Radikal gazetesi yazarı Ahmet İnsel, Kobanê’de yaşanan olayların ardından Türkiye’deki protesto gösterilerin son bulması için hükümetin "İmralı freni”ne asıldığını söyledi. İnsel yazısında, “Bugün Türkiye’de devlet yönetimi yokuş aşağı giderken motor freni çalışmayan bir vasıta görünümünde. İki ay önce cumhurbaşkanı seçilen ama oturduğu makamı 'cumhurbaşbakanlığı'na dönüştüren zat, devlet yönetiminin fren düzenini dağıtmış durumda” dedi. AKP hükümetine karşı en etkili tepki için İnsel, “Bugün fren sistemi felç olmuş AKP devletine karşı en etkili tepki, siyasal, kültürel ve iktisadi alanlarda yürütülecek ve her türlü şiddeti bütünüyle dışlayan sivil itaatsizlik eylemleridir” ifadelerini kullandı.
Ahmet İnsel bu görüşlerini Radikal’deki köşesinde belirtti. İnsel’in “Cumhurbaşkanı ve motor freni kalmayan devlet” başlığıyla yayımlanan (14 Ekim 2014) yazısı şöyle:
Çocukluğumda İstanbul’da yokuş başlarında şöyle bir levha yer alırdı: “İETT şoförü, yokuşu 2. vitesle in!” Benzinden tasarruf etmek için, yokuşta motoru boşa alıp, frenle inmeye çalışırken freni boşalıp, yokuş sonundaki eve, dükkana giren araba, kamyon haberleri sık çıkardı gazetelerde. Motor freninin önemini o vesileyle duymuştum.
Bugün Türkiye’de devlet yönetimi yokuş aşağı giderken motor freni çalışmayan bir vasıta görünümünde. İki ay önce cumhurbaşkanı seçilen ama oturduğu makamı 'cumhurbaşbakanlığı'na dönüştüren zat, devlet yönetiminin fren düzenini dağıtmış durumda. Artık her hafta yapamadığı grup toplantısı konuşmalarını, kah bir üniversitenin akademik yılı açılışını, kah bir kentteki ticaret odasının ya da bir derneğin toplantısını bahane ederek, yapıyor. 'Cumhurbaşbakanı' olduğu için, yürütmenin atacağı adımı, yasamanın alacağı kararları ilan ediyor. Tam sorumsuz ve tam yetkili bir konumda, son derece gergin olan Türkiye iç siyasetinde gerginliğin üzerine körükle gidiyor.
'Cumhurbaşbakanı' sürekli gaza bastığı için motor freni çalışmayan, onu gören hükümetin başının, bakanların ve parti yöneticilerinin de başkandan geri kalmamak için fren pedalının varlığını unuttukları bir el yükseltme yarışı izliyoruz. Geçtiğimiz hafta arabanın duvara toslayacağını görenler, iş iyice çığırından çıkmadan el frenine asıldılar. El freni İmralı’daydı. Yokuş aşağı giden vasıta el freniyle ne kadar durdurulabilirse, Öcalan’ın yolladığı mesaj o kadar durdurabildi şiddet sarmalını. Araba devrilebilirdi de. 'Cumhurbaşbakanı'nın, hükümetin başının ve başkana yaranma yarışı dışında gözleri bir şey görmeyen parti yöneticileri ve yandaşlarının ortalığı kaplayan kesif balata yanığı kokusunu duyduklarını ümit ederiz.
AKP devletinin sarıldığı el freninin daha kaç kez işe yarayacağını kestirmek zor. Bunun eskisi kadar da etkili olmadığını Kürt illerini yakından izleyenler aktarıyorlar. Çünkü sadece AKP devletinin değil, Kürt siyasal hareketinin de frenleri laçkalaşmaya başlıyor. Bunda çözüm sürecinin yarattığı büyük beklentilere karşılık atılan somut adımların küçüklüğü ve hep ileri bir tarihe ertelenmeleri kadar, AKP devletinin Kürt sorununun çözümünü kendi tanımladığı son derece dar sınırlara hapsetmekte ısrar etmesinin rolü büyük.
Büyük ama tek değil. PKK oluşumunun ve onun etki alanındaki Kürt siyasal hareketinin siyasal eylemle şiddet eylemi arasında aşılmaz bir sınır çekmemesi veya çekememesi de burada önemli bir etken. Kobani’deki direnişle dayanışma eylemlerinin birçok yerde bir şiddet ve vahşet nöbetine dönüşmesinde sorumluluğu sadece güvenlik güçlerinin provokasyonuna, İslamcı Kürt oluşumların tepkilerine ve aşırı milliyetçi gruplara atfetmenin AKP devletinin her taşın altında terörist görmesinden özünde farkı yoktur. Kürt siyasal hareketi sokağa çağırdığı kişilerin eylemlerini denetleyemeyerek kendisinin de frenlerinin artık tutmadığını gösterdi. Ya da denetlemek istemeyerek, yer yer bunları kışkırtarak, yokuş aşağı gaza basmaktan çekinmeyeceği tehdidini savurdu. PKK’nın yakın zamana kadar sadece silahlı mücadele yürüten değil, terör eylemlerine de başvurmaktan çekinmeyen bir örgüt olduğu gerçeği yeniden karşımıza çıktı. Bingöl’deki saldırıyla eş zamanlı olarak TAK’ın yeniden gündeme gelmesi, insanların IŞİD’li olduğu şüphesinin linç edilmeleri için yeterli neden olduğu gözü dönmüş vahşet, bir öfke nöbeti olarak sadece izah edilemeyecek, vandalizm kelimesinin tam olarak tanımladığı yıkma, yakma ve yağmalama eylemleri, Kürt siyasal hareketinin de karanlık yüzüyle bir kez daha yüzleşme gereği yaratıyor. Şiddet yöntemleri ve tehdidiyle siyaset yapma refleksinin nasıl hızla su yüzüne çıkabildiğini gösteriyor. Burada da müzakere yoluyla siyasal çözümü mümkün kılacak fren mekanizmalarının boşalmasının her an mümkün olduğunu görüyoruz. Burası Ortadoğu, burası Şark, siyasetle şiddet etle kemik gibidir, mağdurun şiddeti meşrudur, vs. deniyorsa eğer, o zaman devletin şiddetine karşı söylenecek söz de biter.
'Cumhurbaşbakanı'ndan aşağıya doğru dökülen söylemde şiddet sarmalının eylemde şiddete bir tepki olarak dönüşmesini tespit etmek, bu tepkinin de onu yaratan etki kadar sorunlu olduğunu gözardı etmeye yol açamaz. Bugün fren sistemi felç olmuş AKP devletine karşı en etkili tepki, siyasal, kültürel ve iktisadi alanlarda yürütülecek ve her türlü şiddeti bütünüyle dışlayan sivil itaatsizlik eylemleridir. Kürt siyasal hareketinin devlet şiddetini izole ederek, AKP devletinin sözde ve eylemde şiddetini bir boş gösterene dönüşmesini sağlayarak alacağı yolla, kendisinden kaynaklanan şiddet yöntemleriyle kat edeceği mesafe arasında büyük bir uçurum var. Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere, HDP yöneticilerinin büyük bölümünün bunun bilincinde olmaya devam ettiğini görebiliyoruz. Kendilerine yönelik hakaret ve provokasyonların etkisinde kalmamayı başarabileceklerini temenni ederiz.
Aklı selim sahibi herkes bilir ki yokuş aşağı giden freni patlamış ve vitesi boşa alınmış arabanın önünde durulmaz, kenara çekilir ve arabanın toslayacağı duvarın arkasındakiler uyarılır.