Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarlarına yönelik bugün başlayan davaya ilişkin konuşan Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı, “İddianameyi okuduğumda çok güldüm. Burada hukuk diye bir şey yok. Zaten hukuk olsa, iddianamenin ciddi bir tarafı olurdu. Eğer Erdoğan’ın Cumhuriyet’e karşı kızgınlığı kısmen azalmışsa bazı arkadaşlarımız serbest kalabilir” dedi.
Birgün gazetesinden Meltem Yılmaz’ın sorularını yanıtlayan Bursalı, “İki noktanın altını çizmek lazım. Birincisi, bu iktidarın Cumhuriyet’e yönelik bir karşı duruşunun olduğu. Yani Cumhuriyet’i ideolojik olarak, kendilerine karşı bir yayın organı olarak kabul ediyorlar. İki ideolojik karşı kutuptan bahsedebiliriz” ifadelerini kullandı.
Birgün gazetesinin bugünkü nüshasında yayımlanan röportajın tamamı şöyle:
Bugün Cumhuriyet’in 12 yazar, çizer ve yöneticisinin davası görülüyor. Öncelikle siz, 30 yıllık Cumhuriyet yazarı olarak bu dava sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki noktanın altını çizmek lazım. Birincisi, bu iktidarın Cumhuriyet’e yönelik bir karşı duruşunun olduğu. Yani Cumhuriyet’i ideolojik olarak, kendilerine karşı bir yayın organı olarak kabul ediyorlar. İki ideolojik karşı kutuptan bahsedebiliriz. Temsil ettikleri tarihsel siyasal görüşler nedeniyle. Ne ki, yıllarca ellerine, Cumhuriyet’e böyle büyük bir saldırının olanakları geçmemişti. Bu olanağa, Ergenekon Davası’nda kavuştular. Şimdi de, Ergenekon’da Fetö’cüler üzerinden başlattıkları saldırının devamını getiriyorlar. O dönemki saldırıyı İlhan Selçuk canıyla ödedi, haksızlık, adaletsizlik ve kurgu bir mahkemeye karşı mücadelenin stresi nedeniyle... Bu bir cinayettir. İkincisi, Cumhuriyet yazarlarının içerde tutulmasını, genel olarak gazeteciliğe, basın özgürlüğüne karşı saldırının bir parçası olarak görmek lazım.
FETÖ yargısı, muhalif gördüklerinin canına kastediyordu. Peki ya bugünkü yargı?
Hiçbir fark yok. Sen de o dönem Cumhuriyet’te çalışıyordun, bilirsin. O günkü dava da Cumhuriyet’in kurumsal kimliği, Atatürk ideolojisi ve Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığınaydı, bugün de öyle. O dönem de deliller asılsız, suçlamalar uydurmaydı, bugün de öyle. Hâlâ aynı silahları kullanıyorlar ve aynı kafadalar. O dönem de aynı isimler iktidardaydı, bugün de. O dönem de “bunlar gazetecilikten tutuklanmadılar ki” diyorlardı, bugün de. O dönem Türkiye’de basın özgürlüğü yerlerde sürünüyordu, bugün daha da geride.
Yalnızca medya değil, muhalif bütün unsurlar bir şekilde saf dışı ediliyor. KHK ihraçlarının büyük bir kısmı solcu, demokrat insanlar. Pek çok HDP yöneticisi cezaevinde. Sonuç olarak, muhalefetin bu derece saf dışı bırakılma sürecinin, sizin gözünüzde nasıl özel bir anlamı var? Başkanlık seçimlerine giden yolda inşa süreci mi, yoksa bunun çok daha ötesi mi?
Totaliter düşüncenin ürünü. Kendilerini, başkanlık seçimi olacak, durum değişecek ya da iktidar değişecek gibi bir durumda görmüyorlar. Yani biz buraya geldik ve buradan bizi zor söker atarsınız şeklinde bir yönetim tarzları var. Doğru, bu sadece gazetecilikle ilgili bir olay değil, örneğin ekonomide patronlar da iktidarın baskısı, kamçıları altında. Tüm bunların ötesinde AKP kendisini Türkiye’nin yeni kurucusu gibi görüyor. Türkiye’yi kendi totaliter ideolojilerine göre yeniden kurmak istiyorlar. Çok ilginç gerçekten. Örneğin, 15 Temmuz bir tür “kuruluş günü” şeklinde kutlandı. Kimi gece kulüpleri parti bile düzenlemeye kalkıştı.
Tabii, dahası bugün Kurtuluş Savaşı’nı dahi yok sayan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Şimdi bütünüyle yeni bir kurucu ideoloji ve lider inşa edilmeye çalışılıyor. “Eski Türkiye bir yanlıştı ve biz eski Türkiye’yi tanımıyoruz, Yeni Türkiye’yi kuruyoruz” diyorlar. Ama yıkılan, yok olan ve emperyalizme karşı savaş verilen bir ülke mi bu Yeni Türkiye? Hayır. Bütün kurumlar varlığını sürdürüyor. Büyük bir süreğenlik var ortada. Ve bu insanlar da bu süreğenliğin bir parçası olarak yaşıyorlar burada. Kimisi karşı görüş dile getirir, kimisi eleştirir, kimisi çok beğenir, orası ayrı.
Tekrar Cumhuriyet davasına dönersek, duruşmadan ne bekliyorsunuz, ne öngörüyorsunuz?
Şimdi burada Cumhurbaşkanı’nın tavrı önemli. Çünkü bu davaya müdahil oldu biliyorsunuz.
Bu davaya “da”…
Evet, bu davaya da. Eğer Erdoğan’ın Cumhuriyet’e karşı kızgınlığı kısmen azalmışsa, bazı arkadaşlarımız serbest kalabilirler. Zira burada hukuk diye bir şey yok. Zaten hukuk olsa, iddianamenin ciddi bir tarafı olurdu. Dolayısıyla bu davanın seyri arka planda, yargıya verilecek işarete kalmış bir durum.
Öyleyse şunu biliyoruz ki, en ufak bir kızgınlık anında, tekrar aynı şeyler yaşanacak.
Şüphesiz. Bu beklenti içinde olabiliriz. Şimdi önümüzde bir süreç söz konusu, seçimlere gidiyoruz. Referandum sonuçları aslında bu iktidarın adım adım kaybettiğini gösteren sonuçlar. Benim tahminime göre, bugün 7 Haziran 2015 seçimlerindeki sonuç var şu sırada, yani yüzde 41’in altı. İşte MHP’nin Devlet Bahçeli kanadını ilave ederseniz yüzde 45’lerde seyreden bir oran. Bunun önümüzdeki 20 ay içinde düşme olasılığını da görmek lazım. Şapkalarından kuş mu çıkaracaklar bundan sonra. Şunu da biliyoruz ki, ekonomi ve işsizlik rakamları hiç de parlak değil. Ayrıca da ekonomi giderek halkın bir kesiminde arka plana da geçecektir.
»Nasıl?
Bu gidişle adalet ihtiyacı, ekonominin dahi önüne geçecektir bahsettiğim iktidar seçmeni için. “Bu kadar büyük güce rağmen bu kadar adaletsizlik olur mu” soruları, eskiden merkez sağa şimdi AKP’ye oy veren seçmenin de kafasında oluşmaya başlayacak. AKP için zor bir dönem başlıyor, şöyle bir ikileme doğru gidecekler: Ya baskı, yolsuzluk ve seçim sonuçlarını referandumda olduğu gibi manipüle edecekler ki, böyle bir ortamda OHAL bile kalkmayabilir seçimlere kadar.
Evet, OHAL’in seçimlere kadar kalkmasını beklemek biraz hayalcilik olur sanki.
Evet, böyle bir ortamda sandıkları kontrol etmeye çalışacaklar. Yani seçim sonuçlarını yok sayıp iktidarı gasp edecekler. Veya, ikinci bir seçenek olarak, halkın içinde gerçekten de kaybettiklerini, kaybetmekte olduklarını görüp iktidarın değişimini göze alacaklar.
Cumhuriyet iddianamesi çok ilginç iddialara dayandırılmış durumda. “1924’te Atatürk’ün talimatıyla kurulan gazetenin son üç yıllık dönemde özellikle 15 Temmuz darbe teşebbüsüne uzanan süreç ve sonrasında yayın politikası, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu’nda yaşanan değişiklikler ile eşzamanlı olarak 90 yıllık geçmişinin ve kuruluş felsefesinin tam aksi yönde değişime uğramıştır” gibi… İddianameyi okuduğumda çok güldüm. Onlara ne? Bakın, Cumhuriyet içinde bir çatışmanın, dahası bir mahkeme sürecinin olduğunu herkes biliyor. Ancak Cumhuriyet’te çeşitli görüşlerin birbirleriyle savaşarak, gazeteyi ele geçirme döneminin artık son bulması gerektiğini düşünüyorum. Cumhuriyet, kendi ilkelerine, kuruluş çerçevesine bağlı, demokratik, laik, insan haklarına, parlamenter rejime saygılı bir yapı, bir çerçeve içinde çalışanların seçtiği bir yönetim tarafından yürütülmelidir gazete. Her iki taraf da bunu kabul etmelidir... Ama bu özel bir konu. Hele şu haksızlık adaletsizlik bir son bulsun önce.
Bugün görülecek duruşmada, Cumhuriyet çalışanlarının aleyhine bir sonucun, konuşmamızda sözünü ettiğiniz adaletsizlik algısının nasıl bir etkisi olur?
AKP sürekli kamuoyu yoklaması yaptıran bir parti. Örneğin Adalet Yürüyüşü’ne çok şiddetli sözler, saldırılar yaptılar başta fakat kamuoyu yoklamasında kendi seçmeninden de Adalet Yürüyüşü’ne yüzde 4 ile 12 arasında değişen destek görünce geri adım attılar. Cumhuriyet’in yazarlarının içeride tutulması adaletsizlik anlamında başlarında bir bela. Bu nedenle Cumhuriyet yazarlarının içeride tutulmasının, adaletsizlik algısını güçlendirecek bir etki yapması kaçınılmaz.
Toplumun bir kesiminin cumhuriyet ideolojisinde olmasına da gerek yok. Ama insanların içindeki adalet ihtiyacı, oy verdikleri partilerin/ liderlerin önünde bir duygu ve bu durum iktidar için başlı başına sıkıntı yaratacak bir süreç, diyorsunuz.
Evet. Bu nedenle “biraz sempati toplayalım, Cumhuriyetçileri serbest bırakalım” diye bir düşünce egemen olursa hepsini bırakabilirler.
Yıllardır bu mesleğin içinden bir isim olarak, gazetecilere yapılan baskının, zulmün Türkiye toplumunda beklediğiniz tepkiyi yarattığına tanık oldunuz mu? Çünkü gazetecilik çok uzun zamandır en güvenilmeyen mesleklerin başında aynı zamanda.
Hayır, ama bunun ciddi nedenleri var. Gazeteciler güvenilmeyen kurumlardan bir tanesine düşürüldü. Çünkü medya üzerinde baskılar arttıkça, gazetelerin güvenirliği azalıyor. Bu güvenin sarsılmasını iktidar istiyor. Gazeteler doğru yazmasın, habercilik yapmasın istiyor.
Ancak aynı iktidarın, en son 15 Temmuz gecesi, Erdoğan CNN Türk’e değil de A Haber’ e bağlanmış olsaydı, darbe kalkışmasını engelleyemeyeceği ihtimalini de sorguluyor olması lazım.
O gecenin çok olağanüstü bir durum olduğunu biliyorlar. Düşünüp taşındılar, CNN’e çıkmanın geniş çoğunlukla birleşmeleri için gerekli olduğuna karar verdiler. Yani siyasi bir tercih. Ama o olay bitti, alacaklarını aldılar. Ama genel olarak fıtratları, basına olan güvenirliği sarsmaya devam etmek. Gerçek nedir, yanlış nedir, hayal nedir bütün bunlar arasındaki sınırları tamamen ortadan kalkması gerekiyor önümüzdeki süreçte iktidar için.