“Sorgulandım, ölümle tehdit edildim, buruşturulup atıldım..” bu sözler Türk sinemasının duayeni Cüneyt Arkın’a ait. Arkın, yaşadığı trajediyi Yüksel Aytuğ’a yazdığı mektupta anlattı:18 Ekim'de, 'Yakından Kumanda' köşesinde bir yorum kaleme aldım. Cüneyt Arkın'ın reklamlardaki hali içimi acıtıyordu. 'Malkoçoğlu' ile büyüyen bir nesle mensup olduğum için, kahramanımın çocuk tekmeleriyle yerlerde yuvarlandığını görmek içimi acıtıyordu. Cüneyt Arkın'a şöyle şanına yaraşır, ciddi bir filmle jübile yapılmasını önerdim... Günler sonra, Arkın'dan bir mektup aldım. Okudum... Gözlerime inanamadım, tekrar tekrar okudum... Son seferinde, artık gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Meğer benim kahramanım en büyük yürekliliği kendi içinde, kendi kendine kılıç sallarken hayatta kalmak için yapmış... Hikâyesini ağdalandırmaya gerek yok... En iyisi, o mektubun bazı bölümlerini bir de siz okuyun... Sorgulandım! "Değerli kardeşim Yüksel Aytuğ; Yazınızı tekrar tekrar okudum. 'Kahraman Cüneyt Arkın'ın, şimdilerde kıs kıs gülünen bir eskimiş karaktere dönüştürülmesi içimi yakıyor' ifadenizdeki incelik, benim de içimi yaktı. Geçen yıl Orhan Oğuz'la bir projede çalışacaktık. Cesaret edemedim. Cüneyt Arkın'ın, iyi bir filmle sanat hayatını noktalaması temenniniz, beni o acıya götürdü. Neden bu kavgaya girmeye cesaret edememiştim? Çalışma odama kapandım. Cüneyt Arkın'ı karşıma koydum, sorguladım. Kendimi acımasızca yerlere serdim. Sonra başladım yazmaya... Uykusuz gecelerimden biriydi. Sabaha karşı oyalanmak için televizyonu açtım. Siyah-beyaz bir film oynuyordu. Bir deri bir kemik kalmış bir genç, çaresizlikle çırpınıp duruyordu. Bu genç, Cüneyt Arkın'dı. Bazı şeylere, hüzünlü bir gayretle güç yetiştirmeye çalışıyordu. Bu gayrette öylesine bir umutsuzluk vardı ki, içim yandı. Yeşil gözlerindeki derin kederi gördüm. Cüneyt Arkın'ın yakıcı trajedisi böyle başladı. Bu genç adam kısa sürede genç kızların sevgilisi, yaşlıların yiğidi, gençlerin kahramanı oldu. O, yenilmez bir savaşçıydı. Ona dokunmak bile mübarek bir şeydi. İnsanların her şeyiydi ama kendisi değildi. Ölümle tehdit ettiler! Günde 16 saat çalışıyor, Cüneyt Arkın'ın trajedisinin giderek ne korkunç bir hal aldığını fark edemiyordum. 1980'lerde fanatik gruplar kendilerine film yapmamı istediler. 'Hayır' dersem, beni ve çocuklarımı öldüreceklerdi. 'Hayır' dedim. Ailemi Avrupa'ya kaçırdım. Ben de kaçak gibi, durmadan yer değiştirerek yaşıyordum. 'Malkoçoğlu' filminin bir sahnesinde, saray balkonundan atımın sırtına uçtum. At kaçınca yere çakıldım. Sol bacağım felç oldu. Levent'teki evi yeni almıştım. Borç içindeydim. İki faizci patron evime gelip, "Madem yataktan çıkamıyorsun; filmleri yatakta çeker, seni de zengin ederiz" dedi. Seks filmleri çekilecekti. "Güle güle beyler" dedim. Buruşturulup atıldım! Filmlerimde tehlikeli sahneler çekiyordum. Ölüm umurumda değildi. Hayatta tek sahip olduğum şey 'ölümüm'dü. Ölmek için içiyordum. Bir gün kendimi ruhu paramparça, yaşlı, bir köşede oturur buldum. Sinemanın büyülü günleri bitmişti. Yiğit bir savaşçının kahramanlık dolu eşsiz macerası, kederli bir yenilgiyle bitmişti. Yaş 70'e vurmuştu ama çalışmak zorundaydım. Asıl şimdi Cüneyt Arkın'ın acıklı trajedisini yaşıyordum. Buruşturulup çöp tenekesine atılan bir resim gibiydim. Nasıl ayağa kalkacaktım? Şimdi de bedenimle yaralı ve yaşlı ruhumun çatışmasından doğan trajediyi mi yaşayacaktım? Bu yaştan sonra nasıl katlanırım, bilemiyorum."