Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, "önümüzdeki dönemde kimsenin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan 'birleştirici' bir rol oynamasını beklemediğini" savunarak "Zaten partili bir Cumhurbaşkanı olmasına şunun şurasında günler kaldı, eski politikasını, seçimlere doğru daha da sertleştirebilir" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Cumhurbaşkanı değişir mi?" başlığıyla yayımlanan (19 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Şimdi merak edilen konulardan biri de şu:
Cumhurbaşkanı, referandum sonuçlarına bakıp ülkenin diğer yarısı ile uzlaşmaya yönelik birleştirici bir dil mi kullanacak, yoksa o kesimi tümden yok mu sayacak? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eğer AKP iktidarının ilk yıllarındaki gibi davranıyor olsaydı, bu soruya olumlu bir yanıt verebilirdik. Ancak iktidarının son yedi senesinde kullandığı dil de değişti, izlediği politika da. Artık birleştirici olmak gibi bir derdi yok, tek hedefi partisine oy verenleri bir arada tutabilmek, kaymaları önlemek. Bunu da bugüne kadar gayet iyi başardığını söyleyebiliriz. Bir tek son referandumda, normal olarak seçimlerde partisine oy veren bir kitleyi bu yolla etkilemeyi başaramadı. Ama biliyor ki iş seçime geldiğinde, partisine oy verenlerin kendilerini tehdit altındaymış gibi hissetmelerini sağlayabilirse, yine istediğini alabilir. Tehdit desen o kadar çok ki: Avrupa Birliği’nden başlayın, kimliği belirsiz üst akla, nasıl bir güce sahip olduklarını artık kimsenin bilmediği “vesayetçilere” kadar geniş bir düşman ordusu yaratabiliyor. Onun için atı alıp Üsküdar’ı geçmek önemli. Onun için kimse önümüzdeki dönemde, Cumhurbaşkanı’nın “birleştirici” bir rol oynayacağını beklemiyor. Zaten partili bir Cumhurbaşkanı olmasına şunun şurasında günler kaldı, eski politikasını, seçimlere doğru daha da sertleştirebilir. Bundan memlekete yarar gelir mi? Kuşkusuz ki gelmez. Ama unutmayalım ki onun öncelikli hedefi iktidarda kalabilmek, tek adam yönetimini kurabilmek. Bu arada bazıları kırılıp güceneceklermiş, onu kendisine dert edeceğini sanmıyorum.
Avupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi’nin, Türkiye’deki referandumu izlemek için oluşturduğu uluslararası gözlemciler heyetinin raporu, referandumun normal şartlar altında gerçekleşmediğini ortaya koyuyor. Bu bir sır değil zaten, bu süreci hep birlikte yaşadık. Olağanüstü Hal uygulaması nedeniyle birçok gösterinin ve programın yasaklandığına tanık olduk. MHP’li muhaliflerin, bazı sivil toplum kuruluşlarının toplantıları, Olağanüstü Hal gerekçe gösterilerek engellendi. HDP’nin neredeyse bütün yöneticileri ve belediye başkanları hapisteydi. Medyada muhalefete yönelik sıkı bir karartma uygulandı. Cumhurbaşkanı ve hükümet devletin bütün olanaklarını evet kampanyası için kullandı. YSK’nın, referandum sürerken yasanın açık hükmüne rağmen kuralları değiştirmesini de buna ekleyelim. Dışişleri Bakanlığı, bu raporu “taraflı ve önyargılı” bulduğunu açıkladı ama her şey herkesin gözünün önünde cereyan etti. Tarafsız ve önyargısız herkes, nelerin olup bittiğini gördü. AGİT, bugüne kadarki seçimlerin ve referandumların hiçbirinde böyle bir rapor yazmamıştı. O zaman taraflı ve önyargılı değildi, şimdi mi oldu? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AGİT’in raporu için “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye” dedi. Evet, Bor’un pazarı geçti, buna kuşku yok, referandumda Anayasa değişikliği onaylandı. AGİT’in raporunun da bir yaptırımı yok. Ancak unuttuğumuz bir şey var ki o da Türkiye’nin, çok partili hayata geçtiğinden beri, darbe sonrası dönemler de dahil olmak üzere ilk kez böyle bir rapor ile karşılaştığı. Kurulduğu 1973 yılından beri, AGİT, Kuzey Amerika, Avrupa, Orta Asya, Rusya’da seçimleri gözlemcileri vasıtasıyla inceliyor. Bu tür raporların yazıldığına sadece Rusya, Azerbaycan gibi seçimlerin demokratik bir yarış şeklinde yaşanmadığı ülkelerde tanık olduk. Bu rapordan sonra, Türkiye’nin yeri de dünyanın gözünde artık yarım demokrasilerin yanıdır. Bunca yıllık seçim deneyimimizden sonra geleceğimiz yer burası mı olmalıydı? Türkiye artık Rusya gibi, Azerbaycan gibi, Belarus gibi seçimlerini eşit demokratik şartlarda gerçekleştiremeyen bir ülke mi olacak?
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, zor bir dönemin geride bırakıldığını söyledi ve “En kötüsü geride kaldı. Şimdi referandum belirsizliği de Türkiye’nin uzun vadeli hükümet sistemine ilişkin kaygıları ortadan kaldırdı. Türkiye artık istikrar bekliyor. İstikrar reformlarla desteklenirse kalıcı ve güçlü refah artışı gelecek” dedi. Başbakan Yardımcısı’nın bu sözlerini okuyunca, aklıma Kasım 2015 seçimlerinden sonra söylediği sözler geldi. “Bu bir tür deja vu olmalı” diye düşündüm. (Deja vu: “Bir anı daha önceden yaşamışlık hali” anlamında kullanılan Fransızca bir kelime.) O vakit de aynı şeyleri söylemişti. Seçimin belirsizliği ortadan kaldırdığını, güçlü bir hükümetin kurulduğunu, sıranın reformlara geleceğini ve böylece kalıcı bir refah artışı sağlayabileceğimizi anlatmıştı. Hatta zamanın Başbakanı Ahmet Davutoğlu bir de basın toplantısı yapmış, ekonomi için yapılacak reformları bir bir sıralamıştı, ama bir arpa boyu yol gidemediğimiz de artık ortada. Biz referandum ile uğraşırken, Türkiye işsizlikte son yedi yılın zirvesini gördü. Her dört gençten biri işsiz. 15–64 yaş grubunda da her 100 kişiden 13’ünün bir işi yok. Ekonominin diğer göstergeleri de ümit vermiyor. Ve bu tablo, 15 yıldır süren bir tek parti iktidarında gerçekleşti. Dillerinden reform sözcüğü hiç düşmedi ama sadece konuştular. Ve bir kez daha “istikrardan, reformdan” söz edebiliyorlar. 15 yıllık tek başınıza iktidarınız sırasında, elinizden kim tuttu da reformları yapamadınız?