mevzuat şöyledir, böyledir. Yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir tarafa, siz zihinsel inkılabınızı devreye sokun ‘Ben bunu bu şekilde yaparım’ deyin ve yapın” demişti. Bu çağrı, kendisi de mevzuatın bir parçası ve en üstünde olan Anayasayı başlangıçtan itibaren gereksiz hatta anlamsız bulduğunun itirafı değilse nedir?

Bu yaklaşım orta yerde duruyorken ve Anayasa özünde Erdoğan’ın başkanlık ve yeni rejiminin hukuken tamamlanması projesiyken TBMM de “Uzlaşma Komisyonu” oyununa devam edilmesi, muhalefet partilerini de Erdoğan’ın propaganda aparatı haline dönüştürecektir, dönüştürmüştür.

İlk propaganda konuşması ve seçilen platform nasıl bir yalan ve yanıltma bombardımanı ile toplumu karşı karşıya bırakacaklarının göstergesi oldu. Birkaç yalana bakalım:

“2011 seçimlerinin ardından ciddi bir adım attık. Yüzde 60’lık çoğunluğa sahip olmamıza rağmen eşit sayıda komisyon üyesi aldık. Fakat diğer partiler anayasa metni oluşturmak için değil engellemek için hareket ettikleri için çalışmalar akamete uğradı.” Yalan! Defalarca yazıldı ve ispatlandı; bu komisyon şeklen AKP’li üyelerin üç toplantıya üst üste katılmamaları ve Başkan Cemil Çiçek’in artık başkanlığa devam etmeyeceğini açıklaması üzerine, esasen de gündemde olmamasına rağmen AKP’nin “başkanlık” dayatması nedeniyle sona erdi.

“Barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar’ diye biliyorsunuz bir söz var. Yani hakikatin ışığı, gerçeğin ışığı farklı fikirlerin çarpışmasıyla ortaya çıkar. Şimdi sizler bunu yapıyorsunuz, yani çoğunlukçu değil çoğulcu bir anlayışla yeni anayasanın hazırlanmasını arzu ediyoruz.” Yalan! Bırakın farklı fikirlerin tartışılmasını basit eleştirilerin bile vatana ihanet ve darbe suçu sayıldığı bir ortamda yaşıyoruz. O toplantı bile ancak totaliter/faşist parti kongrelerini anıştırıyorken ne çoğulculuğundan bahsediliyor bilen var mı? Birisi karşı görüş belirtti de bizler mi göremedik o toplantıda?

“Anayasa metinleri bir toplum sözleşmesidir, öyle de olmalıdır” Yalan! Sahiden böyle düşünen bir zihniyet öncelikle nefret söylemi ve düşmanlaştırıcı dili terk eder. Bu boyutta bölünen bir toplumda uzlaşma değil dayatma olur. Kendisine oy vermeyeni istikrarsızlık kaos ve katliamlarla tehdit eden bir zihniyet hangi toplumsal sözleşmeyi kurabilir?

Aynı kriz (2008 krizi) Türkiye’yi ise benim değimimle ‘teğet’ geçti. Niçin biliyor musunuz? Çünkü Türkiye, istikrar ve güven ortamının hakim olduğu bir ülkeydi. Eğer güçlü bir tek parti hükümetine sahip olmasaydık küresel finans krizinin bizi nasıl bir duruma düşüreceğini düşünmek dahi istemiyorum. Türkiye geçmişten beri maruz kaldığı siyasi istikrarsızlıkların bedelini ekonomik ve sosyal krizlere maruz kalarak ödemiştir” Hımmm! Şu anda tek parti var, Cumhurbaşkanı ve Başbakan aynı partiden ve çok şükür kriz falan yok… mu? Anlaşılıyor ki sokaklarında tankların ateş ederek dolaştığı, her gün onlarca ölüm/şehit haberinin geldiği, okulların sağlık ocaklarının karakola çevrildiği, hukukun askıya alınıp cesetlerin bile toplanmadığı/toplanamadığı bir ülke kriz ülkesi değil!

Çok şükür ya kriz olsaydı!