Coşkun Irman: Küçük Osman benim

Coşkun Irman: Küçük Osman benim

T24 - ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’nin senaristi Coşkun Irmak, hikâyesiyle milyonları ekranlara kilitleyen minik Osman’ın kendisi olduğunu açıkladı. Irmak, ‘Osman seri katil olacak mı?” sorusuna “Katil olmayacak. Ama yazarlık yakışır Osman’a” cevabını verdi.

Habertürk gazetesinden Oya Doğan'ın "Osman benim" başlığıyla yayımlanan (4 Eylül 2011) röportajı şöyle:Osman benimBaşladığı günden beri en sıkı takipçileri arasındayım 'Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin. Bazen ağlayarak, kimi zaman da "Yok artık, bu kadar da olmaz" diyerek izliyorum. Ana en çok da evinde yaşanan bu kadar olaya karşı umudunu kaybetmeden hayata tutunup, iç sesiyle vicdanımıza dokunan küçük Osman'ın kim olduğumu merak ederek... Dizinin gerçek bir hikâyeden esinlenerek yazıldığını biliyorum. Bir yıldır bulmaca çözer gibi tahminler yürütüyorum ve tüm ipuçları senarist, yazar Coşkun Irmak'ı gösteriyor. Ama kendisine bir türlü ulaşılamıyor. Sonunda Irmak'la geç kalan görüşmeyi gerçekleştirdik. Hatta heyecandan uyuyamadan dersime iyi çalıştım. 25 yıldır yazar olan ve ilk dizi senaristliği 'Öyle Bir Geçer Zaman ki' gibi bir dizi olan Irmak'ın geçmişini araştırdıkça karşıma bir deniz çıktı. Tiyatroya gönül veren, oyun yazan, Devlet Tiyatrosu'nda yöneticilik yapan Irmak, Diyarbakır'dan Van'a, Ankara'dan Bursa'ya nerede kendisine ihtiyaç varsa soluğu orada almış. 50 yıllık hayatına 13 kitap sığdırmış. Önümüzdeki ay 'Değişmenin Aynaları 2' adlı kitabı çıkıyor. O nedenle altını çizerek "Ben senarist değilim, yazarım" diyor. Yeni sezon hakkında ser verip sır vermiyor. Ama "Her gecenin bir sabahı vardır. Hep gece olmaz" diyerek bu sezon daha güçlü bir Cemile izleyeceğimizi ima ediyor.

Çocukluğunuza dönsek... Gözünüzün önüne kaç yaşındaki haliniz ve nasıl bir ev geliyor?

5-10 yaş arasındayım. "Dünya var, bir de onun üzerinde ben varım" ayrımlarını hissetmiş ve sorular sormaya başlamışım. Dertli bir ailem var. İki ağabeyim, bir ablamla Kozyağı'nda oturuyoruz. Evde herkes benden çok büyük olduğu için özgürlük duygusunu arıyorum. Sıkıntılarım var. Evde oturmam isteniyor ama ben dışarı çıkmak, kırlarda, çayırlarda olmak ve hayal dünyamda gezinmek istiyorum. Çünkü orada benim bir sürü ülkem, ormanım, gölüm, nehirlerim var. İçe dönüğüm ve çocuk dünyamda bir sürü macera  yaşayabiliyorum.

Aslında bir sosyologsunuz. Peki, tiyatroya nasıl gönül verdiniz?

Ege Üniversitesi'nde sosyoloji okurken her Türk insanı gibi mecburiyet olarak ben de şiir yazdım. Bu defa "Ben neyim?" demeye başladım. Arayışım sürerken 9 Eylül Üniversitesi'nde düzenlenen Dünya Tiyatrolar Günü broşürü elime geçti. O etkinlikleri izledikten sonra yazar olmaya karar verdim. Okulu bitirip tekrar sınava girdim ve yazarlık eğitimi aldım. O arada evlendim. Devlet Tiyatrosu'na girip 5 yıl Diyarbakır'a, sonra Ankara, Van'a gittim. 25 yıl boyunca sadece yazarlık yaptım. Ağırlıklı olarak tiyatro oyunları yazdım.

Yıllarca yazarlık yaptıktan sonra televizyona geçmeye nasıl karar verdiniz?

Arkadan ittiler. Tiyatroda deniz bitince, "Başka bir şeyi denemek lazım" dedim. Benim bazı notlarım vardı ama sinema filmi mi yoksa roman mı olurdu bilmiyordum. Ama aklımda roman vardı. Bir arkadaşım sektörden birisine notlarımdan söz edince okumak istedi. Birkaç versiyondan sonra bu dizi bazı yapımcılara gitti ama okumadılar bile. Şu anda birileri kafasını çok fena bir yerlere vuruyor. Sonra da bu yola girdim.

"Dertli bir ailem vardı" dediniz. Soyadınız Irmak ve dizideki ailenin soyadı Akarsu. İnsan düşünmeden edemiyor bu aile sizin aileniz mi?

Bir insan kendi hayatını ne kadar yazabilir ya da anlattığının ne kadarı kendi hikâyesidir? Hayatımızı etkileyen başka hayatları çıkardığımızda geriye ne kalır? Hayatıma gerçek ya da hayal olarak girmiş herkes artık benim hayatıma dahildir. Dolayısıyla ben onları anlatırım. Bu açıdan baktığınızda 'Öyle Bir Geçer Zaman ki' dizisi benim hayatımdır. Ama diğer taraftan baktığınızda da ben herkesin hayatını anlatırım. Doğru, bu dizide kendi hayatımdan çok önemli parçalar anlatıyorum ama tamamen aynı değil. Bire bir gerçek olsa bu röportajı yapamazdık. Ben kontrol altında olurdum. Çünkü bu kadar travmayı bir kişi taşıyamaz.

"'Ağlaya ağlaya' abimin şarkısı"

Coşkun Irmak'ın annesi diziyi izlerken Osman'ı dilinden düşürmüyormuş. Ancak 93 yaşındaki annesi iki ay önce vefat etmiş. Büyük ağabeyi Tekel'den emekli, ablası santral memureliğinden emekli olan Irmak'ın küçük ağabeyi ise müzisyen. Hatta Mete'nin İnci öğretmeni için söylediği 'Ağlaya Ağlaya' şarkısı ağabeyine aitmiş. Irmak, "Çocukluğumdan kalan bir şarkı o. Ağabeyime kullanmak istediğimi söyledim. Öyle bir şarkısı olduğunu bile hatırlamıyordu. Eski kasetleri arayarak sonunda bulduk ve kullandık" dedi.

"Erkan Petekkaya için tereddüt ettim"

Dizinin oyuncu kadrosundan çok memnun olduğunu ifade eden Coşkun Irmak, Erkan Petekkaya'nın kendisini şaşırttığını söylüyor: "Erkan tiyatroya girerken ben jürideydim. Güzel yüzlü bir çocuktu. Hatta ilk oyununu beraber sahneye koyduk. Benim aklımda öyle kalmış. O neden le Ali Kaptan olur mu diye tereddüt ettim. Ama bir filmini izledikten sonra gördüm ki, Erkan tam da Ali Kaptan'mış."

"Babam da Ali Kaptan gibi denizci"

1967 yılında siz de dizideki Osman gibi 6 yaşındaydınız. Konuşurken sanki Osman'ı dinliyor gibiyim. Osman siz misiniz?

Osman benim. Bunda gizli kapaklı bir şey yok. Osman kişiliği benim dünyaya baktığım bir tayf. Osman günışığını birçok renge ayrıştırıyor ve bana o renkleri gösteriyor. Yani Osman'dan bakarak görüyorum. Osman'da benden çok şey var.

Osman'ın seri katil olacağı iddiaları var. Bana kalırsa o da sizin gibi yazar olacak...

Seri katil meselesi Erkan'ın şakası. Osman evde kamera gibi geziyor ve biriktiriyor. Bence de yazarlık yakışır Osman'a.

Dizi dört sezon mu sürecek?

Bu bir iş ve onun yürüme koşullan var. O koşullar olduğu sürece devam eder. Bu hikâye o kadar sürebilir diye öngörüyorum. Ama sanat, edebiyat ve sinema gibi hayallerim de var.

Eşiniz yazar mı?

Eşim oyuncu, dizide Selma'yı oynuyor. Bu projede de öykü-geliştirme kısmını o yapıyor.

Peki, babanız Ali Kaptan mıydı?

Benim babam da denizciydi. Babam Ali Kaptan'a benziyor ama benzemeyen yönleri de var. Yazarlar illa kendilerini anlatmak zorunda değildir. Bu ustalıkla alakalı bir şey. Bir karakteri yaratma teknikleri var, ben de onları kullandım. Ayrıca kayınpederim de denizci. Beni tanıyanlar "Kendi ailesini yazmış" derken, eşimi tanıyanlar "Onun ailesini anlatmış" diye izliyorlar.