Çinli muhalif sanatçı Ai Weiwei: Haklar, savunulduğu sürece vardır, savunmazsanız yok olurlar

Çinli muhalif sanatçı Ai Weiwei: Haklar, savunulduğu sürece vardır, savunmazsanız yok olurlar

Ilgın Yorulmaz | Tokyo

Japonya’nın kültür alanında Nobel Ödülü sayılan Praemium Imperiale’nin heykel dalında bu yılki kazananı Çinli muhalif sanatçı ve aktivist Ai Weiwei oldu.

Yıllardır Çin dışında sürgün hayatı yaşayan Weiwei, ödülünü almak için geldiği Tokyo’da özgürlükler ve temel haklar için verdiği savaşla ilgili BBC Türkçe’ye konuştu.

Ai Weiwei, 1997 yılında Birleşik Krallık’tan Çin’e geçen ve Asya’da insan hakları ve özgürlüklerin kalelerinden olan Hong Kong’un son yıllardaki durumunu işaret ediyor.

Hong Kong’da güvenliği sağlama gerekçesiyle Çin hükümetinin 2020 yılında yürürlüğe koyduğu Ulusal Güvenlik Yasası’na değinen Çinli sanatçı, bunun sonucunda son 25 yılda gelinen noktada Çin ve hakimiyetindeki bölgelerde kendisi gibi demokrasi yanlısı kişi, grup, dernek, medya kuruluşları ve işçi sendikalarının hedef alındığını söylüyor.

Baskınlar, tutuklamalar, soruşturmalar ve varlıkların dondurulması gibi uygulamalar sonucunda insanların, en temel hak ve özgürlüklerine yapılan bu saldırılara artık tahammülünün kalmadığını ancak ses de çıkaramadıklarını anlatıyor.

Weiwei, yaptığı basın toplantısında 10 yıldır Şi Jinping’in mutlak hakimiyetindeki Çin’de basın ve ifade özgürlüğünün olmayışını da eleştiriyor.

Çin’in Batılı değerleri almadan kapitalist bir sisteme dönüşmek istemesinden rahatsız olduğunu söyleyen Weiwei, Çin’i üç kuşaktır yönetenlerden biri olan, odağına ekonomiyi ve bireylerin refahının artmasını alan ve “Haklar veya özgürlükleri düşüneceğinize önce zenginleşin” diyen Deng Xioping zamanından beri gelinen noktanın üzücü olduğunu belirtiyor.

Weiwei, bugün ülkede sayıları binlere varan milyarderlerin bile özgürlüklerin kısıtlanmasından paylarını aldıklarının altını çiziyor ve “Artık en önce servet yapayım şeklinde konuşmuyorlar” diyor.  

Çin Komünist Partisi, geçen hafta yapılan olağan kongresinde ülkeyi 10 yıldır yöneten Başkan Şi Jinping’e daha önce görülmemiş biçimde üçüncü defa beş yıllık yetki vermiş ve bir anlamda ülkenin ömür boyu “imparatoru” haline gelen Jinping’in politikalarına destek çıkmıştı.

- Dünyada ifade özgürlüğü ve insan haklarının durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?  Örneğin şu an Çin’in yönetimi altındaki Hong Kong’da yaşananlar? 

2020’de Ulusal Güvenlik Yasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra bunu “Hong Kong’un tabutuna çakılan son çivi” olarak nitelendirmiştim. Ondan önce bağımsız ve otonom olan Hong Kong demokratik bir yerdi. Şimdilerde Çin’in Sincan veya Şangay gibi herhangi bir bölgesine dönüştü. Belki sırada Tayvan var.

‘Assange suçluysa ifade özgürlüğünü unutun gitsin’

- Bir defasında sizi tutuklayan bir polis memurunun “Sürekli özgürlük istediğini söylüyorsun ama bu uğurda hapse düşüp kendi özgürlüğünü kaybediyorsun. Buna değer mi?” şeklindeki basit sorusunun sizi epey düşündürdüğünü söylemiştiniz. Gerçekten de komünist ve otoriter bir ülkede özgürlük savaşı vermek ve bazı değerleri savunmak bir ömre değer mi? 

Evet, bu çok gerçekçi bir soru ve beni epeyce düşündürüyor. Herkes için özgürlük isterken gün gün, hatta saniye saniye kendi özgürlüğünüzü kaybediyorsunuz. Bu uğurda pek çok yoldaşım, yakın arkadaşım ve tanıdıklarım hapse atıldı, unutuldu. Şimdi isimleri bile bilinmiyor. Halbuki bir hareketin öncüsü falan değillerdi. Sadece temel insan haklarını savunuyor ve talep ediyorlardı ama özgürlüklerini kaybettiler. Böyle insanlar dünyanın pek çok ülkesinde hapsi boyluyor.

Julian Assange mesela… Kendisini Ekvador'un Londra Büyükelçiliği’nde ve tutulduğu hapishanede ziyaret etme fırsatım oldu. Mahkemesine de katılıp dinledim. Şimdi 175 yılla yargılanmak üzere Amerika’ya geri iade ediliyor. Halbuki yaptığı tek şey, Wikileaks adıyla bağımsız ve araştırmacı bir platform sunmaktı ve bu da halkın bilgi alma özgürlüğü için çok önemliydi.

Eğer o suçluysa, basın özgürlüğünü de ifade özgürlüğünü de unutun gitsin. Böyle insanları korumazsak modern toplumun çok önemli değerlerini de kaybederiz. Bugün Çin’de yöneticiler Julian Assange ve Edward Snowden vakalarının sonuçlarına bakıp Batı’nın basın ve ifade özgürlüğüyle dalga geçiyor.

- Uygur Türkleri ve Türkiye Türkleri aynı kökene sahip ama Uygur Türkleri’nin insan haklarını ihlal eden Çin karşısında Türkiye’nin etkili bir biçimde sesini yükseltemediği eleştirisi var. Buna katılıyor musunuz?

Benim babamı vaktiyle Sincan’a, yani Uygurlar’ın olduğu yere sürgüne yollamışlardı. İnsan hakları konusu o kadar geniş bir coğrafyayı etkiliyor ki. Bu hakları hafife alırsak veya onlara nasılsa hep sahip olacağımızı düşünüp tembelleşirsek sonu iyi olmaz.

Haklar, savunulduğu sürece vardır. Onları savunmazsanız yok olurlar. Türkiye’nin de özgürlüklerle ilgili her ülke gibi kendi sorunları var. Ama İngiltere de kısa süre önce ülkedeki mültecileri Ruanda'ya göndermeyi düşünüyordu. Haklar konusunda hangi ülke hangisinden daha ileri veya kim kimden daha üstün nasıl karar verilecek?

Ai Weiwei kimdir?

Şiir, fotoğraf, heykel ve belgesel filmlere uzanan geniş bir yelpazede eserler veren 65 yaşındaki Çin asıllı sanatçı ve aktivist Ai Weiwei bugün modern sanat dünyasının en ünlü isimlerinden biri.

Kendi yarattığı Fake adlı markası altında çalışmalarını sürdürüyor.

Çocukken babasının politik faaliyetleri nedeniyle ailece Uygur azınlığın yaşadığı Sincan’a sürüldü.

Baskı ve sansüre karşı duruşu, onu sık sık Çin hükümeti ile karşı karşıya getiriyor.

2015 yılında hakkında iddianame bile hazırlanmadan hapse atıldıktan sonra  Çin dışına çıkmasına izin verildiğinden beri Avrupa’da sürgün hayatı yaşıyor ve oradaki insan haklarını da eleştiriyor.  

Bir dönem İngiltere’de yaşadıktan sonra şimdi Portekiz’de yaşıyor ve Almanya’da çalışıyor. Çin’de kalan 90 yaşındaki annesini göremeden ölmekten korkuyor. 

Sanatından çok politik duruşuyla anılmaktan artık çok da hoşnut olmadığını anlatan Weiwei, “Belki kendi kişisel hayatıma daha çok önem vermeliyim. Sonuçta bu dünyada sınırlı zamanımız var” diyor.