Anne ve babalar, çocuklarının en güzel kıyafetleri kirlenmesin diye bir zamanlar “Üstünü kirletme!” diye sürekli bağırırlardı. Tarlalarda koşuştursalar da, ağaçlara tırmansalar da, çamurlu su birikintilerinin içindeki iribaşları yakalamaya çalışsalar da, çocukların beyaz giysilerinin gün daha sona ermeden kahverengiye dönüşmesi kaçınılmazdı.
Bugünse, birçok anne ve baba içten içe çocuklarının biraz kirlenmesini istiyor. Kentleşmenin artması ve bilgisayar oyunlarıyla sosyal medyanın çekiciliği nedeniyle, doğayla temasları geçmişe kıyasla çok daha kısıtlı. Hatta birçoğunun üzerlerini çamura bulama fırsatı bile yok.
Geçtiğimiz günlerde yapılan bir araştırmaya göre, dışarıdaki çamur ve toprak, bağışıklık sistemini eğiten dost mikroorganizmalarla dolu. Bu durum, aralarında alerjiler, astım hatta depresyon ve kaygı bozukluğunun da bulunduğu birçok hastalığa karşı direnç sağlıyor.
Çocukların dışarıda oynamasının psikolojik faydaları biliniyor. Beyinlerimiz tabiatla evrimleşti ve kavrayış sistemlerimiz özellikle dış mekanlara çok daha uygun.
Bu da, beyin daha yorgun ve kolayca bulanabilecek durumdayken doğal ortamların, zihnimizi yeniden şarj etmesini sağlayacak tam da doğru düzeyde uyarı sağladığı anlamına geliyor.
Bu teoriyi destekleyen, 2009’da yapılan bir araştırmada, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (ADHD) olan çocukların, 20 dakika boyunca bir parkta yürüdüklerinde, 20 dakika şehir ortamında yürüdüklerinden daha iyi odaklanabildiklerini gösterdi. Çünkü eşile yakın olmanın zihinleri üzerinde de olumlu etkileri oldu. Araştırmacılar, ADHD hastası çocuklarda “doğa dozları” kullanmanın, bu çocukları desteklemenin güvenli ve daha erişilebilir bir yöntemi olduğunu söyledi.
Bu sağaltıcı etkilerinin yanı sıra, dışarıda oynamak değerli öğrenme deneyimleri de kazandırabiliyor. İtalya’daki Palermo Üniversitesi’nden çocuk nöropsikiyatrisi uzmanı ve öğretim üyesi Francesco Vitrano bu tür terapileri uygulamakta deneyimli bir isim. Vitrano örneğin, çamur ve kum gibi malzemeleri yoğurmak ve şekil vermenin, çocukların duyularını ve duyu motor gelişimi olarak bilinen hareket etkileşimlerini geliştirdiğini söylüyor. Bu, çocuğun yavaş yavaş beden dilini anlamasına yarıyor.
Sınıf ve ev dışındaki bu tür faaliyetler aynı zamanda, çocukların diğer ortamlarda karşılaşılması zor duygularıyla başa çıkmasına da yardımcı oluyor. Kum ve küçük figürler kullanılarak yapılan “Kum tepsisi terapisi” duygusal durumlarını kelimelere dökmekte zorlanan çocuklarda kullanılan ve kabul gören bir yöntem.
Çocuğun fiziksel sağlığı düşünüldüğünde ise, dışarıda oynamanın başlıca yararı egzersiz. Çocuğun, büyük açık alanlarda gücünü ve dayanıklılığını geliştirmesi daha kolay ve bu da obezite riskini azaltıyor.
Ancak son bulgulara bakılırsa, çocukların doğal ortamlarda oynamasının daha birçok avantajı var.
Yeni araştırma, ilk olarak 1980’lerde öne sürülen “hijyen hipotezine” yeni bir bakış sağlıyor. Bu fikre göre 20’nci yüzyılda çocuk enfeksiyonlarında görülen büyük azalma, insanların bağışıklık sistemlerinde istenmeyen bir etkiye yol açtı ve en küçük uyarıcıya karşı bile aşırı bir tepki vermeye başladı. Bu nedenle de astım, saman nezlesi ve gıda alerjilerinde artış oldu.
Günümüzde birçok bilim insanı, örneğin el yıkamak gibi önemli davranışlardan vazgeçirebileceği için hijyen hipotezi terimini kullanmaktan hoşlanmıyor. Colorado Üniversitesi’nden Tamamlayıcı Fizyolji profesörü Christopher Lowry “Kamu sağlığı açısından çok sorunlu” diyor.
Bunun yerine, çocukları hasta edenler değil de, enfeksiyona yol açmayan organizmaların önemli olduğu düşünülüyor. Çoğunlukla zararsızlar ve bağışıklık sistemini potansiyel bir işgalciye karşı aşırı tepki vermek üzere değil, daha ılımlı bir tepki vermek üzere eğitiyorlar.
En önemlisi, vücutlarımız bu eski dostlarla doğada vakit geçirdiğimizde buluşuyor. Şehirleşmenin yaygınlaşması ve dışarıda oynamanın azalmasıyla, birçok çocuk şu anda bunlara maruz kalmıyor. Bu da bağışıklık sistemlerinin herhangi bir tehdide karşı daha duyarlı olması ve aşırı tepki verebilmesi anlamına geliyor.
Bağırsaklarımızdaki dost mikroplar sağlığımızı iyileştirebiliyor ve derimize temas yoluyla da faaliyete geçebiliyorlar.
Çeşitli çalışmalar bu fikri destekliyor. Çiftliklerde büyüyenler, astım, alerjiler ve Crohn hastalığı gibi bağışıklık sistemi rahatsızlıklarıyla çok daha az karşılaşıyor. Bu da görünüşe bakılırsa, çocukluklarında kırsal ortamda, bağışıklık sisteminin daha etkin düzenlenmesini sağlayan çok daha çeşitli organizmalarla karşılaşmaları sayesinde oluyor.
Bu mikroplar; bağışıklık sisteminin sağlıklı bir şekilde uyarılmasını sağlıyor ve bunu büyük ölçüde sindirim sistemi sayesinde yapıyor. Bağırsaklardaki dost mikropların birçok açıdan sağlığımızı iyileştirdiği iyi biliniyor. Ancak çamur terapilerinin sağlığı nasıl etkilediği konusunda araştırmalar yapan İtalyan doktor Michele Antonelli, derimiz yoluyla da harekete geçtiklerini belirtiyor.
Antonelli, derimizde birçok mikrop türü olduğunu söylüyor ve atopik dermatit ve sedef hastalığı gibi sorunların, derideki organizma topluluğunun zayıflamasından kaynaklanabileceğini belirtiyor. Mikrop çeşitliliği, eklem iltihabı gibi hastalıklarla bile ilişkilendiriliyor ve Antonelli “Bu mikrooranizmalar, birçok büyük kronik hastalıkta önemli bir rol oynuyor olabilir” diyor.
Daha da şaşırtıcı olanı, doğadaki dost mikroorganizmaların vücudun strese verdiği tepkiyi bile azaltabilmesi.
Tehdit altında hissettiğimizde bağışıklık sistemi vücuttaki enflammasyonu artırmaya başlıyor. Enflammasyon enfeksiyona karşı vücudun ilk savunmalarından biri olduğundan, bu tepki vücudu yüzleştiğimiz tehditten kaynaklanabilecek fiziksel yaralanmaya karşı korumak için evrimleşen bir tepki. Ancak günümüzde insanların karşılaştığı stres türlerine karşı daha az işe yarıyor.
Kayda değer bir şekilde, çocukluklarını kırda geçirenler örneğin kalabalığa karşı konuşmak gibi stresli olaylara daha makul tepkiler veriyor ve şehirlerde büyüyenlere kıyasla, interlökin 6 gibi enflammasyon moleküllerini daha az üretiyor.