"Cumhurbaşkanı muhalefete düşerse meclisi iş yapamaz hale getirebilir"

"Cumhurbaşkanı muhalefete düşerse meclisi iş yapamaz hale getirebilir"

Hürriyet yazarı Murat Yetkin, AKP tarafından MHP'ye resmen iletilen başkanlık sistemi anayasa değişikliği taslağıyla ilgili olarak "Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, partili cumhurbaşkanı modelinin, sistemi hızlandıracağını söyledi dün. Ama cumhurbaşkanının Meclis’te azınlıkta olduğu bir sistemde, cumhurbaşkanı Meclis’i olduğu gibi kilitleyemez mi?" dedi. "Ya da Meclis çoğunluğu başında cumhurbaşkanının olduğu hükümeti, mesela bütçeye güvenoyu vermeyerek iş yapamaz hale getiremez mi?" ifadesini kullanan Yetkin, "Getirebilir değil mi? Yani parlamentonun icrayı dengeleme ve denetleme yetkisini zayıflatıp icrayı hızlandırmak üzere düşünülen bu sistem bir anda ülke için kâbusa dönüşebilir" diye yazdı.

Murat Yetkin'in "Ya cumhurbaşkanı muhalefete düşerse?" başlığıyla yayımlanan (17 Kasım 2016) yazısı şöyle:

Diyelim dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın tercihi doğrultusunda "partili cumhurbaşkanı" modeline geçildi.

Ankara kulislerinde konuşulan ve “cumhurbaşkanı” sıfatının sırf MHP lideri Devlet Bahçeli’yi memnun etmek için korunduğu, aslen başkanlık esaslarının korunduğu tartışmalarına hiç girmiyorum bile.

Diyelim ki partili cumhurbaşkanı, diğer deyişle partizan cumhurbaşkanı modeline halkımız güvenoyu verdi, MHP desteğiyle gidilebilecek bir halk oylamasında.

Diyelim partili cumhurbaşkanı iş başına geçti.

Yine diyelim ki, Meclis’teki bütün yasalar onun onayı olmadan yürürlüğe girmeyecek, icranın başı olarak doğal olan da bu.

Sonra diyelim ki bir gün bir Meclis seçimi oldu ve olur ya sandıktan partili cumhurbaşkanının başında bulunduğu, ya da sadece üyesi olduğu parti çıkmadı.

Diyelim ki cumhurbaşkanının partisi Meclis’te azınlığa düştü, muhalefete düştü.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, partili cumhurbaşkanı modelinin, sistemi hızlandıracağını söyledi dün.

Ama cumhurbaşkanının Meclis’te azınlıkta olduğu bir sistemde, cumhurbaşkanı Meclis’i olduğu gibi kilitleyemez mi?

Ya da Meclis çoğunluğu başında cumhurbaşkanının olduğu hükümeti, mesela bütçeye güvenoyu vermeyerek iş yapamaz hale getiremez mi?

Getirebilir değil mi? Yani parlamentonun icrayı dengeleme ve denetleme yetkisini zayıflatıp icrayı hızlandırmak üzere düşünülen bu sistem bir anda ülke için kâbusa dönüşebilir.

Yani işin bir ucunda CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği üzere bir tek adam yönetimine sürüklenecek,  diğer ucunda da bütünüyle iş yapamaz hale düşecek bir sistem olma ihtimali barındırıyor bu model.

O yüzden bu model, buna uygun bir seçim sistemiyle düşünülmekte zaten. Bir yandan dar bölge, ya da daraltılmış bölge konusunun açılması, diğer yandan iki turlu seçim modelinin ortaya atılması boşuna değil.

Sedat Aloğlu, daha önce milletvekilliği de yapmış, uzun yıllar Türkiye’nin Avrupa Birliği demokratik ölçülerine uyumu için çalışmış ve üstüne bir de İstanbul Üniversitesi’ne “Türkiye’de Devlet Yönetiminin Yeniden Yapılanması” tezi vermiş bir iş adamı.

Diyor ki, “Madem bir ‘Türk modeli’ oluşturulmak isteniyor, siyasal ve işlevsel ilkeler olmak üzere iki temel ilkeler seti üzerinde kurgulanmalı bu”.

Siyasi ilkelerde temsilde adalet, katılım, siyasi güç pekiştirme, denge ve demografik unsurlar, işlevsel ilkelerde ise istikrar kurumsallaşma, etkinlik, verimlilik ve yeterlilik aranmalı Aloğlu’na göre.

O da cumhurbaşkanına geniş yetkiler getirecek bir modelin yeni bir seçim sistemi gerektirebileceği görüşünde.

Aslında Türkiye milletvekilliği ve daraltılmış bölge modellerini ilk ortaya atan isimlerden.

Daraltılmış bölge modeli konusunda CHP’nin önceki genel başkanı Deniz Baykal’ın da önerileri vardı.

Dar bölge modeli Türkiye’de 1950’lerde uygulandı, 1960 askeri darbesiyle son buldu ve aslında ne adalet, ne istikrar getirmişti.

Zaten bugün uygulanmasına en çok AK Parti’nin anayasa değişikliğinde en önemli destekçisi görünen MHP de karşı çıkar. Dar bölge, yani seçim bölgelerinin bir milletvekili çıkaracak şekilde düzenlenmesi sisteminin MHP’yi AK Parti rekabetine karşı koruyabilmesi zor; MHP’nin Meclis varlığı çok azalabilir.

Akılcı bir daraltılmış bölge modeli, siyasi katılım, temsilde adalet ve demokratik istikrar açısından yararlı olabilir, ama yine de partili cumhurbaşkanının bir gün kendisini Meclis azınlık grubunun üyesi olarak bulmasını, sistemin kilitlenmesi ihtimalini ortadan kaldırmaz.

Mevcut anayasanın belki de en kötü maddesi, 8’inci maddedir. Bu madde yürütmeyi cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu arasında bölmektedir; bütün tartışma aslında buradan çıkıyor.

Çünkü 1980 askeri darbesini yapan Kenan Evren ve silah arkadaşları ilelebet payidar kalacağı zannıyla kendilerine göre bir sistem kurguladılar.

Partisiz olduğu için güya tarafsız cumhurbaşkanı aynı kumaştan olacağı için sonsuza dek uyum içinde mutlu yaşayacaklar, onlar muratlarına erecek, halka da kerevete çıkmak kalacaktı.

Zaten Meclis iki buçuk partiden, basın iki buçuk gazeteden oluşacağına göre bir pürüz de çıkmayacaktı; Çin’de her kişiye bir portakal sattık mı zaten kimse tutamazdı bizi.

Olmadı ve olmamakla da kalmadı; Türkiye’yi bugün kanlı bir darbe girişimi ardından yeniden sistemini, rejimini tartışır hale getirdi.

Bu tür siyasi mühendislik projeleri kâğıt üzerinde iyi dursa da, çok ciddi var sayımlara dayandığı, oysa insan hayatları varsayımlarla belirlenmediği için genellikle tutmuyor.

Bu kez de varsayım AK Partili, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hep AK Partili Meclis çoğunluğu ile çalışacağı, çünkü vatandaşın cumhurbaşkanını Meclis çoğunluğundan ayırmamak için hep o yönde oy kullanacağı var sayımı ise, geçmişte neler yaşandığına bir kez daha dönüp bakılmalı.

Ne demiş İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy Safahat’ta? Şunu demiş:

Tarihi  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?