"Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yeni bir kıyafet inkılabı yapılabilir"

"Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yeni bir kıyafet inkılabı yapılabilir"

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın “Eğer bugün İstanbul sokaklarında yürüyen bir kişinin kıyafetinden, ayakkabısından, şapkasından, vücut çalımından hangi kültüre mensup olduğunu çıkaramıyorsak kültürel kuraklığın pençesindeyiz demektir" ifadesiyle ilgili olarak "Cumhurbaşkanı’nın sözlerini gazetede okuyunca 'Acaba yeni bir kıyafet devriminin şafağında mıyız' diye düşünmedim değil" dedi. "Anayasa değişikliği, referandumda kabul edilirse bunu sağlamak çok kolay" ifadesini kullanan Yılmaz, "Bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle iş biter" diye yazdı.

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Bahçeli'ye yakışmadı" başlığıyla yayımlanan (8 Mart 2017) yazısı şöyle: 

MHP’li muhaliflerden Sinan Oğan’a bir toplantıda konuşurken yapılan saldırıyı nasıl değerlendirdiğini soran gazetecilere, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli şu yanıtı verdi:

“Neresini değerlendireyim. Bir kişi var, kürsüyü deviriyor. Ülkücü hiçbir işi yarım bırakmaz.” MHP Genel Başkanı’nın sözlerini anlamakta güçlük çekiyorum. Ne demek istedi acaba? “Ülkücü işi yarım bırakmaz, ülkücü olsaydı kürsüyü kafasında parçalardı” mı demek istedi? Yoksa, “Sinan Oğan ülkücü olsaydı, kürsü yıkılsa bile konuşmaya devam ederdi” anlamında bir söz mü bu? Böyle bir saldırıyı açık ve net bir şekilde kınamak yerine, böyle her yöne çekilebilecek bir yanıt vermesi bence doğru olmadı. Almanya’da konuşturulmayan bakanlar için demokrasiden, gerekirse Cumhurbaşkanı ile birlikte Almanya’ya gidip konuşmaktan söz eden Bahçeli’nin, üstelik de bir konuşmacıyı şiddetle susturmaya çalışan kişi hakkında söyleyeceği bu mu olmalıydı? Bugüne kadar şiddete karşı duran Bahçeli’ye doğrusu bunu yakıştırmakta güçlük çekiyorum. Belli ki “evet cephesine” hâkim olan gerginlik ve sinirlilik Bahçeli’yi de etkisi altına almış. Biraz sükûnet lütfen. Altı üstü bir referandum yapacağız, savaşa gitmiyoruz.

Yeni bir 'kıyafet inkılabı' mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 3. Milli Kültür Şûrası’nda yaptığı konuşmada şöyle bir cümle de söyledi: “Eğer bugün İstanbul sokaklarında yürüyen bir kişinin kıyafetinden, ayakkabısından, şapkasından, vücut çalımından hangi kültüre mensup olduğunu çıkaramıyorsak kültürel kuraklığın pençesindeyiz demektir.” Eski minyatürlerde, surnamelerde filan görüyoruz ki, erken Osmanlı dönemindeki İstanbul’da tam bir giysi cümbüşü vardı. Şalvar, iç gömleği, entari, kaftan, hırka, sarık, külah, tülbent, ferace, aklınıza gelebilecek bir yığın giysi ve aksesuvar. 1554’ten 1562’ye kadar Avusturya’nın İstanbul Büyükelçisi olan De Busbecq, Türklerin daha çok yeşili tercih ettiklerini, beyazı da yoğun olarak kullandıklarını yazıyor anılarında. Hıristiyanların, Yahudilerin de kendilerine özgü giysileri vardı, devletin hükümlerine göre belirlenirdi, bunun dışına çıkmak yasaktı. Giysisinden kimin hangi dine mensup olduğunu kolayca anlayabilirdiniz. Sarayda giyilen kumaş, biçim ve renkte kıyafeti, halkın giymesi yasaktı ve törenler ile seferde giyilenler günlük giyilenlerden farklıydı. Aynı elçinin yazdığına göre, o dönemde subaylar sarı, erler kırmızı, ulema ise mavi renkte ayakkabılar giyermiş. 18. yüzyıldan itibaren bunun değiştiğini, Avrupa etkisinde giyim tarzının saraydan başlayarak önce devlet görevlilerine, oradan da İstanbullu kentlilere yayıldığını da biliyoruz. Cumhurbaşkanı’nın sözlerini gazetede okuyunca “Acaba yeni bir kıyafet devriminin şafağında mıyız” diye düşünmedim değil. İstanbul sokaklarında yürürken hangi kültüre ait olduğumu belli edecek şekilde giyineceksem, nasıl giyinmeliyim? Yakın zamana kadar Fatih’te bir mekana yemeğe giderdik, bir arkadaşım oradaki insanların giysilerine bakarak hangi cemaate mensup olduklarını tahmin ettiğini iddia eder, bir şeyler de söylerdi. Ama doğru mu söylüyordu, kafa mı buluyordu, bilemiyorum. “Kültürel kuraklığın pençesinden kurtulmak için” herkes böyle kendi kültürel aidiyetine göre mi giyinecek? Anayasa değişikliği, referandumda kabul edilirse bunu sağlamak çok kolay. Bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle iş biter.

Olmaz demeyin bal gibi olur

“Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kıyafet işi biter” derken abarttığımı düşünmeyin. Referandumda oylayacağımız Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanı’na ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisi veriyor. Hüküm şöyle: “Cumhurbaşkanı yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir”.  Bu yetki ile çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun ayarındadır. Çünkü Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, şu andaki Anayasa’daki Kanun Hükmündeki Kararnameler gibi, Meclis’in onayına tabi değildir. Kanun Hükmündeki Kararnameler (KHK), şu anda Anayasa Mahkemesi denetimine tabi. KHK’ların yerini Cumhurbaşkanı kararnameleri alacağına göre, bunların da Anayasa Mahkemesi yargısına açık olacağını varsaymalıyız. Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’sini Cumhurbaşkanı atayacak. Kalan üç üyeyi de Meclis’teki iktidar çoğunluğu seçecek. İktidar çoğunluğuna sahip partinin genel başkanı da Cumhurbaşkanı olacak. Mahkeme üyelerinin tümü, bir tek kişi tarafından seçilecek. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi kararları da biliyorsunuz geriye doğru hüküm ifade etmez. Kararname iptal olsa bile, gerekçe yayınlanana kadar hangi kılıkla dolaşmanız isteniyorsa öyle dolaşmak zorunda kalırsınız. Bugün Anayasa’ya uymayan Cumhurbaşkanı’nın, yine seçilirse yeni Anayasa’ya uyup, sadece yürütme alanıyla ilgili kararnameler çıkarmakla yetineceğinin garantisi de Anayasa değişikliğinde yer almıyor. Teorik olarak Meclis, Cumhurbaşkanlığı kararnamesini beğenmezse yerine bir kanun çıkararak kararnameyi ortadan kaldırabilir. Peki, partili Cumhurbaşkanı’nın hâkim olacağı Meclis çoğunluğundan böyle bir kanun çıkarmasını bekleyebilir miyiz? Yani diyeceğim şu ki olmaz demeyin, bal gibi olabilir.