Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı, Malta vergi cennetindeki şirketleri olduğu ortaya çıkan Başbakan Binali Yıldırım'ın çocukları için "Kurumsal vergi kaçıyorlar" dedi. Bursalı, "Yıldırım koltuğunda ne kadar kalabilecek?" diye sordu.
Bursalı'nın "Tarihsel dip noktada ABD - Türkiye... Ne olur?" başlığıyla (7 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Aile efradının Malta vergi cennetindeki şirketleri deşifre edilen Başbakan(*) ABD’ye gitti. İkinci Başkan ile görüşecek. Bu yolculuğun Cumhurbaşkanı’nın izniyle yapıldığı açık. Dış ilişkiler ve bu tür temaslar tamamen Cumhurbaşkanı’nın yetkisi dahilindedir. Anımsayın, Başbakan iken Ahmet Davutoğlu Beyaz Saray ile randevu ayarlamıştı, RTE’nin bilgisi dışında... Ve gidemediği gibi, koltuğunu da kaybetmişti. Başbakan’ın açıklanan resmi programına bakıyorum, olağan işler ve ağırlıklı olarak lobicilik üzerine kurulan bir program...
Bu ziyaret ne zaman gerçekleşiyor? Türkiye ile ABD arasında ilişkilerin tarihin en diplerinde seyrettiği ve Amerikalı komutanların Suriye’de PKK ile dostuz ve iyi işler yapıyoruz dediği bir zamanda. Bu şu demek: PKK terör örgütü evet listemizde yazılı ama gerçekte müttefikiz. Başka? Yaklaşan Rıza Sarraf davasında, Sarraf’ın itirafçı olacağı ve mahkeme dosyasına Cumhurbaşkanı RTE ile ilişkilerin de gireceğinin, Amerikan gazetelerinde açıklandığı bir dönemde. Başbakan’ın resmi programında tabii ki görmeyeceğimiz, Amerikan hükümeti ile ikili görüşmelerde acaba bir pazarlık da gündeme gelir mi? Ne pazarlığı demeyin. Öncelikle Sarraf davası... İktidar, dış politikada yeni bir sayfa açılabileceğinin işaretlerini verip duruyor. Buna NATO üyeliğini de katıp, bir “saf değiştirme paketi”ni, sözel olarak Amerikalılara hissettirirler mi? “Tamamen Batılı müttefik olarak kalırız, ama..” diyerek, Gülen’in iadesini ve PKK ile ilişkilerin kesilmesini de, bir istek olarak böyle bir pakete dahil ederler mi? Resmi olarak değil, bu durumun Türkiye’yi ve kamuoyunu Batı ile ittifakta bir ayırım noktasına getirdiğini, “hissettirerek”...
Sarraf davasında gelinen nokta ve Suriye’deki resmiyet kazanan PKK itirafına bakacak olursak, Amerikan yönetiminin, çizdiği yolda gideceğini söylemek mümkün. AKP iktidarının değişmesine - düşmesine oynadığı görülebilir. AKP, dış politikada büyük bir çöküş yaşadığı gibi, pek çok açıdan içeride de sürdürülemez bir yönetim tarzı izliyor... Ekonomik darboğaz da cabası. Şüphesiz, ABD’nin “hegemonik büyük devlet” olarak, eğer Ankara’dan “saf değiştiririz” gibi bir hissiyat alırsa, buna “boyun eğmesi” zor. ABD, Gülen’i ileride verebilir. Çünkü Gülen artık bir siyasal araç olmaktan çıkmış ve Türkiye’de oyunu tamamen kaybetmiştir. AKP iktidardan düşse bile, ülkemizde hiçbir siyasal gücün, FETÖ’yü bir kaldıraç olarak kullanması ve yeniden iktidar oyununun içine sokması imkânsızdır. Kimse buna cesaret edemez. ABD vizeyi de kaldırabilir. Bu da en kolay iştir ve zaten komiktir.
Bu kadar Amerikan kamuoyuna mal olmuş ve ciddi bir hukuki düzeye ulaşmış bir davayı “düşürmesi”, istese de mümkün değil. PKK’yi Suriye’de kullanmaktan vazgeçer mi? En zor nokta bu. Amerikan politikası bölgede tamamen kontrol edeceği bir Kürt Devleti yaratmaya büyük yatırım yaptı. Bunu başarabilir mi, tartışmalı, çünkü Rusya tarafında Suriye’nin bütünlüğünü koruma kararlılığı var. Ayrıca Irak hükümeti de ülkenin birliğini parçalayacak girişimlere askeri müdahale içinde. ABD bizzat savaşa girmeyi göze alır mı? Bu da tartışma konusu. Özetle, sanırım ABD çizdiği yoldan ayrılmayacak şimdilik ve bizim heyeti sırtını sıvazlayarak geri gönderecek. Tıpkı Cumhurbaşkanı’na son gezisinde yaptıkları gibi.. Zor dönemler...
(*) Şüphesiz bir hukuksuz durum yok, ama derin bir ahlaki sorun var. Ülke kaderinde rol oynayan bir liderin çocukları Malta gibi ülkelerde bol bol şirket kurarak, ülkemizden kurumsal vergi kaçırmış oluyor. Böylece, parraaanın nasıl iktidarın kılcal damarlarında dolaştığını, dillerdeki söylem ile yapılanın birbirine zıtlığını bir kez daha yaşıyoruz. Binali Yıldırım, koltuğunda ne kadar kalabilecek?