Mete Tapan*
Gazete okumak benim için vazgeçilmez bir alışkanlık. Hem de bugün birçok kişinin başvurduğu yolla internet üzerinden değil. Gazeteyi elime almam, kâğıdı hissetmem, kokusunu duymam, sayfaları çevirebilmem gerekir. Bu gazete okuma alışkanlığına Cumhuriyet gazetesini okuma alışkanlığımı da eklemeliyim. Cumhuriyet gazetesini okumadığım zaman o gün gazete görmüş, okumuş saymam kendimi. Cumhuriyetin ilkelerine bağlı yaklaşımıyla, laikliği, aydınlanmayı, demokrasiyi, insan haklarını temel alan yayın politikasıyla bizleri aydınlatan Cumhuriyet gazetesinin bugünlerde maddi ve manevi sıkıntılar içinde olduğunu, bağlı olduğu vakfın yöneticilerinin büyük bir bölümünün ve birçok değerli yazar ve çizerinin tutuklu olduğunu görmek, Cumhuriyet tarihimizle yaşıt bir gazetenin böyle sıkıntılar yaşıyor olması beni derinden üzmekte. Bana göre Cumhuriyet gazetesi ülkemizin korunması gereken önemli bir “soyut kültür varlığıdır”. Kurtuluş Savaşı’na tanık olmuş, darbelere, hukuksuzluğa hep karşı çıkmış, toplumsal yararı yüceltmiş, ülkenin çağdaşlaşması için mücadele etmekten vazgeçmemiş bir geçmişi vardır Cumhuriyet gazetesinin. Bugünün moda kavramıyla Cumhuriyet gazetesi bir markadır.
Cumhuriyetle büyümüş ve gelişmiş olan bu gazete ayrıca ülkemizdeki gazetecilik mesleğinde de çok önemli kişilerin yetiştiği bir ekol olmuştur. Bu kişilerin arasında köşe yazarları, haber muhabirleri, çizerler, gazete yöneticileri vardır. Nadir Nadi, Doğan Nadi, Burhan Felek, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu ve daha birçok değerli gazeteci Cumhuriyet gazetesinin unutulmaz isimlerindendir.
Cumhuriyet gazetesinin ve vakfının çok değerli yazar, çizer ve yöneticileri bugün gerekçesini anlayamadığımız bir şekilde 90/29 gündür özgürlüklerinden mahrum. Bizler de 90/29 gündür onların bize iletecekleri bilgilerden, yorumlardan yoksunuz. Dolayısıyla onların içerde olması Cumhuriyet okurları olan bizlerin de mağdur olmasına neden oluyor. Bu bağlamda sadık bir Cumhuriyet okuru olarak kendimi haksızlığa uğramış hissediyorum.
Tutuklu bulunanların gerçi hepsiyle şahsen bir tanışıklığım yok ancak her birini yazılarından, çizimlerinden tanırım, yazdıklarından, çizdiklerinden bilgilenirim, keyif alırım. Turhan Günay’la tanışıklığım Cumhuriyet Kitapları arasında basılan kitabımla ilgili olarak gerçekleşti.
Akın Atalay ile ise tanışıklığımız dünyanın uzak köşelerine, örneğin Meksika’ya, Peru’ya ya da İrlanda’ya yaptığımız yolculuklarla başladı, çok kısa zamanda ise bu tanışıklık sağlam bir dostluğa dönüştü. İnsanlar birbirlerini en iyi seyahat sırasında tanırmış derler. Biz de Akın’la birbirimizi dünyanın değişik coğrafyalarında bizden daha farklı olanı keşfederken, karşımıza çıkan güzellikleri paylaşırken, otobüs yolculukları boyunca ciddi konuları tartışırken ya da birbirimizle dalga geçip eğlenirken daha iyi tanıma fırsatı bulduk. Her grup yolculuğunda doğal olarak ortaya çıkan sürtüşmeleri hepimizi rahatlatan uzlaşmacı tavrı, sevecen gülüşüyle çözen bir yol arkadaşıydı Akın. Kuşkusuz bu dostluk salt seyahatlarla sınırlı kalmadı, İstanbul’da da devam etti ve ediyor. Şimdi dileğim en kısa zamanda yine hep birlikte dünyanın başka ilginç noktalarına yol alabilmek.
Değerli dostlar, biliyorum burada söylediklerim birçok kez, birçok kimse tarafından yazıldı. Ancak ben de sizlere bir merhaba demek istedim. En kısa zamanda özgürlüğünüze kavuşacağınıza inanmak istiyorum, yine birlikte olabileceğimiz günleri umutla bekliyorum. Cumhuriyet gazetesi üzerindeki kara bulutların artık dağılması dileğiyle...