(Taraf - 10 Nisan 2012)
Yakın tarihimizdeki iki önemli olaydan ikisi de tesadüfe bakın yeniden gündemde. Birinci olay Tunceli Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu’nun 3 Şubat 1994’teki şüpheli ölümüyle ilgili. İkincisi ise 24 Mayıs 1993’teki Bingöl’de katledilen 33 er olayı. Hürriyet, dünkü sayısında o katliamdan sağ kurtulanların sıkıntılarını manşetine taşıyarak konuyu yeniden gündeme getirdi.
Bu iki dosyayı soruşturan isim aynı; dönemin 8. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcısı Binbaşı İnayet Taş. İki dosyanın ortak noktası, bu olayların perde arkasının aralanamaması ve bugüne kadar karanlıkta kalması.
Albay Çillioğlu’nun kuşkulu ölümü 17 yıl sonra yeniden araştırılmaya başlanınca, kısa sürede olayın bir intihar vakası değil, cinayet olduğu anlaşıldı. Bilirkişi raporlarına göre Çillioğlu darbedildikten sonra öldürülmüş... Çillioğlu’nun geride bıraktığı intihar notundaki imzanın da sahte olduğu belirlendi. Soruşturmayı yürüten Malatya Özel Yetkili Savcısı’na göre mektubun Çillioğlu’na “zorla” yazdırılmış olması kuvvetle muhtemel.
Albay’ın ölümünden 18 yıl sonra yürütülen basit bir soruşturma neticesinde elde edilen bu sonuçlara dönemin Askerî Savcısı’nın ulaşamaması garip elbette. Zira bugün yürütülen soruşturma hiç de yeni teknolojik gelişmelere dayanmıyor. Basit bir otopsi raporu ile bir notunun kriminal incelemesi üzerine varılan sonuçlar, bunlar.
Kazım Çillioğlu’nun oğlu Gökhan Çillioğlu, babasının ölümünün ardından askeriyenin olayı gizlemek için gösterdiği aceleciliği dünkü Milliyet gazetesinde şöyle anlatıyor: “Defin işlemini durdurma talebimiz vardı. Ciddi bir otopsi istiyorduk. Oradaki insanlar gerekli işlemlerin yapıldığını, dosyanın aydınlanacağını söyledi. O dönemin Tunceli Valisi. Kendisi halka hitaben bir konuşma yaptı. Bu konu üzerinde çalışma yapacağına, aydınlatacağına söz verdi. Daha sonra büyüklerimiz ikna edildi ve defin işlemi yapıldı. Dönemin Jandarma Genel Komutanı Aydın İşler’le de görüştük. Soruşturmanın devam ettiğini, ciddi bir soruşturmanın yapıldığını söylemişti kendileri. Cenaze sırasında, cenaze sonrasında bize söylenen bilgiler bu doğrultudaydı.”
Bu ifadelerden adı geçen askerî yetkililer ile Tunceli Valisi’nin elbirliğiyle dosyayı kapatmaya çalıştığı anlaşılıyor. Ancak Çillioğlu dosyasına son noktayı koyan karar Askerî Savcı İnayet Taş’a ait: Kovuşturmaya gerek yok!
Savcı İnayet Taş, PKK’nın 1993’te Bingöl’de katlettiği 33 erle ilgili soruşturmayı da yürüten isim. Hazırladığı iddianameyi ayrıntılı olarak okudum. Erlerin silahsız ve korumasız bir şekilde yola çıkarılmasını kayda geçiren savcı, soruşturmayı birtakım ihmaller zinciriyle sınırlı tutarak derinleştiremedi. Oysa PKK’nın o gün pusu kurma hazırlığında olduğunu dört gün önceden bildiren “A teyitli” bir istihbarat raporu vardı. Savcı da bunu biliyordu. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, İl Jandarma Komutanlığı’na ve Güvenlik Komutanlığı’na 93/123 sayılı istihbarat notu olarak dört gün önce gönderilmişti. Savcı’nın üzerine gidemediği diğer bir konu Yeşil kod adlı JİTEM elemanı Mahmut Yıldırım’ın askerî konvoyun güzergâhı ve saatiyle ilgili bilgileri PKK’ya uçurduğu iddiaları. Daha sonra gazeteci Saygı Öztürk’ün 33 Kurşun kitabında da yer vereceği gibi Yeşil bölgeydi ve üst düzey komutanları “ateşkesi bozalım” diye zorluyordu.
33 erin katledildiği olayda üzerinde durmayı gerektiren daha pek çok ayrıntı var. Ancak o karanlık pusu bugün hâla aydınlanmadı. Burada başlıca sorumluluk askerî yargıda, özellikle de soruşturmayı yürüten savcıda.
Albay Kazım Çillioğlu soruşturmasının 18 yıl sonra aydınlatan Malatya Özel Yetkili Savcılığı’na sanırım 33 er vakasını aydınlatma gibi yeni bir görev daha düşüyor.
Hürriyet’ten Gülden Aydın’ın, o katliamdan sağ kurtulan yedi gaziyi yan yana getirmesi bence hayırlı oldu. Ancak haberin iç sayfadaki girişinde daha çok eski Hürriyet’e yakışır talihsiz bir benzetme yapılmış. Haberde, Bingöl’deki katliamdan sağ kurtulanlara devletin yeterince ilgi göstermemesi, Uludereli köylülere verilen tazminatla karşılaştırılarak dramatize ediliyor. Şöyle: “Hayatta kalanların yaraları iyileşse de ruhları hep kanıyor. Kahroluyorlar, devletin bunca yıldır kendilerini yok saymasına, bir gazi beratını çok görmesine, bu karanlık pusuyu aydınlatmamasına ve bir kaçakçı kadar değer vermemesine...”
Tamam, ortada dramatik bir durum var elbet. Ama böyle “34 Uludereliye karşı 33 er” karşılaştırması yapmak biraz fazla zorlama olmuyor mu?