Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt, 495 gündür tutuklu Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ve İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay ve 434 gündür tutuklu muhabir Ahmet Şık için bir yazı kaleme aldı. Söğüt, "Bugün ya da yarın, Murat Sabuncu, Ahmet Şık ve Akın Atalay çıkacak, tekrar yazacak" dedi.
Söğüt bugünkü (9 Mart 2018) yazısını şöyle sürdürdü:
Bugün biz erkenden yola çıkacağız. Arkadaşlarımızı esir alan ve dışarıda kalanlara, bundan sonra nasıl bir basın istendiğini bu yolla anlatmaya çalışan iktidarın niyetini kayda geçirmek için. Büyük bir hukuksuzluğun karşısına arkadaşlarımızla birlikte dikilmek için. Biz bugün otobüslere, arabalara bineceğiz ve şehrin merkezinden 69 kilometre uzağa gideceğiz. Hapishanenin hemen bitişiğindeki buz gibi duruşma salonuna doğru giderken bindiğimiz araçların pencerelerinden uzun uzun dışarıya bakacağız. İçinden geçtiğimiz hayatları düşüneceğiz. Evlerinde televizyon seyreden, işlerine gitmek için hazırlanan, çocuklarına kahvaltı hazırlayan, hâlâ yatağında uyuyan ya da gece boyunca gözleri açık sırtüstü yatan onca insan... Bu ülkenin başına gelenlerin ve geleceklerin ne kadar farkındalar? Avrupa yakasının batı kısmında, 41 derece, 3 dakika kuzey paraleliyle, 28 derece, 20 dakika doğu meridyeninin kesiştiği noktada... Murat ve Akın on altı, Ahmet on beş aydır tam orada. Arkadaşlarımız... İktidarın “Yazılmasın” dediği şeyleri yazdıkları için. Susmadıkları için. Yılmadıkları için. Korkmadıkları için. Soru sordukları için. Gazetecilik yaptıkları için. Hapishanedeler. Peki, bunca zamandır bu ülke nerede? Aklın hangi evresinde?
***
Doğuda Büyükçekmece, kuzeyde Çatalca, kuzeybatıda Çerkezköy, güneyde Marmara Denizi. Tam ortasında Silivri Hapishanesi. Biz bugün Silivri’ye gideceğiz. Yol boyunca çirkinleşerek büyüyen bir şehrin yuttuğu eski kırlardan, eski dağlardan, eski ovalardan geçerken doğayla birlikte yiten ve itaatkâr kölelere dönüşen kalabalıkları düşüneceğiz. Yaşanan bunca şeyin içeridekilere ne öğrettiğini ve dışarıdakilere ne öğrettiğini merak edeceğiz. O uzun yol boyunca, konuşmadığımız ve pencereden dışarı baktığımız, suskun kaldığımız zamanlar geçmişi ve geleceği düşüneceğiz. Olmuşları ve olacakları. Umudu ve umutsuzluğu. Şuuru ve şuursuzluğu. Biz bugün upuzun bir yol gideceğiz ve yol boyunca derin derin iç çekeceğiz. Mahkemeden çıkacak kararla ilgili güzel düşler kurmaya çalışacağız. Bugün biz erkenden kalkacağız ve Silivri’ye doğru yola çıkacağız. Saçma sapan bir davanın altıncı duruşmasını nefeslerimizi tutarak izlemeye. Bütün dünyanın bildiği bir gerçeği, arkadaşlarımızın terör örgütleriyle hiçbir bağı olamayacağını bir kez daha tane tane anlatmaya. Hukuki değil, siyasi bir mesele olan tarihi bir davanın kaydını tutmaya. Bu kâbustan artık uyanmayı umarak. Akılla, mantıkla, sağduyuyla ve ısrarla. Bir kez daha gireceğiz o buz gibi duruşma salonuna. Aileler, gazeteciler, hukukçular, okurlar... Adalet için ısrar eden küçük ve inatçı bir kalabalık orada olacağız. Gazeteciliğin yargılandığı ve gazetecilerin esir alındığı bir duruşmayı daha kalbimiz çarpa çarpa ve içimizde dev bir itirazla izleyeceğiz. Jandarmaların arasında duran ve gözleri yine ışıklar saçan Ahmet’e, Akın’a, Murat’a uzaktan gülücükler göndereceğiz. Onların bizlerden daha sabırlı ve dayanıklı olan güçlü duruşları karşısında bir kez daha kendimize geleceğiz. Evet onlar... Bugün ya da yarın ama mutlaka... Çıkacaklar ve tekrar yazacaklar. Çıkacaklar ve tekrar yazacaklar. Çıkacaklar ve tekrar yazacaklar.