Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Ragıp Zarakolu hakkında 'Makus kaderden kaçış yok' başlıklı yazısında, darbe ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik idam tehdidinde bulunduğu iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.
Ragıp Zarakolu'nun yazısıyla Erdoğan'ı darbe ve idamla tehdit ettiği iddia edilen suç duyurusu dilekçesinde şu ifadelere yer verildi:
"Şüpheliler tarafından Adnan Menderes'in 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrasında darbeciler tarafından 17 Eylül 1961 tarihinde idam edilmesi olayı üzerinden halk oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı olan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a karşı açıkça darbe ve idam tehdidi yapılmıştır. Bu yayın ve tehditler aynı zamanda içinden geçmekte olduğumuz küresel salgın sürecinde ülkemizin devleti ve milletiyle birlikte yürüttüğü mücadeleyi de hedef alarak başta yürütülen bu başarılı mücadeleye önderlik eden Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm milletimizin moral ve motivasyonunu düşürmeyi, halk arasında korku ve tartışma yaratarak kamu barışını bozmayı amaçlamaktadır. Bu çabalarında başarılı olamayacak olsalar da sistematik bir şekilde yürütüldüğü anlaşılan bu tehdit ve korkutma içeren yayınları yapan kişi ve yayın kuruluşları hakkında soruşturma yürütülmesi, haklarında kamu davası açılması ve bu suçlardan zarar gören kamu adına ceza verilmesi gerekmektedir."
Zarakolu, hükûmet ve iktidar üyeleri tarafından yöneltilen "darbecilik" suçlamalarına yazılı açıklama yaparak yanıt verdi. Yazının darbe karşıtı bir içeriğe sahip olduğunu ifade eden Zarakolu, "Yazının bu kadar ters yorumlanması anlaşılır bir şey değil. Cumhurbaşkanılığı sözcülerinin yazıyı yeterince okumadıkları anlaşılıyor" dedi.
"Hayatım darbelere, darbeci eğilimlere karşı mücadele ile geçti" diyen Zarakolu, insan hakları ve adalete bir gün herkesin ihtiyaç duyacağını dile getirdi.
Zarakolu'nun açıklaması şöyle:
"Darbe karşıtı bir yazının bu kadar ters yorumlanması, anlaşılır bir şey değil. Cumhurbaşkanılığı sözcülerinin yazıyı yeterince okumadıkları anlaşılıyor. Hayatım darbelere, darbeci eğilimlere karşı mücadele ile geçti.
1960-61 yılını Mebus Evleri diye anılan İsrail Evlerinde geçirdim. Siyasi tutsak aileleri ile ilk kez orada karşılaştım. Yassıada'da zulüm altında olan mebusların çocuklarının okulda ‘düşükler' diye aşağılandığına tanık oldum. Onlarla dayanışma içinde oldum. Yassıada'da yapılan aşağılama ve işkencenin ilk tanıklıklarını dinledim. Daha sonra faillerinin askeriye içinde nasıl yükseldiklerine, 90'lı yıllarda nasıl kirli bir savaş yürüttüklerine tanık oldum.
İnsan haklarına duyarlı olmamın, üniversite yıllarında bir darbeden medet ummamamın nedeni belki de bu.
12 Mart Darbesini hapiste geçirdim, 20 yıl pasaport alamadım. Doktoram yarım kaldı. 12 Eylül darbesini tehdit altında yaşadım.
28 Şubat günlerinde, 12 Eylül idamlarını anlatan bir kitabı ve 12 Eylül darbesinini sembolik olarak yargılayan Hannover Tribünalinin belgelerini yayınladığım için mahkemeye verildim. Başkanım Akın Birdal suikaste uğradı. Eşim Ayşe Nur hakkında ölüm döşeğinde davalar açılmaya devam etti.
2006 yılında şu anda iktidarın payandası olan bir çevre tarafından Hrant Dink ile birlikte hedef gösterildim.
2007 yılında kaos planı gerçekleşmedi ise, bunun nedeni Hrant Dink'in iğrenç katline gösterilen ve toplumun her kesimini kucaklayan vicdan patlaması idi.
Darbe heveslileri Hrant'ı katletmekle kendi ayaklarına ateş ettiler.2011 yılında saçma gerekçelerle gözaltına alınıp tutuklandım. Beni tutuklayan, ulusal ve uluslararası tepki üzerine daha mahkeme başlamadan beni serbest bırakmak zorunda kalan ekip, polisi, savcısı, hakimi ile hapiste şu an.
2015 darbe girişimi / karşı darbesi de bana dokunmadan geçemedi ne yazık ki.
Kıssadan hisse: İnsan hakları ve adalete bir gün her kes muhtaç olabilir ve olacaktır."