DERİN KOÇER / Londra
Jeremy Corbyn liderliğinde yeni ve daha sert bir sol anlayışla siyasi sahnede değişim yaratan İşçi Partisi, kendi içindeki merkeze yakın, kendini ‘liberal’ olarak tanımlayan mensuplarını bünyesinde tutamıyor.
Bu sabah düzenledikleri basın toplantısı ile partinin içinden yedi milletvekili Corbyn’in liderliğini ve partinin siyasi duruşunu eleştirerek istifa ettiklerini açıkladılar. Yaşanan bu kopuş, 1989’dan bu yana İşçi Partisi içindeki en büyük ayrılma oldu. Vekiller, ‘Bağımsızlar Grubu’ adı ve ‘Politikayı Değiştirelim’ sloganı altında bir araya geldiler.
Bu istifa dalgasının büyümesi, hatta yeni bir merkez-sol parti altında birleşmeleri ihtimali bile siyaset kulislerinde konuşulmaya başladı. Liberal Demokratların lideri Vince Cable da ‘istifa eden vekillerle beraber çalışabileceklerini’ açıkladı.
Yedi vekilin memnuniyetsizliklerinin iki ana sebebi olduğu anlaşılıyordu: Antisemitizm ve Brexit. Basın toplantısında vekiller istifa ettikleri İşçi Partisi’ni ‘kurumsal olarak ırkçı’ diyerek eleştirdiler ve partinin Brexit hususunda seçmeni yarı yolda bıraktıklarını söylediler.
Corbyn’in İsrail’e yönelik negatif yaklaşımı ve Hamas’a dair net eleştiriler getirmemesi, ‘antisemit’ eleştirilerine yıllardır sebep oluyor. Öte yandan Brexit mevzusu ise İşçi Partisi için büyük bir muammaya dönüşmüş durumda.
Ancak istifaların daha temel bir siyasi yaklaşım farkından doğduğu da kesin. Siyasetin sağındaki milliyetçi ve -özellikle Brexit sırasında- aşırı-sağa kayan rüzgarla Corbyn’in radikal sol söylemi, Britanya siyaseti için ilginç bir sayfanın açılmasına sebep olmuştu.
Eski Başbakan Yardımcısı ve Liberal Demokratların eski lideri Nick Clegg, siyasetin dışına çıktıktan sonra kaleme aldığı kitabında bu yeni politik atmosferi, ‘uçlara sıkışmış siyaset’ olarak tanımlıyordu.
Bu yeni statüko, İşçi Partisi içinde yaklaşık yirmi yıl süren ‘yenilenme’ ve ‘merkezleşme’ hareketinin de sonunu temsil ediyordu.
Eski Başbakan Tony Blair liderliğinde başlayan ‘New Labour’ (Yeni İşçi Partisi) söylemi, partinin ekonomik alanda liberal, yani olabildiğince limitli bir devleti destekleyen; sosyal politikalarda ise sola yakın bir bakış geliştirmesini hedefliyordu. Blair, bu yaklaşımı “sosyal-izm” diye anlatıyordu.
İstifa eden vekiller, Corbyn yönetimi ile ‘sonu gelen’ bu liberal bakışa yakınlar. Avrupa idealine inanıyor, merkeze yakın durmaya çalışıyorlar. Bu yüzden de Corbyn liderliğinde doğru temsil edilmediklerini düşünüp yeni bir gruplaşmaya gittiler.
İstifa eden vekillerden Chuka Umunna’nın bu yeni rüzgârın başını çekmesi bekleniyor. Bağımsız vekil, aldığı kararı şöyle duyurdu: “Ben, toplumuma yardımcı olmak ve ülkemi daha iyi bir yer yapmak için siyasete girdim. Bugün aldığım zorlu ve yıpratıcı kararın da temelinde, her zaman inandığım ve değerler ve prensipler vardı.”
Bağımsız siyasi, ‘kuruluşunun ilk aşamasında oldukları’ yeni harekete diğer partilerden de vekilleri davet etti.
Düzenlenen basın toplantısının ardından Umunna’nın The Independent için kaleme aldığı makale de yayınlandı. Umunna, makalede ‘Corbyn’in başbakanlığını destekleyemediğini’ ve ‘partinin yönetici kadrosunun ulusal savunma meseleleri için yeterli donanıma sahip olmadığını’ düşündüğünü söylüyordu.
Umunna’nın aylardır ikinci referandum için çağrı yapan Blair ve ailesiyle yakın ilişki içerisinde olduğu da biliniyor.
‘Bağımsızlar Grubu’, siyasi sahneye hızlı bir giriş yaptığını söylemek mümkün. İnternet siteleri trafik yoğunluğu yüzünden bir saat içerisinde çöktü; Twitter sayfaları 1 saat içerisinde 40 bine kişi tarafından takibe alındı.
İşçi Partisi’nin bazı kesimleri ise istifa edenlere karşı sert tepki verdi. Partinin gençlik örgütü Twitter hesabından ‘Bağımsızlar Grubu’nu kuran vekilleri ‘korkak’ ve ‘hain’ olarak tanımladı. Mesajda örgüt, “Korkaklar alevlense ve hainler alay etse de, kırmızı bayrağı burada dalgalandırmaya devam edeceğiz” dedi.
Kimi partili vekiller de ‘birlik’ çağrısında bulundu.
İşçi Partisi’nin belirlediği programa göre parti, Britanya’yı erken genel seçime götüremediği takdirde ikinci referandum, yani People’s Vote (Halkın Oyu) hareketi desteklenecekti. Her ne kadar ufukta bir erken seçim gözükmese de Corbyn, ülkeyi tekrardan referanduma götürmek için adım atmıyor.
Elbette siyasi hesapların yapıldığı ortada. Partinin yeniden referandumu desteklediği takdirde -gelecek bir seçimde- Meclis’te kaç koltuk kaybedeceğine dair araştırmalar yaptırdığı geçtiğimiz haftalarda basına yansıdı. Parti, bu hesapların belirsizliği yüzünden Brexit meselesinde pasif bir pozisyonda duruyor. Corbyn’in attığı en büyük adım, Meclis’e sunduğu “Avrupa Birliği ile bir tur daha İşçi Partisi liderliğinde pazarlık yapılsın” önerisi oldu.
Partinin liderinin referandum sürecinde de yeterince öne çıkmadığına dair eleştiriler yapılıyor. Britanya halkı ‘AB’de kalmak ile ayrılmak’ arasında bir tercih yaparken ‘kalalım’ diyenleri dönemin başbakanı David Cameron ve yardımcısı Clegg temsil etmişti; ‘çıkalım’ diyenlerin yüzü ise aşırı sağ parti UKIP’in eski lideri Nigel Farage ve sert Muhafazakâr Boris Johnson olmuştu. Corbyn’in sesi, uzaklardan bir yerlerden geliyordu ancak.
Zaten İşçi Partisi’ni yeniden sola çeken liderin AB konusunda soru işaretleri olduğu biliniyor. Parti liderliğine gelmeden önce Corbyn’in Birlik’i ‘imparatorluk hırslarına sahip yeni bir şeytan’ diye tanımladığı da biliniyor.
Corbyn, seçim kampanyasında halka, işçilere şirketlerin hisse vereceğinden, su idaresi gibi kimi temel servis sağlayıcılarının devletleştirilmesine kadar ‘soldan vaatler’ veriyordu. Bu vaatlerin AB şemsiyesindeki bir Britanya’da gerçekleştirilmesinin ne kadar mümkün olduğu ise, büyük bir muamma. Corbyn’in Brexit’teki belirsiz ve şüpheci tutumunun ardında da bu sebeplerin yattığı düşünülüyor.
Umunna, basın toplantısında yaptığı konuşmada da parti çıkarlarının ülke çıkarlarının üzerinde tutulduğu belirtip ekliyor: “Sahip olduğumuz partiler, sorunlarımıza cevap olamıyorlar çünkü sorunların kendisine dönüşmüş durumdalar. Bu eskimiş siyasi anlayışı arkamızda bırakıyoruz artık.”