Cumhuriyet'te yenileşme krizi, İcra Kurulu Başkanı'ndan muhalif yazarlara: Alet olmayın!

Cumhuriyet'te yenileşme krizi, İcra Kurulu Başkanı'ndan muhalif yazarlara: Alet olmayın!

Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Twitter’dan yaptığı açıklamada, gazetenin 24 Nisan tarihli nüshasında kullandığı Ermenice “Bir daha asla” manşetini “PKK’yla soykırım kardeşliği” başlığıyla haberleştiren Aydınlık gazetesi ile Cumhuriyet yazarlarından Orhan Bursalı ile Ataol Behramoğlu’nu sert bir dille eleştirdi. Atalay, Aydınlık'ı ismiyle tezat karanlık odaklar" olarak nitelerken, bazı Cumhuriyet yazarlarının da "gazeteye yönelik karalama kampanyalarına alet olduğunu" ifade etti.  Cumhuriyet yazarlarından Ataol Behramoğlu, 11 Nisan 2015 tarihli yazısında “HDP’ye oy verme modasından Cumhuriyet’in de etkilendiğini” ifade etmiş, Orhan Bursalı da Cumhuriyet’in 24 Nisan 2015 tarihli nüshasında Ayşe Hür’ün Selin Ongun’a 1915’le ilgili verdiği cevapları “zırvalıklarla dolu” olarak nitelendirmişti. Cumhuriyeyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın AtalayCumhuriyet yazarlarından Mine Kırıkkanat da, Prof. Ahmet İnsel ile Nuray Mert'in de, Can Dündar'ın  genel yayın yönetmenliğine getirilmesinin ardından gazetenin yazar kadrosuna katılması üzerine, Atatürkçü ve laik yazarların Cumhuriyet'ten tasfiye edilmek istendiğini iddia etmişti.

Bu gelişmelerin ardından, Cumhuriyet'teki yenileşme arayışlarının önde gelen isimlerinden olan  İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Twitter'da (27 Nisan 2015) şu mesajları paylaştı:

 

1- Cumhuriyet gazetesine yeni katılan bazı yazarlar nedeniyle gazetenin, yerleşik yayın ilke ve politikalarıyla çeliştiği, temsil ettiği

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

2- değerleri terk ettiği, gazetedeki Atatürkçü ve laiklik yanlısı yazarların tasfiye edilmek istendiği, gazete yönetiminin cemaatçilerle

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

3- ya da PKK yandaşlarıyla ya da 2. Cumhuriyetçilerle (istediğinizi seçin) işbirliği yaptığı, ... şeklinde tezviratlar, her fırsatta bu tür

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

4- yalanları ısıtıp ısıtıp piyasaya sürme ve etkileyebileceğini düşündüğü okurları gazeteden koparma konusunda sicili hayli kabarık olan

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

5- Cumhuriyet gazetesi "düşmanlarının" yeni ve taze bir saldırısıdır. Cumhuriyet gazetesinin yayın ilke ve politikaları bellidir ve gazete

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

6- bu ilkelere sıkı sıkıya bağlıdır. Gazetenin yayın ilke ve politikalarını kıymeti kendinden menkul bazı kalem erbabı belirleyemez,

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

7- temsil edemez. 91 yılı geride bırakmış olup bu ülkenin en köklü kurumlarından birisi olan bu gazete, şu ya da bu yazarın varlığı ya da

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

8- yokluğu ile değil, nesnel, ölçülü ve adil habercilik anlayışı, siyasi, dini, sosyal ya da ekonomik hiç bir güç odağına bağımlı olmayışı,

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

9- özgürlüğünü ve bağımsızlığını güvenceleyen kurumsal kimliği ile vardır ve var olacaktır. Bugüne kadar bu gazeteyi ele geçirmek için

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

10- birçok defa sinsi ve saldırgan plan ve projelerini yaşama geçirme girişiminde bulunmuş ismiyle tezat karanlık odaklar bu girişiminde de

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

11- başarılı olamayacaklardır. Eskiden bu gazetede çalışmış ve başarısızlıkları nedeniyle dışlanmış olan bu gazeteye her türlü kötülüğü

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

12- yapabilecek tıynetteki bazılarını tetikçi olarak kullanarak varabilecekleri bir yer olamayacaktır. Cumhuriyet gazetesinin okurları,

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

13- sorgulayıcı ve eleştirel akla sahip, özgür bireylerdir. Bazılarının ummak istediği gibi koyun sürüsü değillerdir. O nedenle, gazetenin

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

14- çizgisinde ve ilkelerinde herhangi bir sapma olmadığını, içinde bulunduğumuz otoriter ve baskıcı dönemde daha geniş kitlelerin gerçek

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

15- bilgilere ulaşması için değerleri ve ilkelerini koruyarak değişime ve gelişmeye açık bir yenilenme çabasının olduğunu görmektedir. Hiç

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

16- bir kurum ve yapı değişimden kaçamaz, kaçmamalıdır. Her siyasi ve sosyal organizma gibi gazeteler de değişmek, yenilenmek zorundadır.

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

17- Önemli olan değişim ve yenilenmenin yönünün geriye, yozluğa, çürümüş, kokuşmuş, antidemokratik, otoriter, faşizan değerlere değil,

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

18- toplumun ve insanlığın ortak iyiliğine, demokratik değerlere, eşitlik ve özgürlük idealine doğru olmasıdır. Gazetemize yeni katılan

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

19- yazarlarımızın da bilgi, birikim ve deneyimleriyle okurlarımıza ve topluma katkıda bulunacağına, yorum ve analizleriyle gazetemizi

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

20- zenginleştireceklerine inanıyoruz. Uzun yıllardır bu gazetede yorum ve analizleri yer alan diğer yazarlarımız da, yeni yazarlarımız da

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

21- köşelerinden, gazetenin belli bir konudaki görüş ve düşüncelerini değil, kendi görüşlerini yansıtacaklardır. Bu gazetenin kurumsal görüş

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

22- açıklama ihtiyacı doğduğunda, bunu eskiden olduğu gibi "Cumhuriyet" imzalı bir başyazıyla yaptığı bilinmektedir. Bu uygulamada herhangi

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

23- bir değişiklik yoktur. Son günlerde, ismini anmak gereği duymadığımız bazı mecralarda, gazetemize yönelik haksız ve kötü niyetli

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

24- karalamalara gazetemizde çalışan, yazan birkaç kişinin de alet olduğu, kamusal alanlarda ve çeşitli medya mecralarında, kurumsal etik

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

25- davranış ilkelerine uygun olmayan açıklama ve ifadeler kullandıkları görülmektedir. Bir yandan bir kurumda ücret karşılığı çalışırken,

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

26- öte yandan aynı anda o kurumu ve ürününü kötülemek kabul edilebilecek etik bir tutum ve davranış değildir. Bu gazete, her bir yazarından

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

27- ya da yöneticisinden çok daha önemli ve değerlidir. Hiç kimse kendisini vazgeçilemez, çok önemli görmemeli, gazetesine özen ve sadakat

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

28- borcuna aykırı davranmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, bu gazete hancı, her bir çalışanı, yazarı ve yöneticisi yolcudur.

— Akın Atalay (@av_akinatalay) 27 Nisan 2015

 

Aydınlık 'PKK'yla soykırım kardeşliği' demişti

 

Aydınlık gazetesinin 25 Nisan 2015 tarihli nüshasının başsayfasında, Cumhuriyet ve Özgür Gündem'in Ermenice manşetle çıktığına dikkat çekilmiş, bu durum "PKK'yla soykırım kardeşliği" olarak nitelendirilmişti.

Aydınlık'ın haberinde şu ifadelere yer verilmişti:

"Cumhuriyet 'Bir daha asla' Özgür Gündem de 'Gör, duy, yüzleş' anlamına gelen Ermenice manşetlerle çıktı. Her iki gazete de Türkiye'yi 'soykırımcı' ilan etti."

 

Ataol Behramoğlu: HDP modasına Cumhuriyet de uydu

 

Cumhuriyet yazarı Ataol Behramoğlu, 11 Nisan 2015 tarihli "HDP'ye oy vermek" başlıklı yazısında şu ifadeleri kullanmıştı:

Şimdilerde bir moda var: Önümüzdeki genel seçimlerde HDP’yi desteklemek. Nedeni, eğer bu parti barajı aşamazsa ona verilecek oyların AKP’nin hanesine yazılacak olması. 

HDP’nin doğal seçmenine bir diyeceğim yok. Anlamaya çalıştığım, HDP’li olmadıkları halde yukarıdaki gerekçeyle bu partiye oy verme çağrısında bulunan kişiler ve çevrelerin dayandığı mantık. 

İnce hesaplara, yüksek entelektüel usavurmalara benim aklım pek ermiyor. 

Bu konuda da bunlardan önce bazı basit sorulara yanıt bulmaya çalışıyorum.

Öncelikle, HDP kime ve neye güvenerek seçimlere parti olarak girme kararı aldı? Bir başka deyişle, barajı aşacağı güvencesini nereden alıyor? Barajı aşamayıp parlamento dışı kalırsa ülkede neler olabileceğinin hesabını yaptı mı? Bu ve benzer sorulara yanıt aramaksızın, aman oyumuzu HDP’ye verelim, yoksa AKP başkanlık sistemi getirecek telaşı ve çağrısı bana anlamsız görünüyor.

***

Sadece anlamsız mı? Bu çağrı gizli bir tehdit de içeriyor: Eğer HDP’ye oy vermezsen, demokrat değilsin. Ulusalcısın, şusun busun. Biz bu filmi Cumhurbaşkanlığı seçiminde, onun da öncesinde anayasa referandumu oylamasında görmedik mi? Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP Eşbaşkanı’nın konuşmalarından pek etkilenerek ya da zaten bu konuda baştan kararlı olarak ona oy verenler, bugün saray görünümlü gecekondusunda oturmakta olan kişi cumhurbaşkanı olarak parlamentoya girerken, oy verdikleri kişinin onu ayakta alkışladığını gördüklerinde acaba ne hissettiler? Dahası, verdikleri oylarla bugünkü cumhurbaşkanının seçilmesine katkıda bulunduklarını düşünüp bir özeleştiri yaptılar mı? Hiç sanmam. Çünkü bunu yapmış olsalar, şu andaki konumlarında bulunmazlar, biraz daha düşünme gereği duyarlardı.

***

Şimdi sorularımı HDP üzerinde yoğunlaştırıyorum:  Demokrasi savaşımında bu partiye güvenmem için bir neden var mı? 

Dinci-faşist partiyle ve onun değişmez lideriyle iş ve ağız birliği içinde çözüm arayışında olan parti, bu değil mi? 

Ortağına arada bir yönelttiği çakma eleştirilerin gerçekliğine ve samimiyetine neden inanayım? 

Bu parti, AKP’nin iktidar oluşundan bugünlere ülkemizin üzerine karabasan gibi çöken faşist baskı ve saldırılara karşı, laf üretmekten başka ne yaptı? 

Nasıl alçakça planlar olduğu şu günlerde artık herkesin görebileceği açıklıkta ortaya dökülen Ergenekon ve Balyoz faciaları yaşanmaktayken, ne gibi karşı duruşlar sergiledi? 

Gezi başkaldırısı günlerinde tutarlı bir duruşu oldu mu? 

HDP’nin hangi demokrasi kahramanlığından söz ediliyor? 

Bu partinin Türkiye’de gerçek bir demokrasi için kaygı taşıdığına inanmam için ne gibi nedenler bulunmakta? 

Asıl amacı ve hedefi, ulusal bütünlük içindeki bir etnisitenin, ekonomik ve sınıfsal olmaktan kat kat daha çok, kimlik sorununda odaklanan bir siyasal hareketten, ülkenin bütününde demokrasi için savaşım vermesini düşünüp beklemek, nasıl bir mantığın ürünüdür?

***

Yazıya, “şimdilerde bir moda var” diye başladım... Bu modadan yeni Cumhuriyetimiz de bir ucundan etkilenmiş olmalı ki, 900’den fazla sanatçı ve aydının HDP’ye destek çağrısına bu konulardaki alışılmış tutumundan daha farklı, altını daha çok çizerek yer verdi. Kimsenin aydınlığını tartışamam. Fakat acaba destekçiler içindeki birkaç değerli yazar ve sanatçı sayısı bu abartılı rakamın haber başlığına çıkarılmasını hak edecek düzeyde miydi?

***

Ben, kendi payıma, HDP’ye oy vermek için hiçbir neden ve gerek görmüyorum. 

Barajı aşamazsa, oylar AKP’ye gidecek ve ülkede demokrasinin kökü bütünüyle kazınacakmış. 

Böylesine zavallı, teslimiyetçi, edilgen bir gerekçe, bana sadece utanç verici görünüyor. 

Sonuçta olabilecekleri, başta HDP olmak üzere, önümüzdeki seçimleri bu Rus ruletine çevirenler düşünsün.

Bir duyuru: Okurlarımı, sevenlerimi ve sevmeyenlerimi, yarın (Pazar)15.00’te, Cad-debostan Kültür Merkezi’ndeki 50. sanat yılı şölenine bekliyorum.

 

Orhan Bursalı: Ayşe Hür zırvaladı

 

Gazetedeki yeniden yapılanma kapsamında son dönemde yapılan yazar alımlarını sık sık eleştiren Orhan Bursalı, son olarak Twitter'de Ayşe Hür'ün Ermeni katliamıyla ilgili ifadelerine sert tepki göstermişti.

 

Ayşe Hür'ün dünkü Cumhuriyet'te yayımlanan "Ermeni Soykırımı" üzerine yanıtları zırvalıklarla doludur, görüş diye bile yayınlanamaz

— ORHAN BURSALI (@ORHANBURSALI) 25 Nisan 2015

 

Ayşe Hür ne demişti?

 

Cumhuriyet yazarı Selin Ongun, Ermeni katliamıyla ilgili olarak Mehmet Perinçek ve  Ayşe Hür'den görüş almıştı. Selin Ongun'un Cumhuriyet gazetesinin 24 Nisan 2015 tarihli nüshasında yayımlanan, "100 yıllık soru: 1915 nedir?" başlıklı yazısı şöyle:

 

Dr. Mehmet Perinçek: ‘Ermeni tehciri hukuka uygundur’

1 TEHCİRE NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?

Çarlık arşiv belgelerinden Türkiye’yi işgal planları çerçevesinde Türkiye Ermenilerine iki görev yüklenildiği görülmektedir. İlki; Ermeniler, cephe gerisinde ayaklanma çıkararak Türk ordusunu zaafa uğratacaktır. İkincisi ise oluşturulan Ermeni gönüllü birlikleri Türk ordusunun savunma hattını yırtarak Rus işgalini kolaylaştıracaktır.

Diğer taraftan Çarlık yetkililerinin yazdığı raporlar ve Çarlık askeri mahkemelerinin tutanak ve kararları göstermektedir ki, Birinci Dünya Savaşı’nda işgal edilen bölgelerde Ermeni gönüllü birlikleri Müslüman halka karşı vahşi katliamlara girişmiştir. Belgelere göre bu katliamlar sistematiktir ve ırkçı nefrete dayanmaktadır. Türkiye’nin düşmanı Rus komutanları bile bu vahşet karşısında dehşete kapılmıştır. Son kitabım Ermeni Milliyetçiliğinin Serüveni’nde belgeleriyle ortaya koyduğum üzere birçok Ermeni gönüllüsü, askeri mahkemelerde yargılanmış ve idam cezasına çarptırılmıştır. Katliamlar tehcirden önce başlamıştır.

Tehcir kararı ve uygulaması, bir savaş önlemidir. Bu önlem, bugün Cenevre Sözleşmeleri’ne ek 2. Protokolde tedvin edilmiştir. Ayrıca Lahey Adalet Divanı’nın Hırvatistan-Sırbistan davasında verdiği yeni bir kararda tehcirin soykırım olmadığı da ifade edilmiştir. Ermeni tehciri, Osmanlı yöneticilerinin de kabul ettiği bazı aşırılıklara rağmen, hukuka uygundur.

2 KAÇ KİŞİ TEHCİR EDİLDİ?

Ne yazık ki az önce ifade ettiğim her iki görevin yerine getirilmesinde geniş Türkiye Ermenisi kitleler faal rol oynamıştır. Hareket, birkaç Taşnak çetesinden ibaret değildir. Arşivler, Çarlık ordularına hizmet etmek ve gönüllü birliklerde Türklere karşı savaşmak için Türkiye Ermenilerinin savaşın çok öncesinden Rus yetkililere başvurularıyla doludur. Bu belgeler, tehditle alınan savaş önleminin orantılılığını göstermektedir.

3 NASIL ÖLDÜLER?

15 senedir Rus devlet arşivlerinde yaptığım çalışmalar Dünya Savaşı sırasında yaşanan ölümlerin tek taraflı olmadığını gösteriyor. Bu belgeler, bir soykırımın değil, karşılıklı bir kırımın yaşandığını; bu karşılıklı kırımın Çarlık Rusyası ve Batı’nın Osmanlı topraklarını paylaşmak amacıyla kışkırttığını; buna karşılık da Türkiye’nin bir vatan savunması gerçekleştirdiği kanıtlıyor.

4 KİM ÖLDÜRDÜ?

Dönemin tanıklarından askeri tarih uzmanı Sovyet generali Prof. Dr. N. G. Korsun’un ifade ettiği üzere Türk iktidarı ve nüfusu, tehcir edilenlere karşı nazik bir tutum almıştır. Tehcir sırasındaki suiistimaller ağır şekilde cezalandırılmıştır. Soykırım suçunun oluşması için yok etme iradesi açıkça yazılı ya da sözlü beyan edilmelidir. Olaydaki tüm belgeler tam tersine Ermenilerin korunmasını ve rahatça iskân edilmelerini öngörmektedir.

5 KAÇ KİŞİ ÖLDÜ?

Sadece Ermenilerin kayıpları üzerinde yoğunlaşmak tarihi eksik ve tek yanlı ele almak olur. Bölgedeki Müslüman nüfusun da ciddi kayıplar verdiği Rus ve Ermeni kaynaklarına yansımıştır. Örneğin 1916 Kasım’ında Ermeni milliyetçilerinin yayın organları dahi Müslümanların verdiği kaybın Ermenilerden az olmadığını söylüyor. Ermeni tarihçi Lalayan, Ermeni arşivlerinde yaptığı çalışmalara dayanarak hazırladığı istatistikte Taşnak Ermenistanı döneminde (1918-1920) bugünkü Ermenistan sınırları içerisindeki Türk nüfusun yüzde 77’sinin, Kürtlerin yüzde 98’inin, Yezidilerin de yüzde 40’ının Taşnak iktidarı tarafından ortadan kaldırıldığını ortaya koyuyor.

6 NEDEN ÖLDÜRÜLDÜLER?

Sovyet Ermenistanı’nın önde gelen devlet adamlarından ve dönemin tanıklarından A. B. Karinyan’a göre Taşnakların “Büyük Ermenistan” hayalinin önündeki en büyük engel, Ermenilerin o topraklarda azınlık olmalarıydı. Karinyan’ın ifadesiyle Taşnaklar, nüfustaki dengesizliği kendi lehine çevirmek için Müslüman halkın sistematik olarak tamamen yok edilmesi yöntemine başvurdu. Misilleme olarak Müslümanlardan da intikam amaçlı saldırılar yaşandı.

7 NE ZAMAN?

Amerikan Kongresi’ne devamlı gelen “Ermeni soykırımı” yasa tasarısında Türkiye’nin soykırım suçunu 1915-1923 yılları arasında kesintisiz işlediği ifade edilmektedir. Böylece İstiklal Savaşı da soykırım sürecine dahil edilmekte ve buna bağlı olarak Mustafa Kemal’ler, Kâzım Karabekir’ler soykırım suçlusu olarak nitelendirilmektedir. Lozan Antlaşması’nın ve Kurtuluş Savaşı’nın gayrimeşru ilan edilmesi bugün Ermeni soykırımı iddialarının Ermenilerin acılarını paylaşmak amacıyla değil, Türk milli devletini hedef almak üzere ortaya atıldığını ortaya koymaktadır.

8 VARLIKLARI NE OLDU?

Osmanlı hükümeti geri dönen Ermenilere veya onların mirasçılarına bu malları iade hakkı vermiştir. Lozan Antlaşması’nda da, Ermeni sözcüğü kullanılmadan, geri dönen kişilere mallarının iade edileceği belirtilmektedir. Birçok kişinin bu çerçevede mallarını almış olduğu ancak bazı taleplerin de, zamanaşımı nedeniyle yerine getirilemediği anlaşılmaktadır. Ayrıca ABD, 1923 yılında Amerikan vatandaşı olan Ermenilerin Türkiye’deki mallarının tazminini istemiş ve bu konuda 1937 yılında iki ülke arasında bir anlaşma yapılmış ve buna göre Türkiye tazminat ödemiştir. Ermenilerin malları konusu iki ülke arasında çözümlenmiştir.

9 BUNDAN SONRA NE OLACAK?

AİHM’nin Perinçek-İsviçre davasında aldığı 17 Aralık 2013 tarihli kararda İsviçre’nin sadece düşünce özgürlüğünü ihlal ettiği belirtilmemiş, ayrıca 1915 olaylarının Yahudi soykırımından farklı olduğu ve 1948 sözleşmesindeki tanımdan ayrı bir kategoride bulunduğu ifade edilmiştir. 28 Ocak 2015 günlü temyiz duruşmasından sonra kararın benzer bir şekilde bu sene sonunda çıkması beklenmektedir. Bu karar uluslararası hukuk planında meseleyi çözecek ve konunun siyasi bir silah olarak Türkiye’ye karşı kullanılmasını engelleyecektir.

10 NE YAPMALI?

Soykırım iddiaları geçmişte olduğu gibi bugün de siyasi amaçlarla gündeme getirilmektedir. 1915 yılında psikolojik savaş amacıyla imal edilen bir malzeme, stratejik amaçlar için ısıtılıp tekrar piyasaya sürülmüştür.

Kritik bir zamanda Türkiye’yi bölmenin ve müdahale etmenin hukuki zemini döşenmektedir. “Büyük Ermenistan”ın yerini artık “Büyük Kürdistan” projesi almıştır. Buna karşı Türkiye’nin sadece tarihi değil, siyasi cevabı da olmalıdır. Başı dik, bağımsız, milli bir dış politika soykırım iddialarıyla mücadele için şarttır. Türkiye’yle Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için de emperyalizmin eli bu meseleden çekilmelidir.

Ayşe Hür: Malları iade edilsin, çocuklarına pasaport verilsin

1TEHCİRE NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?

Osmanlı İmparatorluğu son 150 yılında çözülme sürecine girmişti. Trablusgarp ve Balkan hezimetlerinden sonra İTC hızla “Türkçülük” ideolojisine kayarken, 1878 Berlin Antlaşması’ndan beri devletin Ermeni reformlarını gerçekleştirmesinden umudunu kesen Ermeniler de Osmanlıcılık idealinden uzaklaşmaya başlamışlardı. İttihatçılar, Balkanlar’da ve Kuzey Afrika’da kaybedilen toprakları soydaşların yaşadığı Turan’daki topraklarla telafi etmeyi hayal ediyorlardı ama Ermenilerin yoğun olduğu Doğu vilayetleri, Turan’a giden yolun üzerinde tıkaç işlevi görüyordu. Ayrıca Ermenilerin zenginlikleri, Müslüman burjuvazi için iyi bir kaynak gibi görünüyordu. Bütün bunların bileşkesi olarak “dahili tümörler” olarak nitelenen Ermenilerin safdışı edilmesi fikri güçlendi. İttihatçıların isteyerek girdikleri Birinci Dünya Savaşı da bu plan için iyi bir çerçeve sundu.

2 KAÇ KİŞİ TEHCİR EDİLDİ?

Yakın tarihe kadar kaç Ermeninin tehcir edildiğini bilmiyorduk. Sayılar 2.5 milyon (Ermeni Patrikhanesi’ne göre) ile 413.067 (ATASE’ye göre) arasında değişiyordu. Murat Bardakçı’nın “Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi” kitabında 924.158 Ermeninin tehcir edildiği yazılı. Cemal Paşa ise sayıyı 1.5 milyon olarak veriyor.

3 NASIL ÖLDÜLER?

Kimi yerde bir gün, kimi yerde 15 gün içinde evlerinden ayrılmaları emredilen Ermenilerin çoğu yaya, bir kısmı paralarını kendileri ödeyerek kağnı, tren gibi araçlarla Suriye’deki çöllük Der Zor’a gönderildiler. Bu yolculukta açlık, hastalık gibi nedenlerle ölenler elbette vardı ama esas olarak İTC Merkez Komitesi üyeleri Dr. Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım tarafından emirlerle hapishanelerden salıverilmiş çeteler tarafından öldürüldüler.

4 KİM ÖLDÜRDÜ?

Tehcirin soykırıma dönüşmesi sürecinde, Teşkilat-ı Mahsusa’nın milisleri, ordu birlikleri, kolluk kuvvetleri ve bunların yönlendirdiği eski Hamidiye Alayları, Türk, Çerkes, Laz, Gürcü, Çeçen, Arnavut, Kürt, Arap vb. çeteleri, başıbozuklar ve sivil halk değişik oranlarda üzerine düşeni yaptı. Örneğin tehcirin eylemci ekibinde, General Mahmud Kâmil Paşa, Genelkurmay İstihbarat Dairesi’nden Albay Seyfi, Halil Paşa ve Nuri Paşa, Musul’daki 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa gibi askerler, Teşkilat-ı Mahsusa’nın tetikçisi Yakup Cemil ve ‘Deli’ Halit (Karsıalan) gibi Harbiye mezunları, İTC Merkez Komitesi üyeleri Bahaeddin Şakir, Nazım ya da Diyarbakır Valisi Mehmet Reşit gibi esas görevi can kurtarmak olan doktorlar, Trabzon Valisi Cemal Azmi, önce Erzincan Bölge Valisi, daha sonra Bitlis, Bağdat ve Musul vilayetlerinin genel valisi olan Mehmet Memduh, Maarif Nazırı Ahmet Şükrü, Emniyet Müdürü İsmail Canbolat gibi bürokratlar, Giresunlu Topal Osman Ağa ve Trabzonlu Yahya Kahya gibi eşraftan olanlar, Kürt Alo, Şaftanlı Amero gibi Kürt çeteciler, Malatya Müftüsü Sagirzade gibi din adamları vardı. Elbette bunlara yardım eden ahali de.

5 KAÇ KİŞİ ÖLDÜ?

Ermeni kaynakları sayıyı 2.5 milyona kadar genişletirken, Cemal Paşa, hatıratında 600 bin Ermeni’nin öldüğünü kabul ediyor. 1918’de savaş suçlarını soruşturmak üzere kurulan Osmanlı Dahiliye Nezareti Komisyonu’nun raporuna göre Birinci Cihan Harbi’nde ölen Ermeni sayısı 800.000’di. 1928’de Genelkurmay Başkanlığı’nın bir belgesinde “800.000 Ermeni ve 200.000 Rum da katl ve tehcir yüzünden veya amele taburlarında ölmüştür” deniyordu. 1983’te resmi tarihçi Kâmuran Gürün “Binaenaleyh hangi hesabı yaparsak yapalım Türkiye Ermenilerinin Birinci Cihan Harbi içinde her türlü sebepten zaiyat miktarı 300 bini geçmez” diyerek bir iskonto yapmış ama katliam olduğunu inkâr edememişti.

6 NEDEN ÖLDÜRÜLDÜLER?

İttihatçılar, bu konuyu hayat- memat meselesi olarak görüyordu. Nitekim 1915’in planlayıcı ve uygulayıcılarından Diyarbakır Valisi Doktor Reşit, İTC Umumi Kâtibi Mithat Şükrü Bleda’ya “Onlar, bizi ortadan kaldıracaklarına, biz onları ortadan kaldırırız, dedim. Ermeni eşkıyası bu vatanın bünyesinde musallat olmuş birtakım zararlı mikroplardı. Hekimin bir vazifesi de mikropları öldürmek değil midir?” demişti. Bütün İttihatçılar, Reşit gibi düşünmüyorlardı muhakkak ama kitlesel ölümlere tepki verilmemesi ve tehcirin 17 ay durdurulmaması ölümlerin normal bulunduğunu gösteriyor.

7 NE ZAMAN?

Ermenilerin tehciri fiilen 8 Nisan 1915’te, Zeytun Ermenilerinden ilk kafilenin Konya Ovası’na, sembolik olarak 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki Ermeni cemaatinin önde gelenlerinin Ayaş ve Çankırı’ya doğru yola çıkarılmalarıyla başladı. Resmen tehcir, 27 Mayıs 1915’te çıkarılan “Savaş Zamanında Hükümet Uygulamalarına Karşı Gelenler İçin Asker Tarafından Uygulanacak Önlemler Hakkında Geçici Kanun”la başladı. Tehcirin en kanlı fazı 17 ay sürdü.

8 VARLIKLARI NE OLDU?

Ermenilerin el konan mallarının bir kısmı Türk, Kürt ve Çerkes önde gelenleri tarafından talan edilmiş, bir kısmı Balkanlar’dan gelen muhacirlere dağıtıldı. Bir kısmı ‘Müslüman-Türk’ sermayedar yaratmak için bazen ücret dahi talep edilmeden veya düşük bedelle Müslüman kişi veya kuruluşlara verildi. Bazı binalar ile tarla, bahçelerin ürünleri satılarak gelirleri orduya verildi, bazı binalar hapishane, okul, karakol binası olarak kullanıldı. Bu talan Cumhuriyet döneminde de sürdü. Tehcirde ve bunun soykırıma dönüşmesi aşamasında görevli İttihatçılara Ermeni malları bağışlandı.

9 BUNDAN SONRA NE OLACAK?

Ermeni toplumunun 100. yıl anmalarına hayati önem atfettiğini biliyoruz. Ancak Türkiye’nin devletinden halkına, cumhurbaşkanından aydınına sürdürdüğü inkâr politikası onları bile yıldırmışa benziyor. Hükümet ve devlet temsilcilerinin beyanatlarına bakılırsa, 2014’ten geriye gidiş söz konusu.

10 NE YAPMALI?

Hükümetin öncelikle, 1915 hakkında Ermenileri suçlayıcı konuşmalara son vermesi gerekir. Ermenileri karalayan yayınları engellemesi, bu bağlamda “nefret suçu” kanunu çıkarması gerekir. Ermenistan’la iyi komşuluk ilişkileri kurması, diyasporanın temsilcileriyle temasa geçilmesi gerekir.

Vakıf malları iade edilmeli, Ermeni kültür varlıklarının onarılması hızlandırılmalı, Ermeni okullarının öğrencisizlikten kapanmasını engellemek için, Ermeni olmayan öğrencilerin kabulüne izin verilmeli. Eski yerleşimlerin Ermenice isimlerinin iadesi, 1915 sürgünlerinin çocuklarına vatandaşlık verilmesi gibi adımların atılması da gerekli. Bu gibi adımlar, taziye veya özür gibi jestlerden daha önemlidir.