Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Vahap Coşkun, BDP'nin HDP çatısı altında birleşerek yerel seçimlere girmesinin, BDP tabanında rahatsızlık yarattığını söyledi. Coşkun, "Doğu’da BDP, Batı’da HDP mi? Yoksa bütün Tükiye’de BDP mi ya da HDP mi olacağı hâlâ parti içerisinde tartışılıyor. Bence HDP çatısı altında seçime girmek BDP içinde tasvip edilen bir politika değil. BDP’nin çok sert eleştirdiği bir politika" dedi.
Taraf gazetesinden Bahar Kılıçgedik, Yrd. Doç. Dr. Coşkun’la demokratikleşme paketini, Abdullah Öcalan’ın mesajlarını, KCK tutuklularını, BDP’nin HDP çatısı altında seçime girip girmeyeceği ve Kürt Ulusal Konferansı gibi konularını konuştu.
Öcalan’ın, “Benim konumumun araçsal olmaktan çıkıp, stratejik bir konuma evrilmesi gerekmektedir” diyerek meşru bir siyasal aktör olduğunu tescillemek istediğini belirten Coşkun, BDP’nin HDP çatısı altında seçime girmesinin ise Türk siyaseti açısından haksızlık olduğunu belirtti.
Abdullah Öcalan, son mesajında “Benim konumumun araçsal olmaktan çıkıp, stratejik bir konuma evrilmesi gerekmektedir” dedi... Abdullah Öcalan, bu açıklaması ile iki şeyi ifade ediyor: Kendi koşullarının düzeltilmesini ve dış dünya ile daha rahat irtibat kurmayı, avukatlarıyla görüşmelerini düzenli bir şekilde yapmayı, basınla doğrudan irtibat kurabilmeyi istiyor. Böylelikle kendi fikirlerini kamuoyuna arada herhangi bir aracı olmadan doğrudan iletme şansına sahip olmak istiyor. Öcalan meşru bir siyasal aktör olduğunun tescil edilmesini istiyor. Hükümete söylediği de aslında şu: “Bu süreci başlatan ve PKK’yi buna ikna eden benim, gerek Kürt sorununun çözümünde gerekse Suriye’de herhangi bir şekilde bu sorunu çözmek istiyorsan bunu ancak benimle çözebilirsin.” Öcalan, bunun tescil edilmesini istiyor. “Bu güne kadar PKK’yi ikna etmede benim fikirlerim aracı olarak kullanıldı. Ama artık doğrudan benim aktör olduğumun tescili isteniyor. O aracılıktan stratejik konuma gelmeyi böyle okuyorum” demek istiyor.Yrd. Doç. Dr. Vahap Coşkun’a
Öcalan’ın stratejik konumda yer alma isteği sizce karşılık bulabilecek mi? Bugünden yarına değil ama süreç içerisinde... Hükümet, çok kısa, çok küçük adımlar atıyor, meseleyi zamana yayıyor. Selahattin Demirtaş, Öcalan’ın daha geniş bir odaya alındığını açıkladı. Basında fotoğrafı paylaşıldı. Belki ileriki dönemlerde Öcalan ile bazı gazetecilerin görüşmesine de imkân tanınabilir. Öcalan ile devlet yetkilileri görüştükleri sürece belki bu görüşmeler daha düzenli hâle getirebilir. Avukatları ile görüşmesi için gerekli imkânlar sağlanabilir. Ama Öcalan’ın istediği şekilde onu bir aktör haline getirebilecek bir pozisyon bugün için zor. Bu, zamana yayılarak gerçekleştirilebilecek bir şey. Bu görüşmelerin yapılması noktasında aslında hiçbir sıkıntının olmaması gerekir. Mandela tutukluyken basınla görüştürüldü. Bunun yapılmasında hiçbir sıkıntı görmüyorum. “Halk buna tepki gösterir” argümanını da çok gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Devlet Öcalan’la görüşüyor, PKK ile müzakere yürütüyor. Türk siyaseti için, “Asla böyle bir şey yapılamaz” deniyordu. Şimdi yapılıyor ve halk bunu anlayışla karşılıyor. Sizce süreç nereye doğru gidiyor? Sürecin başlamasında iki önemli aktör var. Taraflar birbirlerini silahla alt edemeyeceklerini bir kere daha test etmiş oldular. 1999’dan bu yana en şiddetli dönemdi. Dönemin sonuna geldiğimizde ne devlet PKK’yi ortadan kaldırabildi ne de PKK amaçladığı devrimci halk savaşını gerçekleştirebildi. Şiddetin çıkar yol olmadığı ortaya çıktı. Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği bir dönemde iç barışı sağlamadığın taktirde bırakın Ortadoğu’da etkili bir aktör olmayı mevcut konumunuzu korumanız mümkün değil. Dolayısıyla burada bir devlet akımının devreye girdiğini ve yeni bir strateji geliştirdiğini düşünüyorum. Nereye doğru gideceğini bugün kestirmek mümkün değil. Bu sürecin en en önemli özelliklerinden bir tanesi belirsiz olması. Genel bir çerçeve var ama bu genel çerçevenin içinin nasıl doldurulacağı tarafların siyaseti ile doğrudan bağlantı. Merakla beklenen demokratikleşme paketi... Demokratikleşme paketinin içinde ne olacağını kısmen tahmin edebiliyoruz; ne olmayacağını da biliyoruz. Çünkü Başbakan, anadilde eğitimin olmayacağını söyledi. Fakat bu kategorik bir reddedişten ziyade zamanla ilişkindir. “Bu konularda adım atmakta zaman önemlidir” dedi. Karşı çıkma argümanlarını ben çok geri argümanlar olarak görüyorum. “Anadilde eğitim memleketi böler biz böyle şeylere imza atmayız” söylemleri çok eski. Bunların üzerinden anadil taleplerini okumak çok mümkün değil. Demokratikleşme paketi konusunda şu an öncelikle KCK tutukluları ile ilgili nasıl bir düzenleme yapılacağı, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) örgüt üyeliği, örgüt içerisinde hiyerarşik olarak yer alma kriterlerine ilişkin bir düzenleme getirileceği merak ediliyor. Terörün tanımına ilişkin bir düzenleme getirilmesi gündeme.
Bu, beklenen düzeyde bir düzenleme olursa KCK’dan dolayı tutuklu olanların tahliyesi gündeme gelebilir. Çünkü KCK dosyalarını genel olarak değerlendirdiğinizde şiddet eylemleri olmadığını görüyorsunuz. Demokratik çerçevede değerlendirilecek çok sayıda eylemin “terör örgütü” tanımı içine alındığını ve bu nedenle insanların hapsedildiklerini biliyoruz. TMK ve TCK’daki düzenleme bu nedenle önemli.
Pakette anadilde eğitimin olmamasını neye bağlıyorsunuz? Seçime giriyoruz ve AK Parti’nin Kürtlerle ilgili bu talepler söz konusu olduğunda başvurduğu genel bir siyaseti var. Bu talepleri en alt seviyeden almak, zamana yayarak karşılamaya çalışmak ve ancak kendisinin uygun gördüğü bir dönemde karşılamak... Bu diğer talepler için de böyleydi. Bunun sürdürülebilir bir politika olduğuna inanmıyorum. Anadilde eğitimi bundan sonra engellemek gibi bir şansı yok. Süreç içerisinde mutlaka olacak, ancak AK Parti bunu ne zaman gerçekleştireceğini kendi planlarıyla belirlemeye çalışıyor. Anadilin hemen kabul edilmesi gerekiyor çünkü bu temel bir hak ve bu hakkın kullanılıp, kullanılmaması insanların iradesine bağlı. Zamanın ruhu açısından baktığımızda anadilde eğitime karşı çıkmanın maddi bir gerçekliği olmadığını düşünüyorum. Bu yaklaşım AK Parti tabanının tutumu ile bağlantılı mı? Kürt siyasetinin içindeki farklı renklerin uzlaştıkları temel nokta anadilde eğitim. Dolayısıyla anadilde eğitimde adım atmak genel olarak Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunan bir adım; aynı zamanda Kürt meselesinde önemli bir virajın dönülmesi manasına da geliyor. Halk nezdinde buna karşı ciddi bir tepki yok. AK Parti tabanında da buna karşı tepki yok ve bu güne kadar kültürel olarak atılmış adımların hiç birine AK Parti tabanı herhangi bir tepki göstermedi. TRT Şeş’in açılmasında, okullara Kürtçe müfredatın girmesinde vs. Burada siyasi kaygıdan ziyade demokratik zihniyet ile ilintili bir problem var. AK Parti’nin anadilde eğitimi kabul etmesi ile herhangi bir oy kaybı yaşayacağını da düşünmüyorum. Daha fazla oy da alabilir. Böyle bir adım atmakla bu tür sorunlar yüzünden AK Parti’ye mesafeli duran Kürtlerin oylarını da alabilir. Gerçekten anadilde eğitimi kabul etmek Kürt sorunu noktasında devletin zihni dönüşümünü de ifade eder. Dolayısıyla bu AK Parti için artıya dönüşebilir. Demokratikleşme paketinden, beklenen taleplerle ilgili düzenlemeler çıkmazsa nasıl bir sürece girilir? Selahattin Demirtaş, son yapılan görüşmede Öcalan’ın “Eğer demokratikleşme paketi Türkiye’nin özgürleşmesine katkıda bulunacak olan bir paketse biz bunu destekleriz ama tek taraflı bir paketse bizim bunu desteklememiz düşünülemez” dediğini belirtti. Dolayısıyla Demokratikleşme paketinin içeriği stratejik önem taşıyor.
“Demokratikleşme paketinden beklenen elde edilmezse tekrar şiddet başlar” düşüncesine sahip değilim. O zaman Kürt siyaseti belki daha fazla sokağa çıkar. Demokratik eylemlerini daha fazla yapar. Selahattin Demirtaş, Mayıs ayında verdiği bir röportajda “Bu süreç içerisinde hükümetten atılmasını beklediğimiz demokratik adımlar var ama bu demokratik adımlar atılmadı diye Kürt meselesi tekrar şiddete geri dönecek değil. Biz o zaman hükümeti demokratik olarak daha fazla zorlayacağız” demişti. Bunun hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum. Halkın endişeleri, kaygıları, tatmin olmama noktasında bazı sıkıntıları olsa bile bu sekiz aylık süreç halk tarafından benimsendi. Bu hem Türkiye’deki genel kamuoyu ve Kürtler açısından böyle. Kamuoyunu tatmin etmeyecek bir şeyle tekrar çatışmaların başlamasını iki tarafın da göze alabileceği kanaatinde değilim.
Türk siyasetinde kökleşmiş bir parti olan BDP’nin seçimlere HDP çatısı altında girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan bir süre önce Selahattin Demirtaş şöyle bir açıklama yapmıştı: “Doğu’da BDP, Batı’da HDP ile seçimlere girebiliriz.” Temmuz’da yapılan görüşmeden sonra Öcalan, iki parti ile seçime girmenin yanlış olduğunu, tek partinin çatısı altında buluşmak gerektiğini söyledi ve BDP’nin kendini feshederek HDP’ye katılmasını istedi. HDP’nin de kongre yaparak eşbaşkanlık sistemine geçmesi gerektiğini dile getirdi. Eşbaşkanlardan birinin Kürt diğerinin ise Türk olmasının uygun olacağını, bu konuda Ertuğrul Kürkçü ile Sebahat Tuncel’i düşündüğünü söyledi. Ertuğrul Kürkçü ise kendisine böyle bir teklif geldiğini doğrulayarak bundan onur duyacağını söyledi.
Herhalde böyle bir yapılanma oluşacak; ancak seçimlere hangi formülle girecekleri hâlâ tartışma konusu. Doğu’da BDP, Batı’da HDP mi? Yoksa bütün Tükiye’de BDP mi ya da HDP mi olacağı hâlâ parti içerisinde tartışılıyor. Bence HDP çatısı altında seçime girmek BDP içinde tasvip edilen bir politika değil. BDP’nin çok sert eleştirdiği bir politika. Ben de bunu çeşitli açılardan yanlış ve hatalı buluyorum. Çünkü kapatılan kurumların büyük bir kısmı marjinal yapılar. Türkiye halkında onlara yönelik bir sempati uyandırmak söz konusu değil. Daha önceki seçimlerde de bunun bir benzerini yapmıştı ciddi sıkıntılar çıkmıştı. Bu partilerin çok radikal bir söylemleri var. Bunlar, Türkiye toplumuna gerek ekonomik, gerek siyasal açıdan uymuyor. HDP çatısı altında olanların çözüm sürecine bakışı tam olarak nasıl? HDP çatısı altında olanların önemli bir kısmı AK Parti’yi mutlak bir kötülük sembolü olarak görüyor. Dolayısıyla Kürt siyaseti ile AK parti arasında herhangi bir olası işbirliğini çok büyük bir tehdit olarak nitelendiriyorlar. Nitekim bu barış süreci başladığında PKK ve BDP’ye yöneltilen eleştirilerden en önemlisi neden AK Parti ile bu sürece girildiğiydi, Gezi sürecinde BDP’ye yapılan eleştiri eylemlere neden toplumsal destek vermedikleri yönündeydi. Bu üç sebep açısından baktığımızda bence ciddi manada bir sıkıntı var.
BDP’nin HDP çatısı altında seçime girmesi nasıl bir sonuç doğurur? BDP, Kürt siyasetinde en uzun yaşayan bir parti ve son derece önemli tarihsel bir tecrübe de biriktirdi, siyaset içerisinde ciddi çalışmalar yaptı şimdi bu birikimi bir anda bir tarafa bırakarak onu ortadan kaldırmanın Türk siyaseti açısından çok büyük bir haksızlık olacağını düşünüyorum. HDP başlığı altında girilecek bir seçimden BDP’nin bir başarı elde edebileceğini düşünmüyorum. BDP kendi varlığını devam ettirmeli. Bu Türkiyeleşme dediğimiz şey sosyolojik bir şey ve BDP ister istemez Türkiyelileşiyor zaten. BDP’nin Adana’da, Mersin’de, İstanbul’da milletvekilleri var. Ege’de İç Anadolu’da belediye başkanları var, yarın büyük bir ihtimalle Ege’de de milletvekili çıkaracak. BDP sosyolojik olarak Türkiyeleşiyor. Siz sadece bazı aktörler üzerinden Türkiyeleşmeye çalışıyorum diyorsanız bunun bir anlamı yok. Bunun gerçekliği olmaz çünkü o aktörlerin kendisinin Türkiyeleşme ile ilgili ciddi problemleri var. O nedenle BDP kendi varlığını devam ettirmeli. Siyasetini devam ettirdikçe Türkiyeleşme konusunda çok rahat bir şekilde mesafe alabilir. BDP’nin Türkiyeleşmek için HDP gibi bir çatıya ihtiyacı yok.