'FETÖ' üyeliği suçundan sanık savcı Murat İnam’ın yürüttüğü Cumhuriyet gazetesine yönelik soruşturma kapsamında Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Kitap eki yönetmeni Turhan Günay, yayın danışmanı ve yazar Kadri Gürsel, okur temsilcisi Güray Öz, çizer Musa Kart, yazar Hakan Kara, avukatlar Bülent Utku ve Mustafa Kemal Güngör ile yönetici Önder Çelik 4 aydır tutuklu. Haber ve köşe yazılarının delil olarak gösterildiği soruşturmanın 4’üncü ayında iddianame hazırlanmış değil. Anayasa Mahkemesi’ne Aralık 2016’da yapılan bireysel başvurular ise mahkemenin gündemine dahi alınmadı.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde “FETÖ üyeliği” suçundan 1 ağırlaştırılmış müebbet, 1 müebbet ile 67 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan savcı Murat İnam’ın yürüttüğü soruşturma kapsamında, Cumhuriyet gazetesinin 10 yazar ve yöneticisine "FETÖ/ PDY ve PKK/KCK örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" suçlaması yöneltiliyor. Bu suçlamaya delil olarak ise 5 köşe yazısı ile 16 haber gerekçe gösteriliyor. Bu köşe yazıları ve haberlerden bazıları hakkında süren dava ve takipsizlik kararları bulunuyor. Tutukluluğa, soyut değerlendirmelerin yer aldığı bilirkişi raporu da gerekçe olarak gösteriliyor.
Cumhuriuyet'te yer alan habere göre, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 153. maddesine göre avukatlara gösterilmesi gereken rapor, sır gibi saklandığı için kim tarafından hazırlandığı, hatta böyle bir rapor olup olmadığı dahi bilinmiyor. Yazar ve yöneticilerin gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklu oldukları İstanbul 9. Sulh Ceza yargıcı Mustafa Çakar’ın tutuklama kararında da açıkça belirtiliyor. Tutukluluğa gerekçe olarak yalnızca haberler sıralanıyor. Tutukluluğun devamı yönünde karar veren diğer Sulh Ceza yargıçları da ya kopya ya da “kaçma şüphesi gibi soyut" gerekçelerin olduğu kararlara imza atıyor.
Savcı İnam, hakkındaki iddianamede, "FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyesi" olarak, “Darbeye teşebbüs, casusluk, gizli bilgileri açıklama, suç uydurma, özel hayatın gizliliğini ihlal, suç delillerini yok etme ve resmi belgede sahtecilik” ile suçlanıyor. İddianamede İnam’ın da aralarında bulunduğu sanıklarla ilgili TEM Daire Başkanlığı’nın 30 Mayıs 2015 tarihli “Paralel Devlet Yapılanması kapsamında örgütlü bir şekilde hareket ediyorlar ve örgütle bağlantılı olduklarına dair iz ve emareler var” tespitinin yapıldığı rapor yer alıyor. İddianamede İnam’ın "Paralel Devlet Yapılanması ile bağlantılı olduğu öne sürülen kişilerle irtibatlı olduğu" da aktarılıyor. HTS incelemelerinde İnam’ın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sosyal Tesisleri’nde müdür yardımcılığını yapan K.Ö. isimli kişiyle 123 kez görüştüğü, bu kişinin aynı zamanda Yarbay Ali Tatar’ın intiharıyla ismi gündeme gelen 'FETÖ' suçlamasıyla tutuklu, dönemin özel yetkili savcısı ve Yargıtay üyesi Süleyman Pehlivan ile de irtibatlı olduğu ifade ediliyor.
Silivri Cezaevi’nde tutulan gazetenin yazar ve yöneticileri haftada bir saat avukatları ve aileleri ile görüşebiliyor. İnfaz memurları eşliğinde gerçekleşen görüş, sesli ve görüntülü olarak da kayda alınıyor. Avukatların aldığı notlar cezaevi yönetimince okunuyor ve bir fotokopisi alınıyor. Bu görüş kısıtına gerekçe olarak 667 sayılı KHK gösteriliyor. Söz konusu KHK’ye göre devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, milli savunmaya, devlet sırlarına karşı suçlar, casusluk ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan tutuklananlara farklı bir cezaevi rejimi uygulanabiliyor. Ancak hem 4 aydır tutuklu bulunan 10 yazar ve yönetici, hem de 59 gündür tutuklu olan muhabir Ahmet Şık’a yöneltilen suçlama KHK’de sıralanan suçlar arasında yer almıyor. Bu kısıtlamaya yapılan itirazlar ise halen infaz hâkimliği tarafından inceleniyor.
Yazar ve yöneticiler Kasım 2016’da tutuklandığında Avrupa’nın en büyük cezaevi olan Silivri’de 1750 kitap vardı ve 3’er kişilik koğuşlara 1 kitap düşüyordu. Yayınevleri cezaevine kitap yardımında bulunsa da tutuklu ve hükümlüler bu kitapları ancak cezaevi memurlarının incelemesinden geçtikten sonra alabiliyorlar. Ancak yine de istenilen kitapların büyük çoğunluğuna ulaşılamıyor. Muhabir Ahmet Şık’ın yaklaşık 100 kitaplık istek listesine cezaevi idaresi, 4 kitapla yanıt verdi. Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklu bulunan yazar ve yöneticilerimize uygulanan avukat görüş kısıtlaması, kitap kısıtlamasının yanı sıra bir de mektup yasağı uygulanıyor. "Keyfi bir tutumla uygulanan" bu yasağın sebebini cezaevi idaresi de bilmiyor. Yasağa, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili İsmail Uçar’ın cezaevine gönderdiği genelge gerekçe gösteriliyor. Genelgede, darbeye teşebbüs suç ve eylemlerine ilişkin soruşturmalar kapsamında tutuklu bulunan şüphelilere OHAL süresince mektup ve faksın yasakladığı belirtiliyor ancak gazetenin 11 yazar ve yöneticisine yöneltilen suçlamalar sayılanların arasında yer almıyor. OHAL kapsamında çıkarılan KHK’larda ise mektup yasağına ilişkin bir hüküm bulunmuyor.
Muhabir Ahmet Şık geçen günlerde CHP milletvekili Zeynep Altıok ile yolladığı mesajda mektup haklarının keyfi bir şekilde engellendiğini belirtti. Şık, konuyla ilgili tutuklu avukat Bülent Utku ile birlikte cezaevi idaresine dilekçe yazdıklarını belirterek, ancak buna baştan savma sözlü yanıtlar verildiğini söyledi. İnfaz hâkimliğine yapılan başvurunun yanıtsız kaldığını ifade eden Şık, mektupların bakanlık genelgesi uyarınca verilmediği bilgisinin kendilerine aktarıldığını belirtti. Şık, 17 Şubat Cuma günü cezaevi idaresi tarafından sözlü yapılan açıklama da ise genelgenin olmadığı, bu konuda İstanbul Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından yasak koyulduğu gerekçesinin bildirildiğini kaydetti. Şık mesajında, bu yasağın hukuki olmadığını vurgulayarak, bu yasağın hangi yasa maddesine dayandırıldığını sordu. Altıok’un görüştüğü tutuklu gazeteci Mahir Kanaat ise dışarıya yönelik mektup kısıtlamasının olmadığını belirterek, aynı cezavindeki Ahmet Şık’a gönderdikleri mektubun ise gönderilmediğini söyledi.
Akın Atalay: Biz cezamızı tamamladık
"Bizim için dava açılacağını, mahkemeye çıkarılacağımızı, yargılanacağımızı, mahkemece suçlu bulunursak ceza verileceğini, hüküm istinaf veya temyiz mahkemesi tarafından da onaylanırsa, hükmen infaz edilmeye başlanacağını, yani cezaevine konulacağımızı ve cezamızın çektirileceğini mi zannediyorsunuz? Öyleyse yanılıyorsunuz. Çünkü yanlış biliyorsunuz. Yukarıdaki prosedür, hukuk devletlerinde olanı. Bizim memlekette durum epeyce farklı.
"Biz, bu aşamaların hiçbirinden geçmeden, yani dava açılmadan, hâkim ve mahkeme önüne çıkarılmadan, iddianame yokken ve savunmamız sorulmadan çoktaaaaan hüküm verildi, cezamızı da tamamladık.
"Nasıl oldu bu iş?
"Anlatalım:
"Hükümet OHAL ilan ettikten sonra KHK’ler çıkarmaya başladı. Yayımlanan KHK’lerden biriyle de hapis cezalarının infazıyla ilgili yeni kural getirildi. Yeni infaz rejimine göre rüşvet, zimmet, yolsuzluk, hırsızlık, sahtecilik, tehdit, şantaj, gasp, suç örgütü kurmak ya da yönetmek, adam yaralamak gibi bir suçtan mahkemede yargılanıp dört yıl (veya altında) hapis cezasına mahkûm edilmişseniz tek bir gün bile hapis yatmadan cezanızı çekmiş, hakkınızdaki hapis cezası hükmü infaz edilmiş sayılıyor.
"Eğer mahkûmiyetinize neden olan suç, devlet aleyhine işlenen suçlardan veya terör suçlarından biriyse, bu halde 1.5 yıl (veya altında) hapis cezasına mahkûmiyette yine tek bir gün bile hapis yatmadan cezanızı çekmiş oluyorsunuz.
"Yeni infaz sistemine göre, Silivri Cezaevi’nde kaldığımız süre dikkate alındığında, hakkımızda şimdiden 2 yıl hapis cezasına hükmedilmiş ve bu hükmün infazı da peşinen yapılmış durumda. Bundan sonra hapiste geçireceğimiz her geçen gün peşin olarak verilen ve infaz edilen hapis cezasının da artırılması anlamına geliyor.
"Olur da bir gün dava açılır ve mahkeme önüne çıkarılırsak, mahkemenin vereceği kararın etkisi de, etkinliği de sınırlı kalacak, belki de işlevsiz olacaktır. Peki, yargılamanın sonunda beraat edersek (ki bundan hiç kuşkumuz yok), hayatımızdan zorla ve hukuksuz olarak çalınan bu zamanların hesabını kim(ler) ve nasıl verecek?
"Telafi imkânı olmayan bu zararın, bu adaletsizliğin sorumluluğunu kim üstlenecek?
"Bu durumu, bu yargısız peşin infazı, yargı mekanizması ve o kurumda görevli bazı kişiler aracılığıyla uygulanan zulmü yalnızca biz yaşamıyoruz. Bizden önce de, bugün de çok daha uzun süreli benzer mağduriyetleri yaşayan yüzlerce, binlerce insan var.
"Yargıyı, adliyeyi kendi iktidarlarının çıkarları ve istekleri doğrultusunda hizmet veren bir kamu idaresine dönüştürdüler. Baskıyla, tehditle, siyasi ve ekonomik ambargolarla, hapisle medyayı da hizaya sokmak, onu da iktidarlarının güvencesi olacak bir iktidar silahına dönüştürmek istiyorlar. Epeyce yol katettiler. Ama hâlâ direnen, teslim olmayan, demokrasi, hak, hukuk, adalet, gazetecilik ve özgürlük ideallerine bağlı insanlar ve kurumlar var. Umudumuz da var. Yalnızca bizleri değil hangi görüşte olursa olsun içerdeki bütün gazetecileri unutmayın. Gazetecilik suç değildir.
Murat Sabuncu: Saat 15.30’larda güneşin peşinde
"Bugün 4 ay, yani 120 gün, yani 16 hafta, yani 2 bin 280 saat doldu. 17 saat daraltılmış aile görüşü ve 17 saat avukatlarımızla görüş, 1 saat telefon görüşmesi, 1 saat milletvekili görüşü toplam 36 saat hücrelerin dışında kaldık. Geri kalan her anımızda hücredeydik. İftirayla, haksız yere tutulmamız, hazırlanmayan iddianamemiz, ağırlaştırılmış tutukluluk koşulları...
"Önce bunlar üzerine birkaç cümle hayal etmiştim ama sonra memleketin biz tutukluykenki hallerine baktım: Ölümler, yaralanmalar, terör, işsizlik, akademisyenlerin ihracı, kundaklama, korkutma... Kendimden, kendimizden konuşmaktan vazgeçtim, hatta bunu düşündüğüme utandım. Sadece içeriden bir yaşanmışlığı paylaşmak istiyorum. 97. gün daha önce hiç görmediğimiz güneşi hücrenin karşısındaki pencereden “sektirmeli de olsa” gördük. Saat 15.30 civarıydı, hücre arkadaşlarımla uzun uzun güneşin yansımasına baktık. Bunu hayra yorduk.
"Güneşin sadece bizim için değil, düşünceleri yüzünden cezaevindeki herkes için bir umut olduğunu biliyoruz. Güneşi doğrudan göreceğimiz günlerin özlemiyle, bizi özleyenlere saat 15.30’larda bizim de güneşin peşinde olduğumuzu bilerek o müthiş aydınlığa bakmalarını öneriyoruz."