Cumhuriyet yazarı Özgür Mumcu, gazetesinin "Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla tutuklanan ve tutuksuz yargılanan yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkındaki davayla ilgili olarak "Cemaatin siyasi davalarının iddianameleriyle beraber anılmayacak mı bu hukuki garabet? Yargının bu utancı taşımaması için Cumhuriyet yazar ve yöneticilerinin derhal tahliye edilmesi şart. Bu aynı zamanda 'FETÖ' ile hakiki bir mücadelenin de önşartı. Kimse kendini kandırmasın" dedi.
Özgür Mumcu'nun "Tahliye neden şart?" başlığıyla yayımlanan (26 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri, “FETÖ”cü olmak suçlamasıyla iki defa müebbet hapisle yargılanan bir savcının başlattığı soruşturmayla tutuklandı. İddianamede “FETÖ”nün itirafçı imamlarından Hüseyin Gülerce gibi hayatından Fethullah Gülen’i çıkartsak koca bir boşluk kalacak tuhaf insanların tanıklıkları yer alıyor. Hukuk tarihinde bir ilk olarak ismi saklı bilirkişilere başvuruluyor. İsmi belli olan bilirkişi ise Cumhuriyet’in manşetlerini kesip biçerek açıkça manipülasyon yapmakta. Ayrıca herhangi bir bilirkişi listesinde yer almadığı gibi hangi nitelikleri sebebiyle fikrine danışıldığı da belirsiz. Vakıflar Kanunu’na ilişkin hukuki yorum ise bir arkeoloğa yaptırılıyor. Tuhaflıklar bundan ibaret değil. Önceki gün savunmasını yapan Akın Atalay’dan alıntılayalım: “28 Mart 2011’de EFT yoluyla 2.500.- TL gönderdiğim Hüseyin Aktaş bir parkeci. Oturduğum evin salonundaki parkeyi yenileme işinin karşılığı olarak kendisine yapılan bir ödeme söz konusu. İşte bundan yola çıkan savcı mealen ve mecazen diyor ki; ‘Ey Akın Atalay, bundan 6 buçuk yıl önce evindeki parke işlerini yaptırıp karşılığında 2.500.-TL ödediğin Hüseyin Aktaş’ın bir oğlu var. Oğlunun adı Atilla. İşte bu Atilla bir gün Bursa’daki bir restoranda yemek yiyor. Yemek yediği restoranı işleten Boğaziçi Tic. Ltd. Şirketi ile bu şirketin sahibi olan Şaban Aydın hakkında MASAK’ın raporu var. Ver bakalım hesabını!..’ Ne desem?” Zannetmeyin ki bu parke meselesi tek, geri kalan deliller pek sağlam. Tekrar edelim, bu iddianamede delil yok. Cumhuriyet gazetesi Bank Asya’dan son on senede beş adet ilan almış. Mesela bu bir delil. Aynı dönemde Bank Asya’dan Yeni Şafak 309, Sabah ise 286 defa ilan almış. Cemaat paralarıyla beslenen bu yayın organları bugün sözüm ona “FETÖ” düşmanı. Koza/İpek grubuna bu iktidarın atadığı kayyım Cumhuriyet’e ilan vermiş. Bu da delil mesela. Cemaat mensupları SMS yoluyla Kadri Gürsel’i taciz etmiş. Gürsel, bunlara cevap dahi vermemiş. Bu da delil. Yüzlerce sayfa iddianame hazırlanmış, delil niyetine içine böyle şeyler sokuşturulmuş. Davanın savcısı kendi iddianamesinden bihaber, Kadri Gürsel’i Cumhuriyet Vakfı yönetiminde zannediyor. Bu insanlar 9 aydır işte bu sebeplerle tutuklu. Ziyaretlerine gitmemiz yasak, mektup yazmamız yasak. Hatta, duruşma günü Kadri Gürsel’in on yaşındaki oğlu Erdem’e sarılması da yasak. Soruşturma savcısı “FETÖ”den yargılanan, tanığı “FETÖ” itirafçı imamı olan, bilirkişisi adını gizleyen bu iddianamenin arkasında kim var? Nasıl bir pervasızlık bu metni iddianame diye bir mahkeme heyetinin önüne getirebilecek kadar cüret gösterebilir? Nasıl bir düşmanlık bu insanları 9 aydır içeri tıkabilir? Zannediyor musunuz ki ileride bu iddianame adil bir yargılamanın unsuru olarak anılacak? Cemaatin siyasi davalarının iddianameleriyle beraber anılmayacak mı bu hukuki garabet? Yargının bu utancı taşımaması için Cumhuriyet yazar ve yöneticilerinin derhal tahliye edilmesi şart. Bu aynı zamanda “FETÖ” ile hakiki bir mücadelenin de önşartı. Kimse kendini kandırmasın.