'Cinayetleri asker işledi demek edepsizliktir'

'Cinayetleri asker işledi demek edepsizliktir'
T24 - 12 Eylül darbesine zemin hazırlamak için o dönemki cinayetleri askerin işlediği iddialarına yanıt veren 1980 darbesinin lideri, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, “Bu edepsizliktir… Vicdansızlıktır… Asker vatandaşını öldürür mü… Bu iddiaları yayanlarda Allah korkusu yok mu?" dedi.Evren bu açıklamayı Sözcü gazetesinde Ertuğrul Akbay'a yaptı. Akbay'ın Evren'le yaptığı (5 Ağustos 2010) söyleşi şöyle:İnsanın köşesinde yorum yapması bence haber bulmaktan…Röportaj yapmaktan daha kolaydır. Hatta bazı ünlü! Monşer köşe yazarları gibi viski veya pahalı Fransız şarabını yudumlarken…O anki kafana göre…Çıkarına göre…İstediğini batırır… İstediğini göklere çıkartırsın…Sıkıştığında da, ben bu konuda böyle düşünüyorum, dersin.Ben gazetecilik hayatımda 45 yılımı doldurdum.Ama, bir tek tekzip bile almadım. ***Biriyle röportaj yapmak ise, hepsinden zordur.Zira, ilgi toplayacak bir röportajda zamanlama çok önemlidir.Röportajı yapılan şahsın kişiliği, durumu çok önemlidir.ve O'na sorulacak soruların...Ve alınan cevapların okuru tatmin etmesi çok, ama çok önemlidir.Hele, hele bu, Kenan Evren gibi aını tarihe yazdırmış bir kişi olursa O'na sorulacak soruların önemi çok daha fazladır.Kenan Paşa'ya her şeyi sormalıydım.Halkın kafasına takılan...Halkın arasında konuşulan...Cevabını herkesin kendisine göre verdiği soruları da sormalıydım.Halk arasında en çok konuşulan...Kulaktan kulağa yayılıp doruğa varan dedikodu ise;12 Eylül darbesine zemin hazırlamak için asker tarafından yapıldığı iddialarıydı...Hatta... Hatta daha geçen günlerde...Bir televizyon kanalında bir öğretim üyesi...Asker tarafından, yakın dönemde de binlerce yargısız infazın gerçekleştirildiğini iddia etmişti.Kenan Paşa'ya işte bu iddiaları sordum:Paşa beni korkuttu!Sordum ama, bin kez de pişman oldum.Zira, bu durum üzerine Paşa’nın yüzü mosmor oldu.Gözleri faltaşı gibi açıldı.94 yaşına basan Kenan Paşa… Daha hastaneden yeni çıkmış…Nekahat dönemindeydi…İçimden, eyvah, dedim.Paşaya bir şey olacak…Keşke bu soruyu sormasaydım…Paşa gözlerimin içine dik dik baktı.Sonra da, çok kızgın ve boğuk bir sesle adeta bağırırcasına;Bu edepsizliktir. Çok çirkin bir iftiradır.Vicdansızlıktır.Asker hiç kendi vatandaşını öldürür mü?Bu iddiaları yayanlarda hiç Allah korkusu yok mu?Asker vatanı… Halkı için görev yapar. Bunun için ölümden korkmaz.Türk askeri işte böyledir.Böyle bir dedikodu ancak ülkeyi bölmek… Vatandaşı birbirine düşman etmek isteyenler tarafından çıkartılabilir…Yazık… yazık… Çok yazık…Bunu duymak beni fazlasıyla üzdü...Müdahale fikri nasıl geldi?Kenan Paşa’ya müdahale fikrinin nasıl geldiğini sordum.Bana şöyle anlattı;21 Nisan günü İstanbul’da adliyeye götürülen 23 siyasi ve adli tutuklu cezaevi arabasından kaçtı.Sanki, vaktiyle “Cezaevleri yol geçen hanı oldu” diyen Demirel ile alay ediliyordu.23 Nisan günü ise, Tarsus’ta yolu tıkayan göstericilerle güvenlik kuvvetleri arasında çıkan çatışmada 9 kişi…Ve Türkiye’nin diğer şehirlerinde 11 olmak üzere bir günde 20 kişi öldürülmüştü. Artık ölü sayısı yavaş yavaş 20’lere dayanmaya başlamıştı…Hiç unutmuyorum…24 Nisan tarihli not defterime şunları da yazmıştım;Durum hiç de iyi değil. Hiçbir şeyin halledildiği yok. Galiba sonunda bu işe müdahale etmek zorunda kalacağız. Kuvvet komutanları ile yaptığımız görüşmede önümüzdeki haftayı da beklemenin uygun olacağı neticesine vardık.Eğer durum böyle devam eder ve partiler bu anlayışsızlık içerisinde olurlarsa bir müdahaleden başka çıkar yol kalmıyordu…Korkaklıkla itham edildim! İşte ilk müdahale fikri bu tarihte kafamıza yerleşmeye başladı.Gerçi her an bir müdahale zorunluluğu ile karşı karşıya kalabileceğimiz ihtimalini aklımızdan çıkarmıyor…Ve hazırlıklarımızı ona göre yapıyorduk.Ancak, mecbur olmadıkça da bu yola başvurmamaya ben şahsen kararlıydım.Zira, bundan önce yapılan 27 Mayıs 1960 müdahalesi ile 12 Mart 1971 müdahalesinin yurdumuza…Ve özellikle Silahlı Kuvvetlerimize verdiği maddi ve manevi zararları görmüş ve içinde yaşamıştım.Tekrar böyle bir durumla karşı karşıya kalmamamızı gönülden temenni ediyordum.Derhal bir müdahalenin gerekli olduğuna inanan çevrelerin…Beni korkaklık, pısırıklıkla itham ettiklerini tahmin ediyordum.Bu yönde mektuplar da alıyordum.Fakat, ne derlerse desinler…En son dakikaya kadar, meşhur tabirle;Bıçak kemiğe dayanıncaya kadar sabretmeye kararlı idim.İstiyordum ki;Eğer mücadeleden başka bir yol kalmadığından dolayı müdahale gerçekleştirilecek olursa, millet de buna inanmalı… Ve kabul etmeliydi…Çünkü, bu sefer gerçekleştirilecek bir müdahaleyi 27 Mayıs’ta olduğu gibi bir partiye dayanarak… Ondan güç alarak değil…Milleti arkamıza alarak, onun desteğini sağlayarak yapmamız gerekliydi…Erbakan’ın kadayıfı!Nisan ayının sonuna geldiğimizde…Anarşik olaylar mütemadiyen tırmanma gösterirken…Demirel hükümetini dışarıdan destekleyeceğini söyleyen Erbakan milletle alay eder gibi…Demirel’i ziyaret ediyor…Ve basının önünde Demirel’e getirdiği kadayıf tepsisinden kadayıf ikram ediyordu.O dönemi yaşamamış olanlar bunun anlamını kavrayamayabilirler.Onun için bu kadayıf meselesini izah etmek istiyorum…Hükümetin icraata başladığı sırada Başbakan Demirel 100 günlük bir icraat programı yaptığını ilan etti.İşte, bu yüz gün dolduktan sonra Erbakan, hükümetin bu süre içerisinde bir şey yapamadığını ileri sürerek, ‘zaman zaman fırına sürdüğüm kadayıf tepsisine bakıyorum… Yavaş yavaş kadayıfın altı kızarmaya başladı’ der…Ve sözde bu hükümetin de sonunun geldiğini alaylı bir şekilde ima etmek isterdi.Şimdi, kadayıf tepsisi ile Demirel’e gelip pişmiş olan kadayıftan ona ikram etmek suretiyle…Artık, senin de sonun geldi demek istiyordu…Böyle gayri ciddi bir partinin başkanının sözü ile yola çıkmanın hali elbette bu olurdu.Demirel’in büyük hatası!Maalesef Cumhuriyet Halk Partisi de…Adalet Partisi de bu parti ile koalisyon kurdu.Fakat her ikisi de hüsrana uğradılar.Bu iki büyük parti birbiri ile bir araya gelemiyor da…Böyle bir partinin başkanına güvenerek koalisyon kuruyor Demirel…Milletin büyük bir çoğunluğunun da akıl erdiremediği nokta işte budur.Bu ufacık parti senelerce iki büyük partiyi elinde oynattı.…Ve memleketin mukadderatı üzerinde maalesef söz sahibi oldu.Erbakan’ın bu tutumu karşısında;Demirel’in kendisinden, Adalet Partisi hükümetini destekleyip desteklemeyeceği konusunda ciddi bir söz alması gerekirken… Hükümetten ayrılmama pahasına Erbakan’ın bu koş olmayan sözde esprisine cevap veriyor.Kadayıfı afiyetle basın mensupları önünde yiyor.Ve sonra da; Hoca benim kilomun eksikliğini fark etmiş… Onu tamamlamaya çalışıyor, demek suretiyle mukabil espri yapıyordu.Millet kan ağlarken bunlar milletin gözünün içine baka baka…Sanki milletle alay ediyorlardı.Bunlar kadayıf yerken!Bu ay içerisinde yurt sathında 803 olay olmuş...27 Aralık 1979’da ilk uyarı mektubumuzu yapmıştık…Ve bu olaylar sonucu 247 vatandaş ölmüş… 475 vatandaş yaralanmıştır…Cumhurbaşkanı’na verdiğimiz uyarı mektubu Cumhurbaşkanı tarafından Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanları’na iletildi.Bu arada, Başbakan’a da yapılması gereken işlerle ilgili bir liste vermiştik.Ancak, o gün hiçbir işlem yapılmadığını… Sanki, mektup verilmemiş gibi bir vurdumduymazlık içinde bulunduklarını…Bizi oyalayarak zaman kazanmak istediklerini ortaya koydular.İkinci uyarı mektubu!Bu durum karşısında acaba ne yapmamız gerektiğini değerlendirdik…İkinci bir uyarı mektubunun verilmesi üzerinde durduk…Fakat, daha sonra bu fikrimizden vazgeçtik…Zira, böyle bir mektubun verilmesi ülkede siyasi tansiyonu arttırmaktan…Muhalefet partilerine ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’ne, mevcut iktidarı devirmeleri için fırsat vermekten başka bir fayda sağlamayacağına inanıyordum.Cumhurbaşkanı hala seçilemiyor…Dolayısıyla Meclis de muayyen günlerde toplanıp bir veya iki tur seçim için oylama yapmaktan başka bir işle meşgul olmuyordu.Bunun neticesi anarşi ile mücadele için beklediğimiz kanunların hiçbiri bu durumda ele alınamıyorlardı.Durumu anlatıyordum ama!O zamanın Savunma Bakanı olan A. İhsan Birincioğlu ile bir araya geldik.Kendisine yine Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunu açtım.Bu iş halledilmedikçe Meclis’in hiçbir işe el atacağı yok.Cumhurbaşkanlığı makamı bu kadar hafife alınamaz.Hem millete ve hem de dünyaya rezil oluyoruz.Başbakan’a söyleseniz de, bu mesele artık halledilse…Zira, Silahlı Kuvvetler olarak biz de endişe duyuyoruz, dedim.Birincioğlu bu hususu defalarca Başbakan Demirel’e söylediğini…Bu akşam Başbakan’ın benimle bu konuyu konuşacağını söyledi.Hakikaten, Demirel akşamüzeri beni Hariciye Köşkü’ne çağırdı.Bir saate yakın görüştük.Fakat, hiç Cumhurbaşkanı seçiminden bahsetmiyordu.Güneydoğu Anadolu’daki bölücü ve anarşik olaylardan bahsediyor…Bunların bir türlü önlenemediğinden şikayet ediyordu.Maksadını anlamıştım.Beni oyalamaya çalışıyordu…Kendisine;Bugüne kadar gelmiş geçmiş iktidarların… O bölgede uyguladıkları yanlış politika yüzünden yörenin patlamaya hazır barut fıçısı haline geldiğini anlatmaya çalıştım…Öte yandan, Diyarbakır’da sıkıyönetimin ilk anda değil…Sonradan, ilan edildiğini söyledim.Neyse, Demirel bu konu üzerinde fazla durmadı.Bu arada, kendisine Cumhurbaşkanlığı konusunu açtım.Bir an önce meselenin halledilmesi gerektiğini söylemek zorunda kaldım.Bunun üzerine bana şöyle dedi;Evet… İş o noktaya geldi. Yugoslavya Cumhurbaşkanı Mareşal Tito’nun cenaze töreni için Belgrad’a gideceğim.Belli ki bizi oyalıyordu!Orada Ecevit’le buluşacağız. Kendisiyle bu konuyu konuşacağım, dedi.Sanki, Türkiye’de konuşmak mümkün değilmiş gibi Yugoslavya’da cenaze töreninde buluşacak…Ve bu kadar mühim bir konuyu ayak üzeri konuşacaktı…Belli ki, bizi oyalıyor… Zaman kazanmak istiyordu.Bu görüşmemizden sonra iyice kanaat getirdim ki…Başbakan Demirel bizi yanlış yollara sevk etmek istiyor.Neyse…Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunu bitirip başka konulara geçtik..Bu arada Başbakan Demirel bana;Asla kabul edemeyeceğim bir teklifte bulundu…Bu teklifine şiddetle karşı çıktım…