Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "İnsanlığın arayışı sona ermiş değil. Bu anlamda da tarih sonu gelmiş değil. Bazı şeylerin sonunun geldiği doğrudur. Birtakım eski modellerin, köhnemiş sistemlerin sonunun geldiği doğrudur ama insanın tarih arayışı devam ediyor. Dolayısıyla 'Bu arayış içerisinde bizim söyleyecek sözümüz nedir?' sorusunu kendimize her gün yeniden ve yeniden sormamız gerekiyor. Bu soruyu cevaplarken de bizim kendimizi dar bir köşeye, bir mevkiye, bir mahalle, bir bölgeye sığdırmak, sıkıştırmak yerine, küresel evrensel bir bakış açısıyla, aynı nizam-ı alem fikrinde olduğu gibi bir bütüncül global bakış açısıyla bu meselelere bakmamız gerekiyor" dedi.
TÜGVA Genel Merkezi'nde düzenlenen İhtisas Akademiye Giriş Semineri ve Genç Yönetici Okulu eğitimine katılan Kalın, 21. yüzyılda küreselleşme sonrası dönemin arayışının devam ettiğini ancak insanlığın henüz kaotik ortamdan kurtulamadığı kritik dönemde herkese büyük görev düştüğünü belirterek, "Dünyanın geleceğini şekillendirirken biz hangi iddiayla ortaya çıkacağız? Dünyaya söyleyecek sözümüz nedir? Bu sözü tabii ki başkalarının dudaklarında, başkalarının dillerinde aramayacağız. O sözü biz, kendi irfan geleneğimizde, ilim geleneğimizde, kendi dilimizde, kendi fikriyatımızda inşa ile bütün insanlığa sunacağız" diye konuştu.
Türkiye'nin bugün bulunduğu noktada kendini dünyada konumlandırırken, herkesin kendi kendine sorması gerekenler olduğunu dile getiren Kalın, şöyle devam etti:
"Türkiye bugün barışın garantörü olan bir ülkedir. Bugün dünyada barışın teminatıdır Türkiye. Bunun altını doldurmak, bunu siyasetimizle, düşüncemizle, üniversite eğitimimizle, sosyal faaliyetlerimizle, diplomasimizle, iktisadi faaliyetlerimizle, yardım faaliyetlerimizle, STK'lerimizle bir bütün olarak ortaya koymak da hepimizin hem bireysel hem de kolektif vazifesidir. Türkiye'nin barışın teminatı olması sadece bir söylemden ibaret değildir. Türkiye'nin eskiden belki böyle bir vizyonu vardı ama bunu hayata geçirecek enstrümanları yoktu, henüz bu güç kabiliyetine ulaşmış değildi. Ama hamdolsun bugün Balkanlar'dan Kafkaslar'a, Kuzey Afrika'dan Orta Doğu'ya, Ege'den Akdeniz'e, Karadeniz'den Afrika'ya kadar farklı yerlerde ve coğrafyalarda Türkiye, barışın, istikrarın, güvenin, karşılıklı saygının, karşılıklı büyümenin teminatı haline gelmiştir."
"Biz dünyaya 'Dünya 5'ten büyüktür' dediğimizde, Cumhurbaşkanımızın sloganıyla 'Daha adil bir dünya mümkündür' dediğimizde, bunun altını dolduracak adımları da eş zamanlı olarak atıyoruz" ifadesini kullanan Kalın, bugün dünyanın özellikle küreselleşme sonrası yaşadığı hem zihinsel kaos hem siyasi karmaşa dikkate alındığında Türkiye'nin, önündeki on yıllara ilişkin çok ciddi hazırlık içerisinde olması gerektiğini söyledi.
Soğuk Savaş sona erdiğinde, 1989'da Berlin Duvarı yıkılıp Sovyetler Birliği dağıldığında, yeni bir dünya düzeninin ortaya çıkacağı beklentisinin had safhada olduğunu dile getiren Kalın, "Yeni bir şey doğdu fakat tam olarak düzen miydi, gerçekten küresel miydi sorusunu biz yaklaşık 30 yıldır, 40 yıldır da sormaya devam ediyoruz. Acaba ortaya çıkan şey gerçekten küresel manada bir düzen üretebildi mi? Avrupa merkezci tarih, siyaset ve estetik anlayışını aşmamızı sağlayacak enstrümanları bize sundu mu? Yoksa biz hala bir şekilde küreselleşme başlığı altında Avrupa merkezciliğinin ürettiği siyaset, kültür, toplum, insan kategorileriyle düşünmeye devam mı ediyoruz? İşin pratiğine baktığınız zaman Soğuk Savaş'ın sona erdiği, 1990'lı yıllardan itibaren bu arayışın farklı şekillerde, farklı istikametlerde devam ettiğini gördük" dedi.
Dünyada herkesin içinde olduğu, herkesin kendini ait hissettiği ve sahiplendiği bir düzenin hala kurulamadığını söyleyen Kalın, "Yeni dünya düzeni diye ortaya atılan sistemin, fikrin arkasında hala büyük oranda Avrupa merkezci kültürel hiyerarşilerin, siyasi hiyerarşilerin bulunduğunu görüyoruz. Küreselleşme çok yönlü bir cadde. Herkesin kendi malını getirip pazara koyduğu bir yer, bir küresel pazar. Küresel köy olarak tasavvur edilmiş olsa bile işin gerçeği, küreselleşmeyle birlikte küresel tedavüle sokulan fikirlerin, algıların, tavırların, tutumların çok büyük bir kısmının hala Avrupa merkezci bir tarih perspektifinden ortaya konulduğunu görüyoruz" şeklinde konuştu.
"Avrupa merkezcilik" kavramına açıklık getiren Kalın, insanlığın medeniyet akışının, kültür, sanat, bilim, düşünce akışının zihinlerde hala Avrupa merkezli düşünce kodlarıyla yürüdüğünü ifade etti.
Özgür ve özgün olmanın, kendine ait tezleri ortaya koymanın kendini dünyaya kapatmak demek olmadığını vurgulayan Kalın, şunları söyledi:
"Yerli ve milli olmak dünyaya sırtımızı dönmek demek değildir. Tam tersine kendi değerlerimizden aldığımız güçle, perspektifle, inançla, azimle, neşveyle dünyaya yönelmek ve 'Benim dünyaya söyleyecek bir sözüm var' diyebilmektir. Aslında Osmanlı devlet düzeniyle kavramsallaştırılan 'nizam-ı alem', yani 'küresel düzen' kavramı da bu anlamda küreselleşmenin ilk kavramsallaştırmalarından bir tanesidir. Nizam-ı alem kavramı, yani dünyada bir düzen olmalı, insanların huzur, güven, barış içinde yaşayabileceği, kendilerini gerçekleştirebilecekleri bir düzen olmalı fikri aslında bizim siyaset geleneğimizin ta en başlarına kadar gidiyor."
Küreselleşmeyle birlikte "Dünya bundan sonra bir bütün olarak tarihin sonuna doğru ilerleyecek" şeklinde bir liberal ütopyanın yayıldığını kaydeden Kalın, Francis Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" isimli kitabını yazdığında, Hegel'in devlet teorisinden ve tarih felsefesinden hareketle, insanlığın en iyi yönetim arayışının sona erdiğini ve tarihin sonuna doğru hızla ilerlendiğini iddia ettiğini söyledi.
Geçen 20-30 yıllık tecrübenin, insanlığın en iyi yönetim modeli konusundaki arayışının bitmediğini, tersine farklı alanlarda devam ettiğini, çeşitlendiğini, bu konularda farklı görüşlerin daha farklı şekillerde dile getirilmeye başladığını açık şekilde ortaya koyduğunu belirten Kalın, şöyle devam etti:
"İnsanlığın arayışı sona ermiş değil. Bu anlamda da tarih sonu gelmiş değil. Bazı şeylerin sonunun geldiği doğrudur. Birtakım eski modellerin, köhnemiş sistemlerin sonunun geldiği doğrudur ama insanın tarih arayışı devam ediyor. Dolayısıyla 'Bu arayış içerisinde bizim söyleyecek sözümüz nedir?' sorusunu kendimize her gün yeniden ve yeniden sormamız gerekiyor. Bu soruyu cevaplarken de bizim kendimizi dar bir köşeye, bir mevkiye, bir mahalle, bir bölgeye sığdırmak, sıkıştırmak yerine, küresel evrensel bir bakış açısıyla, aynı nizam-ı alem fikrinde olduğu gibi bir bütüncül global bakış açısıyla bu meselelere bakmamız gerekiyor. Küreselleşme dalgası, ister istemez dünyada bir büyük hercümerce, bir kargaşaya neden oldu. İnsanlar, toplumlar, bireyler, topluluklar, bu büyük dalgaya karşı nasıl cevap verebileceklerini bilemedi. Bir anda farklı etkiler, imgeler, duygular, pozisyonlar, fikirler etrafımızı sarmaya başladı."
Büyük küreselleşme dalgasına karşı 1990'lı yılların sonlarından itibaren daha ulusalcı, daha korumacı, daha içe kapanan eğilimlerin öne çıktığına işaret eden Kalın, "Küreselleşme bir büyük dalga olarak üzerine geldiği zaman insanlar sağlam durabilmek için bir şeylere tutunma ihtiyacı hissetti. Özellikle Avrupa'da yükselişe geçen aşırı sağcılık, bu dönemin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bugün Avrupa siyasetini esir alan, daraltan, aşırı sağ perspektifler, yer yer ırkçı yer yer faşist yaklaşımlar, göçmen, yabancı, İslam, Müslüman karşıtı perspektifin Avrupa siyasetinde bu kadar güç kazanması ve ana akım siyasetin rengini ve istikametini belirler hale gelmesi, küreselleşmenin yarattığı bu dalganın etkilerinden bir tanesi. Bugün bu sadece bir Avrupa meselesi değil. Bütün bunlara karşı biz, yeni bir dünya inşa etme teklifinde bulunuyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
Voltaire'nin Kutsal Roma İmparatorluğu ile ilgili "Ne kutsaldı ne Roma'ydı ne de imparatorluktu" dediğini aktaran Kalın, "Yeni dünya düzeni de aslında ne yeni ne dünya ne de düzendi. Başka bir oyunun, başka bir kurgunun bir parçası olarak önümüze getirilmişti. Şimdi bunu sorgulamak, enine boyuna eleştiriye tabi tutmak, yapı çözümüne tabi tutarak yerine bir şey koymak bizim temel görevimiz, misyonumuz. Türkiye bugün artık bu iddiaya sahip olacak imkan ve kabiliyetlere kavuşmuş bir ülkedir" ifadelerini kullandı.
Geçmişte "Yapamazsanız, yaptırmayız." diye önü kesilen ne kadar konu varsa Türkiye'nin bugün bunları aşmış, artık yeni bir yolculuğa çıkmış durumda olduğunu kaydeden Kalın, şöyle konuştu:
"Yeni ufku, özellikle önümüzdeki yıl Cumhuriyet'imizin 100. yılına girdiğimizde artık çok daha ileriye, geleceği inşa etmeye dönük bir ufku ifade etmektedir. Türkiye bu anlamda dünyaya söyleyecek sözü olan bir ülkedir. Barışın teminatı olarak sadece kendi barışını ve huzurunu değil, bütün bölgesini ve dünyanın barışını ve huzurunu dikkate alarak bir küresel düzen inşa etmeye çalışan bir ülkedir. Çünkü biz biliyoruz ki her şeyin iç içe geçtiği bu küreselleşme çağında hepimiz güvende olmadan, hiçbirimizin güvende olması mümkün değildir. Hepimiz refahtan pay almadan hiçbirimizin kavuşması mümkün değildir. Hepimiz barış ve istikrarı, huzuru paylaşmadan, sahiplenmeden hiçbirimizin bu değerleri sahiplenmesi ve yaşaması mümkün değildir. O yüzden Türkiye 'adalet, eşitlik, adil paylaşım' diyor, 'eşit ilişki, göz hizasında ilişki' diyor. Bize yüzlerce yıldır empoze edilen Avrupa merkezci hiyerarşik kategorileri reddediyor. Bunların yerine bize ait ama hepimizin paylaşabileceği, insanlığın ortak iyisinde buluşabileceğimiz değerleri inşa etmeye ve bunları insanlıkla paylaşmaya çalışıyor. Bizim siyasetteki temel iddiamız, dış politikadaki temel iddiamız bu. Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok ama hiç kimsenin de gelip hakkımızı hukukumuzu ihlal etmesine müsaade etmeyiz."
Türkiye'nin hem sert hem yumuşak güç unsurlarını kullanarak akil güç olma mücadelesi verdiğini belirten Kalın, sözlerini şöyle tamamladı:
"Yeri geldiğinde askeri gücümüzü kullanıyoruz, ordumuzu savunma sanayimizi, SİHA'larımızı kullanıyoruz. Yeri geldiğinde diplomasiyi, kültürü, anlaşmayı, müzakereyi kullanıyoruz. Bunları birleştirmek suretiyle de kendimize, bölgemize ve dünyamıza bir mesaj veriyoruz. Herkesin kaynaştığı, ortak olduğu, hepimizin eşit, adil, onurlu bir şekilde yaşayabileceği, hepimizin özgürlüğünü serazat bir şekilde tecrübe edebileceği bir dünya inşa edebiliriz. Burada insan onurunu merkeze alan bir insan tasavvurunu, bir küresel sistem tasavvurunu inşa etmek mümkündür diyoruz."