"Cumhuriyet'in ilk yıllarında, 'Sultanahmet Camii’nin kubbesini delip resim galerisi yapalım' demişler"

"Cumhuriyet'in ilk yıllarında, 'Sultanahmet Camii’nin kubbesini delip resim galerisi yapalım' demişler"

Habertürk yazarı Murat Bardakçı, 'Lüküs Hayat'ın bestekârı Cemal Reşid Rey'in yazdığı hatıralarında, ressam Namık İsmail ile Çallı İbrahim’in Sultanahmed Camii’nin resim galerisi hâline getirilmesi ve mekânın iyi ışık alabilmesi için 'kubbesinin delinmesi' tekliflerinden bahsettiğini söyledi.

Murat Bardakçı'nın, "‘Sultanahmed Camii’nin kubbesini delip resim galerisi yapalım’ demişlerdi" başlığıyla yayımlanan (3 Temmuz 2016) yazısı şöyle:

Kadir Gecesi münasebeti ile Ayasofya’da seksen küsur sene sonra ilk defa sabah ezanı okundu...

Ayasofya’nın ezansız geçen yıllarını tam olarak belirleyebilmek hayli zor olduğu için “Seksen küsur sene sonra” diyorum...

Zira, Ayasofya şimdilerde yazılıp söylendiği şekilde 1934’te çıkartılan bir hükümet kararnamesi ile müzeye çevrilmiş, kubbesinin altında o tarihten sonra“resmî olarak” ezan okunmamıştır ama, mâbedin ibadete kapatılması daha da öncedir. Ayasofya, müze haline getirilmeden birkaç sene boyunca esaslı bir restorasyondan geçirilmiş, önce bu sebeple ibadete kapatılmış, ardından da müze kararnamesi gelmiştir.

 

Onarım yılları

O senelerin gazete kolleksiyonlarını incelediğinizde, Ayasofya’nın seneler boyunca haberlere konu olduğunu görürsünüz. Bu haberler fresklerin onarılması, sütunların temizlenmesi yahut hem iç kısımda hem de dışarıda yapılan arkeolojk kazılar ile alâkalıdır ve restorasyon sırasında Ayasofya ibadete kapatılmıştır.

1930’lu seneler, İstanbul’un büyük camileri hakkında daha başka bazı “tuhaf” tekliflerin yapıldığı veya kararların alındığı dönemdir. Ayasofya’nın restorasyon maksadı ile kapatılıp ardından da müze haline getirilmesinden önce Sultanahmed Camii’nin resim galerisi yapılması istenecek, derken Amerika’dan bir talep gelecek ve Ayasofya’nın “dünyanın en büyük caz klübü” yapılması teklif edilecektir.

 

Saksafon teklifi

 

Sözkonusu “caz klübü” meselesini daha önce yazmıştım, burada kısaca tekrar edeyim:

“Amerikan Caz Orkestraları Birliği”, 1926 Aralık’ında Türkiye’ye başvurarak o senelerde cami olarak kullanılan Ayasofya’yı “dünyanın en büyük caz klübü”hâline getirmeyi önermiş ve dünyanın en büyük caz orkestraları ile beraber en kalabalık ve en güçlü saksafonlarını getirmeyi vaadetmişti.

 

Verilen cevap muamması

 

Amerikan Büyükelçiliği vasıtası ile hem İstanbul Belediyesi’ne, hem de hükümete yapılan teklifte Ayasofya’nın “Amerikan Caz Orkestraları Birliği”ne tahsisi isteniyordu. New York Times Gazetesi talebi 16 Aralık 1926 tarihli nüshasında “Ayasofya’da Dans” başlığı ile duyuruyor, haberde “İstanbul’daki meşhur Ayasofya Camii’nin bir dans salonu haline getirilmesi için teklif yapıldı. Bir grup işadamı, bu büyük yapının ibadete uygun olmadığını söyleyerek Ayasofya’nın dans salonuna çevrilmesi için İstanbul Valiliği’ne müracaatta bulundu” deniyordu.

Haberde yazıldığına göre, Amerikan Büyükelçiliği, “Amerikan Caz Orkestraları Birliği”nin bu konudaki talebini Türk yetkililere iletmek üzere idi. Caz Birliği büyükelçilikten Ayasofya’nın akustiği ile ilgili ayrıntıları istemiş ve dünyanın en büyük caz orkestası ile beraber en güçlü saksafonlarını da Ayasofya’ya getirmeyi vaadetmişti.

New York Times’ın muhabiri haberin bütün bu ayrıntılarını veriyor ama daha sonra “Bu teklif İstanbul’dan destek görmüyor gibi” diye yazıyordu.

Ayasofya’da neyse ki böyle bir rezalet yaşanmadı. Amerikan Elçiliği ile İstanbul Valiliği ve Türk Hükümeti arasında bu konudaki görüşmeler ile alâkalı belgeleri bulabilmek maksadıyla devlet arşivlerinde uzun müddet çalıştım, sözkonusu mesele hakkında birşeyler bulmaya uğraştım ama hiçbir belgeye rastlayamadım. İleride tasnif tamamlandığında bir ihtimal ortaya çıkacaklardır...

 

Lüküs Hayat'ın bestecisi

 

Aynı senelerde yapılan ve “Lüküs Hayat” Opereti’nin bestekârı Cemal Reşid Rey’in hatıralarında geçen bir başka teşebbüs, Sultanahmed Camii’nin resim galerisi hâline getirilmesi girişimi ise, az basılan bir kitapta kaldı ve pek dikkat çekmedi...

Bu sayfadaki kutuda, Cemal Reşid’in daha önce bir dergide yayınlanan hatıralarından 1980’de çıkan bir kitapta yapılmış alıntıyı okuyacaksınız. Cemal Reşid iki önemli ressamın, Namık İsmail ile Çallı İbrahim’in Sultanahmed Camii’nin resim galerisi hâline getirilmesi ve mekânın iyi ışık alabilmesi için“kubbesinin delinmesi” tekliflerinden bahsediyor...

Hatıraların ilgili kısmını okuduktan sonra, bu çılgınlığa son anda engel olanMimar Kemaleddin Bey’i hayırla yâdedelim...

"Sultanahmed'i galeri yapalım, çoban şarkılarını da yasaklayalım"

 

“...Gerek mekteplerden alaturka musiki tedrisatının, gerekse radyolardan alaturka musiki yayınının kaldırılmasına ait iki anı naklediyorum:

1926 Ağustos’unda Maarif Vekili Necati Bey bir Sanayi-i Nefise (Güzel Sanatlar) Encümeni toplamıştı. Bu encümene beni da davet etti. İşte o encümende alınan kararla mekteplerden alaturka musiki tedrisatı kaldırıldı.

 

Eseri de yasaklandı

 

Böyle isabetli kararların yanında fazla cüretkâranelerinin de alınmasına ramak kaldığına şahit oldum. Bu encümenimizin reisi rahmetli Namık İsmail ile rahmetli Çallı İbrahim, Necati Bey’e bir dilekçe sundular. Bu dilekçede ressamların eserlerini teşhir edecek bir galeriden mahrum bulunduğu belirtiliyor ve hükümetten bu iş için bir mahal isteniyordu. İstenilen mahal neydi biliyor musunuz? Sultanahmed Cami. Ancak ilâve ediliyordu ki, camide yukarıdan gelen ışığın az oluşu resimlerin en iyi şerait (şartlar) altında teşhirine mâni idi. Bunun için kubbede delikler açılması teklif edilmişti. Necati Bey muvafakatini vermek üzere iken, rahmetli Mimar Kemalettin Bey’in pür hiddet yerinden kalkarak söylediği sözlerden sonra bu karardan vazgeçildi. Sanat inkılâplarında isabetli kararların alınmasının ne kadar zor olduğunu o gün unutulmaz şekilde anladım.

İkinci hatıram, radyolardan alaturka müziğin kaldırılmasına aittir. Eski İstanbul Radyosu’nun müdürü rahmetli İsmail İsa Bey bir gün ezilerek büzülerek bana geldi ve böyle bir kararın alındığını söyledikten sonra, bizim ‘Lüküs Hayat’ ve ‘Deli Dolu’ operetlerinden iki parçanın bundan böyle radyoda çalınamıyacağını bildirdi. Filhakika bu plağı Vasfi Rıza doldurmuştu. Bir tanesinde gazel, diğerinde de zurna taklidi bir taksim vardı. Alaturka musiki yasağından bu şekilde zarardide olacağımı (zarar göreceğimi) hatır ve hayalimden geçiremezdim!

 

Çankaya'dan telefonlar 

 

Atatürk’ün direktifi üzerine bir müddet sonra, 1934’de, Maarif Vekili Abidin Özmen sekiz müzisyen olarak bizleri -Cevat Mahmut Altar, Halil Bedii Yönetken, Hasan Ferit Alnar, Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Nurullah Şevket Taşkıran, Cezmi ve beni- Ankara’da kongreye toplamıştı. Toplantı açılıp nazikâne nutukların teatisinden sonra, Maarif Vekili sevimli şivesiyle bizlere ‘Ey, hadi bakalım, musiki inkılâbı yapacakmışız, bunu nasıl yapacağız?’ demesi üzerine kongrede bir şaşkınlık havası esmeye başladı. Toplantı dört saat kadar devam etti Arada sırada Maarif Vekilini telefona çağırıyorlardı. Son telefondan sonra Abidin Özmen heyecanla bizlere ‘Paşa Çankaya’dan birkaçtır telefon ettiriyor. Musiki inkılâbı ne yoldadır diye soruyor’ dedi.

Biz büsbütün şaşkına döndük. Ne gibi bir karar alınacağını bir türlü kestiremiyorduk. Nihayet hatırlamadığım birisi ‘Memlekette teksesli şarkı söylemenin yasak edilmesi gerektiğini’ teklif etti. Bunun üzerine zannediyorum ben kalktım ve dedim ki, ‘Bir çoban faraza davarlarını otlatırken şarkı söylemek ihtiyacını hissederse, ille köye gidip, bir ikinci çobanı bulup, gel birader sen de şu ikinci sesi uydur da söyle mi desin?’. Nihayet bu tasavvur eriyip gitti.”(Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Klübü’nün 1980’de yayınladığı “Atatürk Devrimleri İdeolojisinin Türk Müzik Kültürüne Doğrudan ve Dolaylı Etkileri”nden).