'Cinsellik savruluşunda, öncülüğünü yaptığımız 'cinsiyetsiz bacı' girişiminin sonuçlarını hissediyorum'

'Cinsellik savruluşunda, öncülüğünü yaptığımız 'cinsiyetsiz bacı' girişiminin sonuçlarını hissediyorum'

Star gazetesi yazarı Siber Eraslan, Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nureddin Yıldız’ın “bir kadının çalışmayı tercih ederek fuhuşa hazırlık yapmış olduğu” sözlerine ilişkin olarak “Çalışma hayatında yorgun düşmüş emekçi kadınları, kocalarını yeterince tatmin edemedikleri için neredeyse suçlamakla sorun çözülmüyor...” diyerek eleştirdi. Eraslan, “Hele buradan erkeklere has cinsel iştihayı mazur görülmesi gereken bir hal olarak sunmak... İlkin erkekler için haksızlık değil mi? Erkek milleti akıl yoksunu, taciz ve saldırganlığı her an doyurularak sakinleştirilmesi elzem bir cins midir?” dedi. 

Kendi dönemlerinde kadına biçilen rolle ilgili özeleştiri getiren Eraslan, “Bizim kuşağın da atladığı, görmezden geldiği, önemsizleştirmeye çalıştığı şeyler yok muydu? Elbette vardı, sonuçlarına hep birlikte katlandığımız... Hatta bugünün patlak vermiş aşırı cinsellik savruluşunda bile, bizim öncülüğünü yaptığımız ‘cinsiyetsiz bacı’ girişiminin sonuçlarını hissediyorum ben” ifadelerini kullandı.

Daha önce “Duyarlı Müslüman bir hanım, internet gibi insandan cine kadar herkese açık ve bir daha kapatılamayan bir ortama fotoğraflarını nasıl koyabilir” açıklaması ile tartışma başlatan Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nureddin Yıldız, "bir kadının çalışmayı tercih ederek fuhuşa hazırlık yapmış olduğu" görüşünü savunmuştu.

Sibel Eraslan’ın Star gazetesinde “‘Bacı’nızdan bir kaç kelam erkek ‘kardeş’lere” başlığıyla yayımlanan (7 Aralık 2014) yazısı şöyle:

 

‘Bacı’nızdan bir kaç kelam erkek ‘kardeş’lere

 

Nurettin Yıldız Bey’in kadınlar ve erkekler bağlamında yaptığı bir konuşma üzerinden bizler sigaya çekiliyoruz. Toplumda sözü dinlenen bir kimsedir, fikir ve tecrübe farklılıklarımız var elbette. Ama konuşmanın kadının çalışması ve aile ilişkilerinin yaşadığı sarsıntı bağlamındaki kısmı, ortalığı karıştırmaya yetti... Konuşmasında; çalışma hayatının kadınlar için sakıncalarından çok, erkeklerin kendilerini kontrol etmekten yoksun bir cins olarak tasvir edilişi sarsıcıydı bence...

Uzun yıllar kadınların eğitim ve istihdam hakları için mücadele eden bir kimse olarak, meseleyi cinsler arası çarpışmadan çok, iktidar ve gücün, üretim ve paylaşımı çerçevesinde değerlendiriyorum ben. Kapitalizmin sınırsız rekabet ve güç birikimi üzerinden kurduğu hayata bakış, bu şekliyle kontrolsüz ve insani değerlerden yoksullaşmış halde sürdüğü müddetçe, insan insanın kurdu olmaya devam edecek... Ezilenlerle üste çıkanların arasında giderek açılan aks, adaletsizliği katmerlendirerek sürüklüyor...

İnsanlar ve özellikle aile içindeki ilişkileri tek bir kulvar üzerinden anlamaya çalışmak ciddi bir daralmaya götürüyor bizi. Kadınla erkek arasındaki temel bağlamı biyoloji ve cinsellik üzerinden kurduğunuzda sözgelimi, bunun siyasal düzlemdeki karşılığı, devlet/birey ilişkisi bazında; genetiğe, ırkçılığa dayanır... Evet biyoloji önemli, ama insan bedeninden ibaret değil. Ruhu, düşünce dünyası, kalbi var, en önemlisi onuru var...

Bir de kültür ve sosyolojisi var işin... Medine’ye hicretten sonra, Mekke’den intikal etmiş muhacirlerin, kadınlarımızın huyu değişti buraya geldikten sonra, Mekke’deyken bizlere daha itaatkarken, buradaki hanımlara bakarak seslerini yükseltmeye başladılar diye dert yanan sahabelerin hali mesela. Mezkur anlatı, sadece siyer veya hadis konusu değil, içeriğinde kültürel farklılıklara ve sosyolojiye de temas eden gerçekleri taşıyor. 

Benim yetiştiğim yıllarda, İslam kadını, kendisini gelenekten ve ataerkilden uzak tutmaya dair titiz bir söylemin öncülüğünü yapardı sözgelimi. Ev işleri, ev içi kimlik ve annelikten ibaretleşmiş geleneksel birikim ciddi eleştiriye tabi tutulurdu. Giyim kuşamda sadelik önemliydi, kapitalizmin tüm uzantıları, gösteri halindeki sergilenen zenginlik, sadece eleştirilmez, aşağılanırdı da... Ama şimdinin sosyolojisinde, bizim bu titizliklerimizi çoğu kez can sıkıntısı ile karşılayan bir nesil var...

Kadın-erkek ilişkisinde de ciddi değişimler yaşandı son 20 yılda... Mümin erkeklerle Mümin kadınlar birbirinin velisidirler bağlamında kurduğumuz cinsler arası dayanışmayı, paylaşımı, yardımlaşmayı, arkadaşlığı, yoldaşlığı önceleyen bakış açısının yerini... Kadını da erkeği de koygulu bir cinsellik şablonuna mahkum eden başka bir dalga aldı... Moda dergilerinde tek derdi süslenip gezip tozmak olarak resmedilen, şuh ve cazibedar başka bir genç kadın var sürümde olan...

Bizim kuşağın da atladığı, görmezden geldiği, önemsizleştirmeye çalıştığı şeyler yok muydu? Elbette vardı, sonuçlarına hep birlikte katlandığımız... Hatta bugünün patlak vermiş aşırı cinsellik savruluşunda bile, bizim öncülüğünü yaptığımız “cinsiyetsiz bacı” girişiminin sonuçlarını hissediyorum ben... Biz hep ideal toplum inşasına inandık, bu bizi zaman zaman sert kıldı, kendimize dair olanı, ferdiyeti hep erteledik ütopik sonraki zamanlara, hatta mutluluk gibi çok naif bir dileği bile ahrete erteledi benim kuşağım... Şimdi “keyif” diyorlar mesela gençler. Karpediem her şeyin önünde, anın içinde yaşanacak haz, yeni neslin temel içgüdüsü... Kuşaklar arasındaki bu cidden aykırı sosyolojiyi de düşündüm ben Nurettin Yıldız’ı dinlerken...

Çalışma hayatında yorgun düşmüş emekçi kadınları, kocalarını yeterince tatmin edemedikleri için neredeyse suçlamakla sorun çözülmüyor... Hele buradan erkeklere has cinsel iştihayı mazur görülmesi gereken bir hal olarak sunmak... İlkin erkekler için haksızlık değil mi? Erkek milleti akıl yoksunu, taciz ve saldırganlığı her an doyurularak sakinleştirilmesi elzem bir cins midir?

Cengiz Aytmatov’un diliyle soracak olursak... Hani sevgi, emekti?