Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, "Türkiye, Avrupa devletlerinin operasyonları nedeniyle 100 yıldır yoğun bakımda" dedi. "Cumhuriyet'in Osmanlı'nın yeniden ayağa kalmasını engellenmek isteyen devletlerin zaman kazanma müsameresi" olduğunu savunan Kaplan "Bu işi fazla ciddiye alan Türk entelijansiyası her şeyi inkara kalkıştı" ifadelerini kullandı.
Yusuf Kaplan'ın Yeni Şafak gazetesinde "Türkiye’nin tam bağımsızlık yürüyüşü engellenemeyecek!" başlığıyla yayımlanan (17 Ağustos 2015) yazısı şöyle:
CHP'yle bir ayı aşkın bir süre koalisyon görüşmeleri yapıldı. Allah'tan koalisyon filan olmadı.
CHP'yle koalisyon Türkiye'nin intiharı olacaktı! Felaketin eşiğinden döndük!
Abartıyor muyum?
Türkiye, 100 yıldır yoğun bakımda!
Türkiye'nin, 100 yıldır nasıl bir yokoluş cenderesinden geçtiğini göremeyenlerdenseniz abarttığımı düşünebilirsiniz. Önce şunu iyi bileceksiniz: Türkiye, 100 yıldır yoğun bakımda. Bitkisel hayat yaşıyor!
Operasyon üstüne operasyon, operasyon üstüne operasyon yiyor yüzyıldır. Hem dışardan hem de içeriden üstelik de!
Dış operasyon: “Dev” in durduruluşu
Dışarıdan yediğimiz en büyük operasyon / ameliyat, Osmanlı'nın durdurulması oldu.
Daha önce de zikretmiştim; bir kez daha hatırlatayım -tam yeri geldi çünkü: Toynbee, ne demişti, Civilization on Trial başlıklı zihin açıcı tarih felsefesi çalışmasında: “Osmanlı durduruldu, dev uyutuldu. Dev uyanırsa, kimse durduramaz!”
O yüzden Tanzimat'tan itibaren operasyon üstüne operasyon yedik İngilizlerden, Ruslardan ve bilumum Avrupa düvel-i muazzamasından. Sonunda Birinci Dünya Harbi'nde hepsi birden “üzerimize çullanınca” “dev” yere serildi.
İç operasyon: İntihar ve kış uykusu
Cumhuriyet, zaman kazanma müsameresiydi: Bu işi fazla ciddiye aldı Türk entelijansiyası: Her şeyi inkâra kalkıştı: Tarihin, medeniyetin, varlık sebebimiz İslâmiyet'in inkârı, varoluşsal intiharın eşiğine sürükledi bizi.
İşte içerden operasyonu böyle yedik: Dışarıdan ele geçirilemeyen Anadolu kıtası, insanlığın son adasını içeriden teslim etmeye, bütün medeniyet iddialarımızı inkâr ederek topyekûn intihar etmeye yeltendik!
Cumhuriyet tarihi boyunca iki tür mücadele verildi bu ülkede: Birincisi, Türkiye'nin intiharının yapı taşları döşendi: Türkiye laikleştirerek fiilî olarak sömürgeleştirilemeyen ülke zihnî olarak sömürgeleştirildi: Bu, bizim kültürel, zihnî ve sosyal olarak intiharımız demekti. Varoluşsal intiharın ilk büyük meyvesi, ayrılıkçı, laik, pankürdist Jönkürt hareketi oldu.
İkincisi, vaziyeti idare ederek “hasta”yı yoğun bakımdan kurtarma, hayata döndürme, yeniden ayağa kaldırma mücadelesiydi: Menderes, Özal, Erbakan ve Erdoğan bu ikinci mücadelenin aktörleri. Yalnızca Erbakan, D-8 gibi Cumhuriyet tarihinin en büyük küresel projesini geliştirerek vaziyeti idare etmeye değil, idareye vaziyet etmeye çalıştı. “One minute” sonrası Erdoğan da idare-i vaziyetten idare'ye vaziyet sürecine geçti!
Türk aydını: Celladına aşık gülyabani
Türk aydını yok; olmadı böyle bir tür. Olan, var olagelen tür, türünün tek örneği türedi bir tür!
Bir kapıkulu bu: 200 yıldır Ahmet Mithat'ın Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat hikâyesini sahneliyor: İmkânsız bir aşk bu: Platonik bir aşk.
Celladına âşık tek aydın bu kapıkulu aydını: Karanlık biri: Zihni kararmış, zekâsını gücün hizmetine adamış ve harcamış bir zavallı!
Julian Benda'nın “ihanet eden aydını”, aydınlatıyordu: Yalnızca Fransa'yı mı? Bütün Avrupa'yı, hatta dünyayı. Aydınlanmanın “ışığını” yayıyordu: Aydınlanma'nın ışığı coşkuydu: Aristokrasi'yi deviren burjuvazinin kof heyecanı. Voltaire, en tipik kahramanı. Türk aydını, Tanzimat, özellikle de Meşrutiyet sürecinde çok büyük bir birikim ortaya koymuştu. Cumhuriyet, bu birikimi yok etti; üzerinden silindir gibi geçti! On dört asırlık muazzam ve muazzez medeniyet birikimimizin üzerini çizdi ve köksüz, ruhsuz, tarihsiz mevzuhûr bir toplum icat etti!
Biz gelince emperyalistler gidecek!
Türkiye, bağımsız değil. Kültürel olarak, ekonomik olarak, zihin yapısı, zihin setleri, kurumları bakımından bağımsız değil. Sadece teritoryal bağımsızlığa (toprak bağımsızlığına) sahip bir ülke Türkiye: Bedeni var ama ruhu sırra kadem basmış bir “yer”. Menderes'ten itibaren ruhunu arıyor Türkiye. Dünyaya ruh üfleyen, kendisini de toparlayıp kendine getirecek ruhunu. Avrupalılar, bütün dünyayı istila ederken ve dünyanın medeniyetlerinin kökünü kazırken, Osmanlı, dünyanın üç kıtasının kesişme noktasını tam 5 asır adalet, hakkaniyet, merhamet, kardeşlik ve medeniyet yurduna çevirmişti. Türkiye'nin işte bu herkese hayat hakkı tanıyan, dünyada henüz aşılamamış muazzam bir adalet, kardeşlik ve sulh düzeni kuran diriltici ruhuna yeniden sahip çıkması Batılıları fena halde ürkütüyor!
Batılılar şunu bizden, bizim metamorfoz yemiş, pergelini şaşırmış, celladına âşık entelijansiyamızdan çok daha iyi biliyorlar: Türkiye, ayağa kalktığında İslâm dünyası da ayağa kalkacak; zorba, emperyalist küresel düzen yıkılacak!
Felâketin eşiğinden döndük!
O yüzden Türkiye'nin gerçek bağımsızlığına kavuşma yolculuğuna darbe vurmak istiyor Batılılar. Batılıların zihnen kölesi, gönüllü acentası Batıcı / laik güçlerin önünü aşacak iç ve dış operasyonlarla, Türkiye'yi dizayn etme, dize getirme oyunlarıyla Türkiye'nin tam bağımsızlık ve medeniyet yürüyüşünü sekteye uğratmak istiyor.
Şunu bilelim, derim: Artık Türkiye'yi dizayn edemeyecekler! Türkiye'yi dize getiremeyecekler! CHP koalisyonunun püskürtülmesi bunun bir göstergesi.
Türkiye, felâketin eşiğinden döndü. Dua edelim. Kenetlenelim, hatalarımızı gözden geçirerek Türkiye'nin tam bağımsızlık yürüyüşünü aksatmadan sürdürelim.