İmralı’da ömür boyu hapis cezasını çekmekte olan PKK’nin onursal lideri Abdullah Öcalan’a yönelik 46 gün süren kısa vadeli tecride nihayet son verildi. Geçtiğimiz cumartesi günü Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve Pervin Buldan’dan oluşan HDP-BDP heyeti Öcalan’la merakla beklenen görüşmesini gerçekleştirdi.
Bu görüşme, bir süredir ilerlemeyen, hatta AKP Hükümeti’nin adım atmayı kabul etmemesi nedeniyle tamamen duran ‘müzakere’ sürecinin geleceğini belirlemesi açısından önem taşıyordu.
Seçim öncesinde yapılması beklenen bu görüşme, önce seçim ortamı gerekçe gösterilerek, daha sonra da başka nedenler ileri sürülerek engellendi. Görüşmenin ertelenmesi Kürt tarafında gerilimi arttırdı.
Kürt illerindeki çeşitli stratejik noktalarda inşa edilen ve edilmekte olan karakol ve ‘kalekol’ inşaatlarının sürmesi bu gerilimi iyice körükledi. Suriye’de Rojava ile Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki sınırda, Irak Kürdistan Bölge Yönetimi tarafından kazılan kilometrelerce uzunluktaki hendekler Kürtler arasında ciddi tartışmalara yolaçarken, Kürt siyasal hareketi ve bölge halkı bu gelişmelerin sorumlusu olarak AKP Hükümeti’ni gösteriyordu.
Böyle bir ortamda yapılan 30 Mart yerel seçimlerinin ardından Öcalan’la beklenen görüşmenin yapılacağı hükümet tarafından kamuoyuna duyuruldu.
Kürt tarafında ve kamuoyunun bir kesiminde bu görüşmeye büyük önem veriliyordu. Kimi kesimlere göre, müzakerelerin ‘görüşmelere’ evrilebilmesi için bir yıldır ileri sürdüğü talepleri kabule yanaşmayan AKP Hükümeti’ne karşı Öcalan’ın sert bir tavır sergileyeceği, hatta ipleri koparabileceği söyleniyordu.
21 Mart’taki Newroz Bayramı öncesinde de benzer beklentiler dile getirilmişti. Öcalan ise İmralı’dan gönderdiği Newroz mesajında, AKP yönetimine ciddi eleştiriler yöneltmesine rağmen bir yıl önce başlayan sürecin devam etmesi gerektiğini ifade etmişti. Öcalan, bu amaçla bazı yasaların çıkartılmasının ve bazı adımların atılmasının şart olduğunu da yinelemişti.
Newroz’dan bu yana Öcalan’la görüşmeler gerçekleşemedi. Bu süreçte Başbakan Erdoğan Gülen Cemaati ile giriştiği çatışmayı gerekçe göstererek ‘paralel devlet’ iddiasına dört elle sarılırken otoriterliğini arttırdı. Ötekileştirici ve yasakları genişleten tavrını keskinleştirdi. Twitter’a, You Tube’a, hatta son olarak bazı yasakları kaldıran ve bazı yasa maddelerini iptal eden Anayasa Mahkemesi’ne savaş açtı.
Böyle bir ortamda Öcalan’a da adeta kısa süreli de olsa bir tecrit uygulandı.
26 Nisan günü yapılan bu görüşme gerilimi şimdilik hafifletse de kafalardaki sorulara cevap verebildi mi?
Şimdi Öcalan’ın İmralı’dan verdiği yeni mesajları değerlendirerek, yorumlayarak, satır aralarına bakarak bunu anlamaya çalışıyoruz.
Bu amaçla Brüksel’de Kongra-Gel Genel Başkanı Remzi Kartal’la konuştuk.
Öcalan’ın İmralı’dan yaptığı son açıklamaları değerlendiren Kongra-Gel Genel Başkanı Remzi Kartal, Öcalan’ın süreci sırf AKP’ye bağlı olmaktan çıkartarak yaygınlaştırma amacında olduğunu söyledi.
Kongra-Gel Genel Başkanı Remzi Kartal ile İmralı Cezaevi’nde yatmakta olan PKK’nın onursal başkanı Abdullah Öcalan’ın, geçtiğimiz cumartesi günü gerçekleşen son görüşme sırasında yaptığı açıklamaları, tıkanan ‘müzakere’ sürecini, cumhurbaşkanlığı seçimini, yeniden yapılanan HDP’den beklentileri konuştuk.
BDP-HDP heyeti geçtiğimiz cumartesi Abdullah Öcalan’la 46 günlük kısa dönemli bir tecrit sürecinden sonra yeniden görüştü. Öcalan’ın seçim sonrası açıklamaları merakla bekleniyordu.
Bu son açıklamada önceki açıklamalara göre ne gibi farklılıklar var?
Seçimlerden sonraki ilk görüşme önemliydi çünkü seçimlerden önceki süreçte adım atmayan, sürece yönelik yükümlülüklerini yerine getirmeyen AKP hükümetine seçimlerden sonrası için bu son tarih verilmişti. Öcalan tarafından ve seçim sonucunda bir bütün olarak sürecin değerlendirilmesi ve atılacak adımların belirlenmesi söz konusuydu ama bu görüşme de zamanında yapılmadı.
Bir kasıt var mıydı?
Kasıt değil de bir siyasi taktik uygulandı. Görüşme konusunda hükümetin tamamen bu sürece yönelik bir konseptle Öcalan’ın yanına gitmesi ve daha önce yürütülen tartışmaların ışığında belli konuların, daha önce belirlenen sürecin yasal alt yapısının oluşturulması, yasal alt yapısına ilişkin adımlar atılması başta olmak üzere, üçüncü bir gözlemci grubun sürece ilave edilmesi, kamuoyuna yönelik aydınların bazı örgütlerin medya mensuplarının İmralı’ya gitmesi gibi...
Seçimlerden sonra adalet bakanı bir ara BDP heyetine, hafta sonunda gidilebileceğini belirtmişti ama bu daha sonra ertelendi. Bu arada kendisiyle (Öcalan’la) devletin iki görüşme yaptığını öğreniyoruz.
Sebebi de şu. Demek ki bu süreçte, seçimden sonra, öyle anlaşılıyor ki ilk görüşmede üzerinde tartışma olan konularda anlaşma sağlanamadı, bunun üzerine hükümet de görüşmenin yapılmasını uygun görmedi. O ortamda başkanın vereceği mesajların hükümeti zorlayabileceğini düşünerek, bir anlaşma zemini yaratılmadan kendileri açısından bu görüşmeye izin vermediler.
Onun için tekrar devlet heyetiyle bir görüşme daha yaptılar.
Peki bu görüşmelerin sonucunda bir anlaşma sağlanabildi mi ki bu görüşmeye izin verdiler?
Bizim elimizdeki bilgilere göre böyle bir şeyin olmadığını biliyoruz.
İkinci görüşmede ortaya çıkan şey heyetin yaptığı açıklama ile sınırlı.
Görünen o ki, Öcalan bu görüşmede sürecin karakterinin değiştiğini ifade ederken, yani hem çözüm adımlarının atılabileceğini hem de çatışma zeminin oluşabileceğini söylüyor.
Hükümet isterse derinlikli çözüm adımları atmak suretiyle sürecin olumlu gelişmesini sağlayabilir, bu konuda olumlu rol oynayabilir diyor.
En önemli tespitlerden biri budur.
İki olasılığı eşit olarak, atbaşı düşünüyor herhalde?
Bu tespit, AKP Hükümeti’nin seçimleri de atlattıktan sonra dahi hala belirgin, somut bir konseptinin olmadığını gösteriyor.
Hükümetin bir konsepti olsaydı, böyle atbaşı çatışma ve çözüm sürecinin birlikte olduğu bir tespit yapmazdı Öcalan.
Böyle bir tespit aynı zamanda yeni bir uyarıyı mı içeriyor?
Şüphesiz bu hem kamuoyuna, hem sürece, hem Kürt hareketine hem de hükümete yönelik bir uyarıdır. Biz, hareket olarak, AKP’nin bir çözüm konsepti olmadığını ve hatta çözümün muhatabı olmaktan çıktığını hep söyledik.
Ve dolayısıyla çözümün geliştirilmesi konusunda doğrudan Kürt hareketi ve Türk demokrasi hareketinin, bir bütün olarak barıştan, demokrasiden yana olan bütün hareketlerin doğrudan sorumluluk alması gerektiğini ifade ettik.
Süreci sırf AKP’ye bağlı olmaktan çıkartarak daha bir yaygınlaştırma amacı mı güdüyor?
Zaten bu süreç geçen yıl Newroz’dan bu yana ele alındıgında AKP’nin artık çözüm süreci içinde olmadığını, AKP’nin bu süreci kendi lehinde çatışmasız bir ortamda olabildigi kadar, sürdürebildiği kadar sürdürmeyi ve süreci kendine göre götürme amacında olduğu çok açıktır.
Bu durumda Öcalan ve Kürt siyasi hareketinin yaklaşımı ise bu süreçte olabildiği kadar demokrasi güçlerine açılım sağlamak, barıştan ve demokrasiden yana olan Türkiye ve Kürdistan’daki bütün güçleri örgütlemek, kamuoyu hazırlamak ve dolayısıyla alternatif bir inisiyatif, güçlü bir inisiyatif oluşturmak ve süreci bu temelde ele almak olmuştur.
30 Mart geçti ama seçim süreci bitmedi. Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimi var, sonra da genel seçimler. Bu durumda AKP bu süreci bu seçimlerin sonuna kadar yaymak mı istiyor? Ve Öcalan da bunu biliyor ve yaptığı çağrıların amacı da bu mu?
Evet. Tabii, AKP’nin önce cumhurbaşkanı seçimlerini sonra da genel seçimleri esas aldığı açıktır. Geçmişte de hatta Oslo sürecinden başlayarak günümüze kadar sürekli her seçimde kendisine yönelik engelleri gerekçe göstererek meseleyi zamana yayan bir yaklaşımı esas aldı. Artık AKP’nin gerçekten çözüm eksenli bir planlaması olmadığı biliniyor. AKP bu süreci tamamen kendi hegomonyasını sağlamak amaçlı kullanıyor..
Bizler de, AKP’nin bu önümüzdeki sürece ilişkin yaklaşımını da görerek demokrasi cephesini büyütecek, kamuoyunu hazırlayacak bir perspektif almalıyız.
Bizler ne yapmalıyız? Birincisi; bugün de yarın da AKP’nin bir çözüm perspektifinin olmadığını bilerek hareket etmeliyiz.
İkincisi; olay sadece AKP degil. Devlet sistemini çözüme zorlamak için Türkiye kamuoyunu, demokrasi ve barış isteyen kesimleri bizim hazırlamamız gerekir. AKP bunu yapmaz. Devlet sistemini, politikalarını esas alan bütün diğer partiler de böyle bir çözümün karşısındadır. Dolayısıyla bu süreç ateşkes sürecidir. Bir taraftan AKP, bir taraftan devlet kendisini adeta yeni bir savaşa hazırlarken Kürt tarafı ve demokrasi güçlerinin üzerine düşen görev de Türkiye kamuoyunu, barış ve demokrasi isteyen güçleri örgütleme, bu örgütlülüğü sadece Kürt sorununu degil bütün diğer önemli sorunların, ötekileştirilen bütün kesimlerin sorunlarının çözümünü hedefleyen ciddi bir alternatif haline getirme, gerçek anlamda ana muhalefet görevi yapabilecek bir hareketi örgütlemektir. Bu süreci fırsata çevirecek yoğun bir çaba içinde olmalıyız.
Öcalan’ın HDP ile ilgili koyduğu misyon budur.
Bu söylediğiniz perspektif bazı kesimlerin ve kişilerin beklediği gibi bir aşırı sertleşmeyi veya çatısmaya yönelmeyi öngörmüyor, işaret etmiyor değil mi?
Bu barışa yönelik bir perspektif, sürecin başından bu yana esas alınan bir perspektif. Ama şu anda içinde bulunulan süreci dikkate alırsak sürecin yeni karakterine işaret eden Öcalan’ın uyarısını da dikkate alırsak, AKP’nin şimdiye kadar adım atmamasını, adeta süreci kilitlemeye yönelik politikalarını da dikkate alırsak AKP politikalarına karşı giderek büyüyen bir tepkinin, öfkenin oluştuğunu ve bunun da bir çatışma zeminini, -hem de derin bir çatışma- hem de çözüme yönelik tehlikesini ve sürecin yeni karekterini ortaya çıkarıyor. Çünkü siyasi mücadele deniliyor ama AKP’nin özellikle bu seçimlerde her türlü hileyle göz göre göre seçim sonuçlarına bile müdahale ettiğini ve devletin bütün olanaklarını bu amaçlar için kullandığını görüyoruz. Dolayısıyla siyasal zeminde çalışma alanı da bırakmıyor.
Bu söylediklerinize bakarsak, öfkenin ötesinde bu durum AKP’ye yönelik güvensizliği arttırıyor mu? Öcalan’ın da bu durumda AKP’ye güveni azalmıyor mu?
Şüphesiz arttırıyor. Zaten verilen mesaj da bu. Öcalan büyük bir çabayla hem
AKP Hükümeti’ne yönelik, Cemaat ve onların yandaşı olan iç ve dış çetelerin
bu sürece yönelik konseptlerini doğru bir şekilde, AKP’ye yol göstererek, çözüm için adım atması gerektiği noktasında gerçekten büyük bir uyarıcı rol oynamasına rağmen, AKP’ye bu süreçte tanınan büyük şans, çatışmaların durdurulması vb. , bunlara rağmen AKP’nin ısrarla süreci tek taraflı götürmeye çalışması, süreci müzakerelere dönüştürmemesi ciddi bir öfkeye yol açtı. Zaten, “Sürecin karekteri değişti, adım atılmazsa derin bir çatışma da olabilir” derken Öcalan bunu amaçlıyor.
Böyle bir ciddi tehlike var mı peki?
Olabilir. Çünkü AKP Rojava’da hala çetelerle birlikte hareket ediyor. Orada Kürt sorununun çözümü noktasında halkın ortaya çıkardığı iradeyi ortadan kaldırmak için her türlü yola başvuruyor. Kuzey’de (Irak Kürdistan’ı) tek taraflı politikalarıyla uygulamalara girişiyor. Çözüm yerine kendi bildiği politikaları uygulamaya çalışıyor.
Bu noktada, Irak Kürdistanı’nda Kürt gazetecilerin ele geçirdiği ve yayınladığı gizli bir belgeye göre, MİT ile Kürdistan Bölge Yönetimi arasında Rojava’ya yönelik abluka ve sınırda çukur açma faaliyeti konusunda bir işbirliği yapıldığı iddiası için ne diyorsunuz?
Zaten bu konuda yapılan uygulamalar KDP ve AKP’nin ortak bir konsept içinde olduğunu açıkça gösteriyor.
Niçin AKP orada böyle bir ablukanın uygulanmasını istiyor? Amacı ne olabilir ?
AKP, Rojava daki çözüme karşı. Kürtler’in Rojava’da bir statü sahibi olmasını istemiyor. Oradaki statü kazanımı, Türkiye’ye örnek olacak diye korkuyor.
Bu, AKP’nin işine gelmiyor. Rojava’da sonuçta Öcalan’ın ortaya koyduğu bakış açısıyla gelişen paradigma çerçevesinde bir çözüm yürütülüyor... Yani kadın özgürlüğüne dayalı, toplumdaki bütün renklerin hem etnik kimlik hem de inanç gruplarının eşitliğine, özgürlüğüne, çoğulculuğuna dayanan aşağıdan yukarıya oluşturulan demokratik özerkliği ifade eden bu kantonal sistemi kendisine yönelik bir örnek olmaması için ortadan kaldırmak istiyor.
Aynı şekilde bu konseptin Kürt toplumunda yarattığı, toplumun ve Kürt siyasetinin demokratikleşmesi yönündeki gelişmeleri esas aldığı için bu hareketin Güney Kürdistan’daki toplumu da etkilemesi ve orada uygulanan AKP benzeri politikaların da zorlanacağını söyleyebiliriz. Bunun için AKP ve KDP’nin bu noktada Rojava’ya yönelik ortak politikalar içinde olduklarını çok açık görebiliriz. Söz konusu belge de bunun somut bir kanıtı olmuştur.
Yeniden sürece dönersek, Öcalan’ın önceki açıklamalarına ve KCK yöneticilerinin çeşitli konuşmalarına baktığımızda Kürt tarafının, meselenin çözümünün sadece AKP Hükümeti ve hatta Erdoğan ile gerçekleşebileceği gibi bir anlayış içinde olmadıkları anlaşılıyor. Hatta KCK yöneticilerinin açıklamalarına bakılırsa CHP’nin de bu sürece mutlaka katılması gerektiği tartışılıyor.
Biz başından beri bu meselenin geniş bir toplumsal mutabakatla çözülebileceğini sağlanabileceğinin bilincinde olduğumuz için toplumun bütün kesimlerinin bu surece katılmasının gerekli olduğunu söylüyoruz.
AKP çözmüyor diye ne yapalım, bırakalım mı diye bir şey söz konusu değil mi?
AKP çözmüyor değil, çözmek istemiyor. Fakat AKP mücadelemizin geldiği merhale ve dayattığı baskı açısından eskisi gibi çatışmalı bir sürecin altından kalkamayacağını anladığı için 2013 Newroz’unda Öcalan’la bir diyalog sürecine başlamak durumunda kaldı.
Bu, AKP’nin samimi çözüm noktasında olduğunu göstermiyor. AKP çatışmasızlık sürecine girmiş ama çözüm noktasında adım atma noktasında evet demiyor ama yok da demiyor. Bugüne kadar, seçim sürecinde de hep” süreç devam ediyor” dedi. Ama aslında bir taraftan barış ve çözüm isteyen Türkiye halkının desteğini alıyor ve çözüm sürecinden yararlanıyor öte taraftan bu konuda adım atmıyor.
Biz bu konuda ne diyoruz ve ne yapmak istiyoruz? Biz de bu süreçte devleti ve AKP’yi çözüme zorlamak için Türkiye kamuoyuna açılmak, Türkiye’de Kürdistan’da barış isteyen halkın gücünü bütün Türkiye kamuoyu ile ortaklaştıran bir insiyatif geliştirerek AKP’yi, devleti ve bütün sistemi etkileyerek çözüm noktasında adım atmak için harekete geçirmeyi amaçlıyoruz. Buna CHP de dahildir. Sivil toplum, medya, aydınlar ve diğer güçler de dahildir. Herkesin bu sürece katılmasını istiyorz.
Biz Türkiye’de AKP ve CHP dışında çözüm, barış ve demokrasi isteyen yeni bir alternatif muhalefetin, üçüncü bir çizginin, barış ve demokrasi cephesinin oluşmasını istiyoruz.
Temel belirleyici nokta şudur: Çözüm noktasında AKP’ye endekslenmeyen, AKP’nin tek unsur olmadığını kabul ederek AKP’yi, sistemi, devleti zorlamak amacıyla barış ve demokrasi cephesini olabildiği kadar genişletmek gerekiyor. Yalnız AKP olmadı bunu CHP ile yapalım yanlışına da sapmamak durumundayız. CHP’nin bu konuda somut bir projesinin olmadığını biliyoruz.
Herkesin bu cepheye katılmasını istiyoruz. Tabii CHP içinde de çözümü destekleyen, demokrat, sol nitelikli insanlar olduğunu biliyoruz.
Önümüzdeki Ağustosta cumhurbaşkanlığı seçimi var ve Başbakan Erdoğan’ın adaylığı konuşuluyor, tartışılıyor. Her ne kadar AKP son seçimde yüzde 43.5 ya da 45.5 oranında oy almış olsa da garanti seçilebilmesi için Kürt oylarına ihtiyacı olduğu konuşuluyor. Bu konuda Kürtlerle bir pazarlığa girebileceğine ilişkin spekülasyonlar yapılıyor.
Kürtler bu seçimde ne yapacak?
Herkes şunu çok iyi bilmeli ki, bizim için önemli olan Kürt sorununun çözümüdür. Türkiye demokratikleşmeden, özgürlükçü bir anayasa yapılmadan Kürt sorununun çözülmesi mümkün değildir. Türkiye, Erdoğan gibi hegemon bir liderle, baskıcı bir anayasa ile devam edecek ve Kürt sorunu çözülecek, bu çelişkili bir durumdur.
Bizim için bu seçimlerde de önemli olan demokrasi çıtasının yükseltilmesidir.
Bunun için cumhurbaşkanlığı seçimleri de önemli bir fırsattır.
Özellikle yeniden örgütlenen HDP için. Ben kendi adıma konuşuyorum, HDP Türkiye halkının AKP’ye ya da CHP’ye mahkum olmadığını göstermelidir. Bu nedenle bu seçimlere kendi adayıyla çıkmalıdır. Bu ayrı bir aday mı olur, bu çerçevede bağımsız bir aday mı desteklenir bunu tabii ben bilemem.
Türkiye demokrasi güçleri cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turda sonuçlanmazsa ikinci turda kendi doğrultuları çerçevesinde bir durum değerlendirmesi yaparak ikinci tura kalan adaylarla ilgili bir tutum belirleyecekledir.
Elbet şu ortaya çıkacaktır. Türkiye sadece AKP ve CHP’den ibaret değildir bir de demokrasi güçleri vardır.
BDP HDP’ye katılma kararı aldı ve milletvekileri de HDP’ye katıldı. Kürt siyasi hareketi ve DTP’yi oluşturan demokrasi güçleri böylece cumhurbaşkanlığı seçimlerine yeni partinin çatısı altında girecekler. Öte yandan HDP’ye ilişkin tartışmalar ve kuşkular da dile getiriliyor.
HDP’den beklenen nedir, HDP nasıl bir parti olacak? Beklentileri karşılayabilecek mi?
Bir kere Kürt hareketi BDP’yi terketmiyor. BDP başka bir formatta devam edecek. BDP, HDP’nin diğer bileşenleri gibi bir bileşenidir.
HDP’nin yapacağı kongreyle birlikte birçok çevreye açılmak amacıyla çalışmalar yapılacak.
Bu sadece sol güçler, sadece marjinal güçlerle sınırlı bir hareket olmayacak
HDP bir radikal demokrasi hareketi olacak. Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Kürdüyle, Türküyle, Alevisiyle, Sunnisiyle, samimi Müslümanıyla sistemden rahatsız olan, bu kapitalist sistemin Türkiye’deki versiyonundan, AKP’nin politikalarından, bu muhalefetten rahatsız olanlar için alternatif tek çözüm bir radikal demokrasi hareketidir.
Bu herkese yönelik bir çağrıdır ve her çevreyi kapsayacaktır. Bu hareketin motor gücü Kürt siyasi hareketidir. Türkiye’deki sol kesimlerle, demokratik samimi Müslümanların, Alevilerin birarada olabileceği bir ortak paydadır, Radikal demokrasi çağrısıdır. Kürt hareketi nasıl Kürt toplumunu değiştirdiyse
bu Radikal demokrasi çağrısı ve hareketi de Türk toplumunun değişimi için bir fırsat olacaktır.
Gelişen demokrasi hareketi CHP’yi de bütün toplumsal örgütlenmeleri de etkileyecektir ve bu süreçte en fazla etkilenecek ve zorlanacak olanlar siyasi partiler ve bunlar arasında da CHP’dir. CHP ya gerçek bir demokratik sol, sosyal demokrat parti haline gelecektir ya da değişim ve gelişen demokrasi hareketi CHP’yi bölecektir.
Bu, CHP’ye de herkese de bir çağrıdır. Bu temelde radikal demokrasi hareketi, Türkiyede yeni bir süreci başlatıyor. Bu temelde bireyi, toplumu, kamuoyunu değiştirerek siyasi sistemi değişmek zorunda bırakacak bir hareket olacaktır.
Bir anlamda AKP’nin karşısında gerçek bir muhalefetin oluşması olanağı ortaya çıkacaktır. Çünkü çözüm için, barış için, demokrasi için, sistemle sorunları olan herkesin beklentilerinin gerçekleşmesi için bu gerekiyor. Çünkü bu muhalefet, AKP’nin ömrünü uzatma muhalefetidir. HDP işte bu anlamda yeni bir muhalefet oluşturarak ciddi bir muhalefet alternatifinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.