Clinton'ın 1999'daki TBMM konuşması

Clinton'ın 1999'daki TBMM konuşması
Eski ABD Başkanı Bill Clinton'ın 15 Kasım 1999'da TBMM'de yaptığı konuşmanın tam metni:Değerli Meclis üyeleri, Benim ve ailem için ve delegasyonumuz için, bu Meclisin önünde bulunmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum ki, bu, Türk egemenliğinin temsili olan bir Meclistir ki, arkamda yazılı kelimelerin de belirttiği gibi, bu "Egemenlik, kayıtsız, şartsız milletindir." Amerika'nın dayanışma hislerini iletmeye geldim. Ulusal bir trajedi sırasında, ortaklığımızın ve stratejimizin önemini belirtmek için geldim. Uzun süreden beri dostuz. 1863 yılında, Amerika Birleşik Devletleri dışındaki ilk Amerikan koleji -Robert Kolej- kapılarını Türkiye'nin gençlerine açtı; Boğaziçi kenarında bulunmasına izin verilen tek yabancı enstitü idi. Bunun kesin sebebi, Amerika'nın, Türk egemenliğine hiçbir zaman tecavüz etmemiş olmasıydı. Başlangıcını ülkelerimize borçlu olan bu okuldan Sayın Ecevit'in mezun olmuş bulunmasından gurur duyuyorum. Bu yüzyılın başlarında, Türkiye Cumhuriyetinin büyük kurucusu Kemal Atatürk, Amerika'nın hayallerini, cesur reformlarıyla yakaladı; Kendisine, İkinci George Washington adı verilmişti, Time Mecmuasının kapağında yer aldı, Kongre üyelerimizle yazışmalarda bulundu ve biz de, sefaretimizi, buraya, Ankara'ya, Anadolu'nun kalbindeki bu şehre taşıdık. 1927'de, altı gün süren konuşmasında, bu Meclis önünde, Atatürk, Türkiye'nin dünya ülkeleriyle olan ilişkilerini değerlendirirken, bence, Amerika'ya bir kompliman yaptı ve "diğerlerine nazaran, Amerika Birleşik Devletleri, daha kabul edilir bir ülkedir" dedi. Sizlere, hâlâ daha nazaran, daha kabul edilir olmak için, daha kısa bir konuşma yapacağım; ama, Türkiye ile ilişkilerimizi gözden geçirmek isterim. Soğuk savaşın başlangıcında, Başkan Truman, Türkiye'nin bütünlüğünü korumak için, Amerika'nın kaynaklarını seferber edeceğini ilan etti. Truman doktrini, ilişkimizi kaynaştırdı ve Amerika'nın soğuk savaş sonrası ilişkilerinin temelini oluşturdu. 50 yılı aşkın bir süredir, müttefikliğimiz, zamanın karşısında kuvvetli durmuş ve Kore'den Kosova'ya kadar bütün imtihanları geçmiştir. Bütün Amerikalılar adına, yarım yüzyıllık dostluk, güven ve karşılıklı saygıdan dolayı, sizlere teşekkür ediyorum. Soğuk savaş sona erdikten sonra, mükemmel bir şeyi keşfettik. Basitçe, ilişkilerimizin, Sovyetler Birliğiyle karşı karşıya olduğumuz zamandaki kadar önemli olmadığını ve aslında, soğuksavaş sonrasında, ortaklığımızın çok daha önemli olduğunun farkına vardık. Birlikte, NATO'yu, 21 inci Yüzyılın taleplerine adapte ediyoruz; Balkanlarda ve Ortadoğuda barış için ortaklık yapıyoruz; tüm bölgeye yardımcı olacak yeni enerji kaynakları geliştiriyoruz. Geçen yılki ticaretimiz 6 milyar doların üzerindeydi; son beş yılda, ticaretimiz, yüzde 50'den fazla artmıştır. Eski Cumhurbaşkanınız Turgut Özal'ın vizyonu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakan Ecevit'in devam eden liderliği ve Türk insanının dinamizmi sayesinde, Türkiye, bölgesel büyümenin motoru haline gelmiştir. Önümüzdeki aylarda, çoğu enerji sektöründe olan, Türkiye'ye yeni iş imkânları getiren ve ülkelerimizi daha da yaklaştıran, milyarlarca dolar değerinde yeni projeleri birlikte başlatacağız. Bu Meclis, Türkiye'yi yeni yüzyıla götürmek için, halihazırda cesur adımlar atmıştır. Amerikan basınının bunu iyi dinlemesini istiyorum: Haziran ve eylül ayları arasında, bu Meclis, olağanüstü 69 yeni kanun geçirdi -bunu, eve dönünce, bizim Kongremize de anlatacağım- ama, şunu da anlıyorum; sadece sayısı değil, önemli olan, bu kanunların kalitesidir. Sosyal güvenlik konusunda dönüm noktasında olacak bir yasa, Uluslararası Tahkim Kanunu, bankacılık reformu; bu kanunlar cesaret ve vizyon gerektirmiştir. Anladığım kadarıyla, şimdi de, aynı cesaret ve vizyonu gerektiren zor bir bütçe kararıyla karşı karşıyasınız. Sağlam bir bütçe geçirebilirseniz, bu, ekonominizi güçlendirecektir ve Amerika Birleşik Devletlerinin kuvvetli bir şekilde desteklediği IMF Stand-by anlaşması beklentisini ilerletecektir. Yeni binyılın başlangıcında, farklı geçmişlerden, bugün kutladığımız, birbirimize yaklaşmaya giden yolculuğumuza yansıyacak ender bir şans doğmuştur. Yeni binyıla girerken ortaklığımızı daha da geliştirmeliyiz Bugün, hepimiz, Mustafa Kemal Atatürk'ün sayesinde buradayız. Çünkü, kendisi, Ankara'yı başkent olarak seçti; sadece Ankara'yı başkent olarak seçtiği için değil ve Türkiye'nin geleceğinin, bu gururlu Meclisin sembolize ettiği demokrasiye bağlılığını sağladığı için. Yaptıklarının çoğunu, Batılı güçlerden destek almadan, hatta onların muhalefeti karşısında, onlar Türkiye'yi parçalamaya çalışıp küçük bir ülke haline getirmeye çalışırken yaptıklarını hatırladıkça, kendisinin büyüklüğünü bir kez daha anlıyor ve etkileniyorum. Ancak, bunlara rağmen, kendisi, Türkiye'yi içine kapamayıp, dünyaya açtığını da göz önüne alınca, büyüklüğü gözümde daha da artıyor. İyi veya kötü, o zamanların olayları, Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ve yeni Türkiye'nin yükselmesiyle, bu yüzyılın tüm tarihini şekillendirdi. O imparatorluğun yıkıntılarından, Bulgaristan'dan Arnavutluk'a, İsrail'e, Arabistan'a ve Türkiye'nin kendisine kadar, yeni uluslar ve yeni ümitler doğdu; ancak, eski düşmanlıkların kaybolması zor oluyor. Sınırların değiştirilmesi ve gerçekleşmeyen iddiaların karışımından bir asır süren çelişkiler oluştu; bunlar, Birinci Balkan Savası ve Birinci Dünya Savaşıyla başladı, Ortadoğu ve eski Yugoslavya'da bugünkü çelişkilere kadar uzadı. 20 nci Yüzyılı anlamak için, Türkiye'nin tarihi, bir anahtardır; ancak, ben inanıyorum ki, Türkiye'nin geleceği, önümüzdeki binyılın ilk yüzyılının şekillenmesinde de son derece önemli bir rol oynayacaktır. Bugün, birkaç dakika ayırarak, buna neden böyle inandığımı anlatmak istiyorum. İnsanlar, harita çizebilmeye başladıklarından bu yana, Türkiye'nin coğrafyasının sabit gerçeklerine dikkat çekmişlerdir ki, Anadolu, kıtalar arasında bir köprüdür; Boğazın en yakın noktasında, 1 kilometreden kısa bir mesafe Avrupa ile Asya'yı ayırır. Sizlerin inşa ettiğiniz köprüler, Türkiye'yi her gün daha da saran ticaret ve dünyanın tüm bölgelerine anında bağlayan haberleşme devrimi sayesinde, aslında, kıtalar arasında ayırım da kalmamıştır. Türkiye'nin Doğu ile Batı'yı birleştirebilmesindeki başarısı, bu coğrafyayı göz önüne alınca, daha da önem kazanmaktadır. Yaklaşık, tümü, demokrasi ve barışa aktif düşmanlık içerisinde olan veya demokrasi ve barışı sağlayabilmek için büyük engellerle mücadele eden komşular tarafından etrafınız kuşanmıştır. Güneydoğuda İran, kapalı ve açık bir toplum savunucuları arasında olağanüstü tartışmalara şahit olurken, Irak, kendi halkına kendi baskı yapmaya, komşularını tehdite ve toplu imha silahları arayışına devam ediyor. Kuzey Irak'taki Çekiç Güç operasyonundaki desteğinizden dolayı size teşekkür ediyorum. Bu, Kuzey Irak'taki insanları korumamıza, Saddam'ın baskısını azaltmamıza ve cesurca karşılaştığınız 1991 yılındaki mülteci krizinin yeniden yaşanmasına mâni olmaktadır. Adil, detaylı bir barış kurabilmek için çok iyi bir imkân doğmuştur. Türkiye, İsrail ve Arap ülkelerine bağlantılarından dolayı, barış için bir güçtür. Kuzeybatıdaki Balkanlarda son on senede yedi yeni demokrasi doğmuştur ve dört savaş yüzbinlerce masum hayata mal olmuştur. NATO bünyesindeki Türk güçleri bu savaşların sona ermesine yardımcı olmuştur ve bu sayede, yüzyılın insan hakları ve insan itibarına olan güçlü bağlarını sergileyerek son bulmasını sağlamıştır. Bugün, kalıcı barış için el ele çalışıyoruz; sadece etnik temizliği ortadan kaldırmaya değil, Balkanlara huzur ve refah getirmeye çalışıyoruz. Doğuda Sovyetler İmparatorluğunun harabelerinden 12 tane bağımsız devlet ortaya çıktı. Dünyada, şu anda, özellikle onların sağlam ve demokratik toplumlar haline gelmelerine yardım etmekten daha büyük bir görev yoktur. Bu görevde, aynı şekilde, Türkiye, özellikle aynı dil, tarih ve kültürü taşıyan devletlere ulaşmakta hep önder olmuştur; fakat, hâlâ yapılacak çok şey var. Rusya'nın önemli demokratik devrimini tamamlamasına yardımcı olmalıyız. Rusya'ya, terörizmle verdiği savaşın doğru olduğunu; fakat, sivillere karşı kaba kuvvet kullanmanın yanlış olduğunu, bunun, Rusya'nın çözmeye çalıştığı sorunları daha da ciddî hale getireceğini anlatmalıyız. Dağlık Karabağ'daki sorunların çözümü için uğraşmalıyız. Bölgenin enerji kaynaklarını, yeni kurulmuş bağımsız devletlerin kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak ve Türkiye ile Avrupa'nın büyümesine yardımcı olacak şekilde güvenlik altına almalıyız. Tüm bu zorlukları, dünya milletlerinin neredeyse üçte birinin bu hafta İstanbul'da katılacağı AGİT zirvesinde konuşma şansı bulacağız. Geriye baktığımızda ve gelecek nesillere baktığımızda iki değişik istikbal hayal etmek mümkün; fazla zorlanmadan, bir pesimist kişi karanlık bir gelecek görebilir: Barış yolları parçalanmış bir Ortadoğu, Saddam'ın kontrol altına alınmayan saldırganlığı, Ortaasya ve Kafkaslarda yıkılmış demokrasiler, bölgede yayılan aşırı uçlaşma ve terörizm, Balkanlarda yükselen şiddet, Pakistan ve Hindistan'da önlenemeyen bir nükleer gerginlik; ancak, bir de farklı bir vizyon var ki, bu da, güçlü bir Türkiye'yi gerektiren, dünyanın yol kesişiminde üç büyük inancın birleştiği, haklı rolünü oynayan Türkiye ile zenginliğin yükseldiği ve çatışmaların azaldığı bir gelecek; toleransın, inancın bir parçası olduğunu ve terörizmin saçma bir inanç olduğuna inanılan bir gelecek; insanların inançları doğrultusunda hareket edebileceği ve geçmişlerini ilan edebilecekleri, kadınların eşit saygı gördüğü, milletlerin geleneklerini korumak ve dünyadaki yaşama ayak uydurmak arasında ayrıcalık görmediği bir gelecek; farklılıklarımızı ve insanlığımızı koruyan, insan haklarına saygının arttığı bir gelecek ve özellikle, çoğunluğu Müslüman olan milletlerin, Müslüman olmayan milletlerle ortaklığının arttığı, insanların küçük ya da büyük ümitlerini yerine getirmek için beraber çalışılan bir gelecek. Ümit ediyorum ki, gelecekte bir Amerikan devlet başkanı Müslüman kültürü olan bir ulusa hitap ederken, birbirinden çok değişik üç ülke olan Endonezya, Nijerya, Fas'ın ilerlemelerinin hepimize eskimiş uygarlıkların çatışması sorununu unutmamızı sağladığını söyleyebilsin. Atatürk'ün 75 yıl önce söylediği gibi "ülkeler değişebilir; fakat, uygarlıklar bir bütündür." Başkan Kennedy de aynı şeyi söylemişti Berlin'de "özgürlükler bülünemez" derken... Bütün bunlar doğrultusunda, bölgede ve dünyada milyarlarca insanın geleceği, bu odadaki 25 yıl boyunca alınacak kararlara bağlı. Bu insanların hepsinin, Türkiye'nin kendini güçlü, laik, eleneklerine saygılı, geçmişinden gurur duyan; ama, Avrupa'nın da tam bir parçası olan bir ülke haline gelmesinden çıkarları var. Bu, çok çalışma, vizyon isteyen bir görev; ama zaten çoğunu yaptınız; Özal'ın reformları, bu Meclis'in kararları ve Türk insanının her gün binlerce yoldan enerji dolu ve sorumlu bir sivil toplum olma çabası. Beraber yaratmak istediğimiz gelecek, Türkiye'nin evindeki demokrasiyi derinleştirmesiyle başlıyor. Bu ilerlemeyi Türk insanından daha fazla kimse istemez. Birleşme başlattınız; işkenceye karşı emirlerle, politik partilerin haklarını koruyan yeni bir yasayla, Meclisin yaptıkları ve dinamizmle. Türkiye'deki Kürt vatandaşların doğuştan hakları olan normal bir hayatı yakalayabilmeleri için yollar açılıyor; fakat, hakkında ülkelerimizin ilk kez yakın temas kurduğu 50 sene öncesinden bahsedilen Evrensel İnsan Hakları Deklarasyonunun söz verdiklerini yakalayabilmek için daha yapılacak çok şeyler var. Bu ilerleme, yeni yüzyıla girerken, Türkiye'nin inancının ve başarısının en büyük göstergesi olacak. Herkesten daha net olarak, en çok, en net olarak, Atatürk'ün, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusunun söylediği şu sözlere katılıyoruz: "Egemenlik, korku üzerine kurulmamalıdır." Amerika'nın, Avrupa'nın veya herhangi birinin sizin geleceğinize yön vermeye hakkı yoktur. Bu hakka sadece siz sahipsiniz. Demokrasi, bu demektir. Bu konular üzerinde durmamızın sebebi, bahsettiğim sebeplerden dolayı, Türkiye'nin başarısında derin bir çıkarımız olmasıdır. Biz kendimizi, sizin dostunuz olarak görüyoruz. Şunu da hatırlayınız ki, benim geldiğim ülkede herkesin eşit yaratıldığı inancı vardır; ama, bizde de kölelik vardı, kadınlar oy kullanamıyordu ve ben, realizasyonun mükemmel olmayan şekillerini de biliyorum. Biz de Amerika'da uzun bir süreçten geçtik; ancak, bu seyahat, değer bir seyahat olmuştur. Sorunlu yüzyılımızdan aldığımız ders odur ki, yazarlar ve gazeteciler kendilerini özgürce ifade ettiklerinde, sadece temel haklarından birini kullanmakla kalmayıp ekonomik kalkınma için önemli olan fikir alışverişini de körüklemektedirler. Böylelikle barış korunur. İnsanlardaki normal olan farklılıklardan söz etmenin barışçı yolları sağlandıkça, barış sürdürülebilir. İnsanlar kültürlerini ve inançlarını başkalarının haklarına mâni olmadan kutlayabildikleri sürece, ılımlar, aşırı uç haline gelmezler. Geleceği belirlemenin ikinci bir yolu da, Ege bölgesindeki gerginliği azaltmaktır. Bunun yapılabilmesi için, Türkiye ve Yunanistan'ın çok çalışması gerekmektedir. Bu zorlu ilişkideki derin tarihi, inanın bana, anlayabiliyorum; fakat, insanlar, yeni ve daha iyi bir tarihin yaratabileceği imkânları görmeye başlıyorlar. Başbakan Ecevit'in Hükümeti, bu yolda önemli atılımlar yaptı. Kendisinin, bana önceden söylediği bir şeye katılıyorum. Sizi ayrı tutan bir tarih ve coğrafya kadar, sizi birleştiren bir tarih ve coğrafya da var Ege'de. Yunanistan da barış için riske atılıyor ve daha önce hiç olmadığı kadar, Türkiye'nin geleceğinin Avrupa'da yattığını anlıyor. Balkanlardaki dengeyi sağlamak için birleştiniz ki, Türkiye veya Amerika'ya nazaran, onlar için çok daha zordu bu atılım. İki milletin insanları, ağustostaki deprem trajedisinde ve tekrar, geçen haftaki korkunç depremde birleştiler. Bu depremlerde bir yakınını veya evini kaybeden her insanın bildiği gibi, bunlar, Türk veya Yunan trajedileri değil, insanlık trajedisiydiler ve dünya, bu iki milletin birbirine karşı sergilediği insancıl davranışı asla unutmayacaktır. Kıbrıs'ta adil bir anlaşmanın sağlanması için de beraber çalışmalıyız. İki tarafın, dün, Genel Sekreter Annan'ın davetini kabul etmelerini de sevinçle karşıladım. Amaçları, Kıbrıs sorununun toptan çözümü hakkında anlamlı görüşmelerin tabanını hazırlamaktır. Ümit ediyorum ki, bu görüşmeler, bizleri kalıcı barışa bir adım daha yaklaştırsın. İnanıyorum ki, görüşmelerin sonucu ulaşılmış bir çözüm, iki tarafın da temel isteklerini yerine getirmenin yoludur. Son olarak, beraber yaratmak istediğimiz gelecek için, Avrupa'daki yandaşlarımız tarafından öngörüye ihtiyacımız var; bölünmez, demokratik ve tarihte ilk kez barış içerisinde olan Avrupa vizyonumuzun Türkiye'yi kucaklamadan gerçekleşmeyeceği öngörüsü. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Topluluğunun bir üyesi değildir; fakat, ben, devamlı, Avrupa'nın bütünleşmesinin daha hızlı ve daha ileri gitmesini destekledim ve bu, Türkiye'yi de kapsar. Hâlâ Avrupa'ya dar bir görüşle bakanlar var. Onların Avrupa'ları, şu dağlarda veya şu su kütlesinde veya daha da kötüsü, insanların Tanrı'ya daha değişik şekilde ibadet etmeye başladıkları yerlerde bitebiliyor; fakat, büyüyen ve ümit saçan bir topluluk, Avrupa'nın, bir yer olduğu kadar, bir fikir olduğunu da kabul ediyor. Bu fikir, insanların, farklılıktan -fikir, kültür ve inanç farklılığından- güç alabileceğidir. Bunda, demokrasi ve insan haklarının önemi büyüktür. Genelde, Batı dediğimiz, nitelendirdiğimiz bu topluluk, eğer bir fikir ise, bunun kararlaştırılmış bir doğu sınırı yoktur; özgürlüğün gittiği yere kadar uzanabilir. 10 yıl önce, bu ay, Berlin Duvarı yıkıldı; Avrupa'nın üzerinden bir perde kalktı. Bu yıldönümünü en iyi kutlamanın yolu, bu özgürlük hissini yeni nesle hissettirmektir. 1989 yılında, gözümüze ilişen, birleşmeyi tamamlamanın en iyi yolu, tüm güneydoğu Avrupa'nın, Avrupa fikrine ve birliğine dahil etmektir. Bu, Sırbistan'da demokrasi demektir; bu, Ege' de barış demektir; bu, Avrupa Birliğine tam olarak kabul edilen, başarılı ve demokratik bir Türkiye demektir. Bu binyılın başında, o kadar ümitlerimiz var, gurur duyacağımız çok şeyler var; fakat, asla unutmamalıyız ki, Türkiye, bir zamanlar en az bizim kadar optimist olan birçok uygarlığın harabeleri üzerine kurulmuştur. Onların uğradığı sona uğramamak için, ümitlerimizi ve sözlerimizi, elle tutulur eylemlerle desteklemeliyiz; hâlâ önümüzde bulunan zorlukları görmeliyiz ve tarihe dönüşen şu yüzyılda, bize, her şeyi veren güvenimizi kaybetmemeliyiz. Türkiye, birçok engeli aşarak, kısa zamanda çok ilerledi. Sadece 61 yıl evvel, bu hafta, Atatürk vefat etmişti. O zamanlar, Başbakan Ecevit, vefat etmiş bir öndere saygılarını sunmak için Saraya gelen okullu çocuklardan biriydi. Sizler, hepiniz, onun, sonlara doğru, bencillikten tamamen uzak olarak, bir nesilden diğerine ve her yeni nesile tavsiyelerini emretmek gibi, kendisi için düşünmeye devam eden, düşüncelerini daima tartarak gözden geçiren ve demokrasiyi şekillendiren gençlersiniz. Türkiye'nin bu yüzyılda yarattıkları, insanların kendilerine daha güzel bir gelecek hazırlama yolunda yapabileceklerinin canlı bir örneğidir. Önümüzde imtihan edilmemiş yeni bir yüzyıl bulunmaktadır; bu, büyük bir fırsattır. Bu odada başlayan ve halen yükselmekte olan demokratik devrimi derinleştirerek, Türkiye, vatandaşlarına iyi hizmet etmekten daha da fazlasını yapabilir. Sizin örneğinizle ve sizin çabanızla, Türkiye, dünyanın ilham kaynağı olabilir. Teşekkür ediyorum.