Geçen 30 Aralık, The Marmara Oteli’nde Yasemin Cebenoyan ve Onat Kutlar’ı öldüren bombanın patlamasının 23. yıldönümüydü. Yasemin Cebenoyan hayatını hemen orada yitirmişti. Onat Kutlar ise 11 Ocak’ta öldü.
Cüneyt Cebenoyan, ablası ve Onat Kutlar’ın PKK tarafından öldürülmesi karşısındaki sessizliğe tepkili. Bu sessizliğin bir istisna olmadığını belirterek.
Cebenoyan, “Ablamın katilleri PKK’lı. PKK, sadece ablamı öldürmedi, binlerce insanımızı öldürdü. Öldürmeye devam edecek. Çünkü PKK’nin işi bu. Mesela 92-96 yılları arasında sadece Diyarbakır’da öldürdüğü öğretmen sayısı 27! Diğer sivilleri, diğer kentleri, diğer yılları saymıyorum.
Başka hiçbir eylemi bilinmeyen İBDA-C’nin 1994’te The Maramara Oteli’ndeki patlamayı reklam amaçlı üstlenmesinin arkasına saklanılıyor ve PKK’nın gerçek fail olmadığı iddia ediliyor. Peki, siz bu bombalama öncesinde ya da sonrasında bir İBDA-C eylemi hatırlıyor musunuz? Hatırlamıyorsunuz, hafızanızı zorlamayın. Çünkü 'İBDA-C’nin böyle bir eylem yapma gücü ve potansiyeli olmadı'. Bu, o dönemde Ruşen Çakır’ın, yani İslami örgütler konusunda en bilgili kişilerden birinin bana söyledikleri…” diyor.
Polis bazı telefonları takip etti, Sultanahmet’e bırakılan ve nihayetinde infilak edip yine ölümlere yol açan bir bombalı aracı yerleştirenleri buldu. O kişilerin PKK üyesi oldukları ve The Marmara Oteli’ni bombaladıkları ortaya çıktı. İtiraf ettiler. Yattılar, çıktılar. PKK’den, kurumsal bir ses çıkmadı. Mecliste, Toplumsal Bellek Platformu olarak BDP’yi ziyaret etmiştik. Konuyu açtığımda BDP milletvekillerinin söylediği bu tarz cinayetler hakkında ileride özür dilenebileceğiydi... Eğer, bir komisyon kurulur, hakikatler araştırılırsa... Bu eylemle PKK’nin alakası yok demeyecek kadar dürüsttüler, sağ olsunlar.
Sonraları, içeriden de haberler duyacaktım. PKK’lılarla birlikte içeride yatanlardan, 'hataydı, oldu' sözlerini duyanlar vardı. PKK’liler şundan dolayı hataydı diyorlardı; umulmadık birisi ölmüştü: Onat Kutlar! Bombalama eylemi belli bir kişiyi hedef alan bir suikast girişimi değildi. Bombanın sıradan insanları, tercihen turistleri öldürmesi bekleniyordu, böylece Türk turizmine darbe vurulacaktı. Ama hesapta olmayan bir aydın öldü. Göğüslerini gererek sahip çıkacakları bir eylem olmadı sonuçta. PKK militanı Deniz Demir saldırıyı üstlenince, PKK üstlenmiş oldu. Merkez reddetmemekle yetindi.
Apaçık PKK eylemlerini bile kınamayanlardan, bu eylemi kınamalarını beklemek abes. Kınamadılar kınamayacaklar. Failleri, ad vermeden lanetliyecekler, laf olacak, torba dolacak, dostlar alış verişte görecek, yasak savılacak. Yani aslında kimse lanetlenmeyecek.”
Cebenoyan: “Katile katil demezseniz, mağdura da mağdur dememiş olursunuz. Eğer katili adını vererek lanetlemezseniz, katili koruyup kollamış olursunuz. PKK, hiçbir cinayetinde lanetlenmiyor benim ait olduğum çevre tarafından. Benim şehrimde, Dolmabahçe’de katliam yapıyorlar; orada bulunma ihtimali hayli yüksek insanların sosyal medya paylaşımlarına bakıyorum; PKK lanetlenmiyor. Bir umutla bekliyorlar, saldırıyı yapan örgüt IŞİD çıksın diye; çıkmıyor. O zaman, sessizlik. Bunun bin tane örneği verilebilir. Kendimi ait hissetmek istediğim çevre, kurbandan çok katilin yanında yer alarak, bana kendimi değersiz hissettiriyor. Solun önemli bir kesimi aldıkları tavırla PKK kurbanlarına kendilerini nasıl çaresiz, nasıl yalnız, nasıl değersiz hissettirdiklerini zerre kad
ar düşünmüyor. Benim ablamın katili eğer saygın biriyse, o zaman ablam, ben, benim ailem değersizdir. PKK’nin kutsal savaşında ölmesi caiz figürlerdir. Ablamın yerinde ben de olabilirdim, herkes olabilirdi. Onun ölümüyle ailem çöktü. Hepimiz öldük.”
Hiçbir örgüt terörist değildir. Terör eylemlerini yapanların nihai bir amacı, bir ideolojisi vardır. Radikal islamcıdır, anarşisttir, Maoisttir, milliyetçidir, şudur budur bu örgütler. Terör bir araçtır, nihai amaç değil. Sadece bu yüzden PKK için terörist örgüt demem. Yoksa en korkunç terör eylemlerini yapmaktan kaçınmayan, en temel insan hakkı olan ‘yaşama hakkına’ saygı duymayan ve bu nedenlerle faşizan, milliyetçi, Kürtçü bir örgüttür PKK/YPG. Canlı bombalarıyla, bombalı araçlarıyla IŞİD’le aynı cinayet tekniklerini uygulamaktadır. Ama IŞİD de terörist değildir, PKK gibi. Terörü bir araç olarak kullanan örgütlerdir bunlar.
IŞİD gibi bomba yüklü araçları, intihar eylemcilerini şehirlerin ortasında patlatmanın; alış veriş merkezlerini yakmanın, derme çatma karakollardaki 20 yaşındaki çocukları öldürmenin, insanlık suçu sayılan mayınları döşeyip patlatmanın çok devrimci ve sosyalist eylemler olduğunu iddia etmek isteyenler var. Bunlar dolaylı olarak Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan’ın öldürülmeleri gerekliydi, iyi de oldu demiş oluyorlar. PKK her türlü insanlık suçunu işleyecek ama devlet de bunları suç olarak tanımladığı için ben susmak zorunda kalacağım! Öldürülen kendi canım, kanım olsa da sesimi çıkarmayacağım! PKK’ye sosyalist değildir bile diyemeyeceğim! Dersem devletin diliyle konuşmuş olacağım! Öyle mi? Öyle değil!
PKK askeri bir örgüt. Barış filan istemediği açık. Kürtler çok zulüm gördü. Ama zulüm görmek zulüm etmeyi meşrulaştırmaz. İntikam mantığı sadece bir şiddet sarmalı yaratır ve militarizm ile milliyetçiliği besler. Ayrıca şiddete maruz kalanlar, şiddeti yaratanlar ve ondan çıkar sağlayanlar değildir çoğunlukla. Her iki tarafta da masumlar ölüyor. Ama burada bir Kürt meselesi çözümlemesi yapacak değilim. PKK’nin herhangi bir sivil insan hakkı için bir eylem örgütlediğini ben bilmiyorum.
Suriye’de PKK değişik adlar alıyor: YPG, YPJ ve Suriye Demokratik Güçleri. Hepsi aynı kapıya çıkıyor, o kapı da PKK. Adrian Fisk’e göre Suriye Demokratik güçleri Suriyeli değil (Türkiyeli demek istiyor sanırım), ağırlıklı olarak Kürt ve zerre kadar demokratik değil. Duvar Gazetesi Fisk’in yazısını çevirirken bu “zerre kadar” tanımlamasını atlamış. Uluslararası Af Örgütü’ne göre YPG savaş suçlusu. İsteyen arayıp bulur Amnesty International’ın raporunu. YPG’nin, Peşmerge ve ABD desteğiyle IŞİD’e karşı Rojava savunmasına diyecek bir şey yok. Ama YPG orada durmadı. ABD’nin kara gücü olarak Suriye’de Kürt olmayan bölgeleri işgal ediyor. IŞİD’e karşı mücadele herşeyi meşru kılarmış gibi... Şu özgürlük savaşçısı kavramına gelirsek... Nikaragua’daki Kontralar da özgürlük savaşçısıydı, Afganistan’daki Taliban da, Libya’daki El Kaideciler de... Amerikan çıkarlarına uygun hareket eden herkes özgürlük savaşçısı sıfatına layık görülebilir. CIA destekli bu hareketlerin belirleyici özelliği, o günün konjonktüründe emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmesidir. Bu özgürlük savaşçılarından hiçbiri devrimci değildi. Olmamıştı. Benim de iddia ettiğim bundan ibaret. YPG’nin devrimcilik sıfatını hak etmediğini düşünüyorum. Yoksa ona başka sıfatlar yakıştırabilirsiniz.
Fatih Akın’ın Rojava’ya dair paylaşımı sonrası Facebook’ta yazdıklarınız eleştirilmişti. Konu ile ilgili söylemek istedikleriniz var mı?
TIKLAYIN - İrfan Aktan, Cüneyt Cebenoyan’ı neden ve nasıl eleştirmişti?
O yazı sonrası, muhbir, Kürt meselesine ve Kürtlerin çektiklerine zerre kadar önem vermeyen, ön yargılı biri olarak ilan edildim. Suçlamaların canımı acıttığı bir yıldı.
İrfan Aktan, Duvar’daki feci yazısında, Ahmet Şık’ı yayımlanmayan kitabı nedeniyle hapse attıran FETÖ + AKP ittifakıyla tıpatıp aynı şeyi yaptığımı ima etti.
Birikim dergisinde Orhan Koçak, beni muhbir ilan etti. Koçak’a göre ben Fatih Akın’ı ihbar etmiştim. Yaptığım Büyükada toplantısında tutuklanan insan hakları savunucularına yapılan ile aynıydı.
Aktan ve Koçak içerik olarak barbarca olsalar da biçimsel olarak bir seviyeyi tutturuyorlardı. HDP’li bir yönetici olan Pınar Yiğitoğulları’nın ise biçimsel kaygıları filan yoktu. O dere tepe dümdüz gitti. Bu kişi, benim de oy verdiğim, bütün entellektüellerin, solcuların büyük çoğunun oy verdiği partiden biri. Özgür Gündem’e nöbetçi yayın yönetmeni olmuş biri.
Yakın zamanda Aytekin Yılmaz’ın İletişim’den çıkan kitabı “Yoldaşını Öldürmek”i okudum. PKK, DHKP-C ve TİKKO kendi yoldaşlarını aynı gerekçelerle öldürmüştü. Yani muhbir olmakla, hainlik yapmakla. Beni muhbirlikle suçlayanlarla, o örgütlerin yoldaş katili üyeleri arasındaki fark bir doz farkı gibi geliyor bana. İçinde bulunduğunuz siyasi kanata dair eleştiri getirdiğiniz anda, karşı tarafın adamı, hain ve muhbir oluyorsunuz. PKK, bir gece yoldaşının boynunu iple sıkarak öldürüyor, İrfan Aktan ve Orhan Koçak gibiler adamı sosyal olarak öldürüyorlar. Yaptıkları fikir tartışması filan değildi, çünkü tamamen yalanlar üzerine kurmuşlardı söylemlerini. Amaçları beni sosyal olarak öldürmek, aforoz etmek. Bu yaştan sonra sağcı olacak değilim. Dertleri beni sol çevreler içinde yaşayamaz hale getirmek. Beceremeyecekler çünkü en hafif tabiriyle cahilce şeyler yazıyorlar.
Konu ablamın katillerine övgü olursa bazen öfkemi dizginlemem, dizginleyemem.
Fatih Akın Rojava’ya dair yeni film projesini bir propaganda afişiyle tanıttı. Afişte “DAESH’i ez. YPG * YPJ Özgürlük Savaşçılarını (Freedom Fighters) Destekle. Rojava’da demokratik devrimi savun”, yazıyordu. Bu tanıtım benim için Fatih Akın’ın YPG-YPJ ile arasına hiçbir mesafe koymadığı anlamına geliyor. Şöyle düşünün: İslami eğilimleri olan bir yönetmen IŞİD’e dair bir propaganda afişi paylaşıyor. Afişte: “Amerikan emperyalizmini ve onun uşağı YPG’yi ez. IŞİD’in cihadını destekle. Bağımsız İslam Devletini ve Rakka direnişini savun” yazıyor. Yönetmen, bu afiş vasıtasıyla yeni projesinin Suriye’ye dair olduğunu söylüyor. Yönetmenin yaşadığı ülkede IŞİD’e büyük sempati olduğunu da düşünün. Böyle bir film projesi tanıtımı beni kızdırırdı örneğin. Böyle bir yaklaşımla bir film yapılmasına tepki gösterirdim.
Konuyla ilgili çok kişi görüşümü sordu. Akın’ın, Türkiye’yi ve Türklüğü Batı’nın hoşuna gidecek bir resimle sunduğunu katiyen demediğimi defalarca dile getirdim. Ağzımdan Türklük diye bir kavram çıkmadı, çıkmaz. Ama Fatih Akın’ın Almanya’daki trendlere uygun filmler çektiğini söyledim. The Cut’ın, Alman Parlamentosu’nun soykırım tasarıyla benzer tarihlerde çekilmiş olmasını, bu tarz bir eğilimin işareti olarak değerlendirdim. YPG/YPJ’nin bugün Batı’daki imajı “özgürlük savaşçısı” kahramanlardır. Akın, bu egemen görüşün filmini yapmaya soyunmuş. Akın’ın vatandaşı olduğu ve yaşadığı ülke olan Almanya’da risk almayan filmler çektiğini, bu konuların zaten ülkesinin egemen ideolojisini yansıttığını söyledim. Stefan Zweig, Brezilya’da Nazi Almanyası ile ilgili soruları yanıtlamaz çünkü “risk almıyorsa, konuşmayı müstehcen derecede çirkin” bulur. Brezilya’da Almaya hakkında konuşmak risksizdir, o nedenle konuşmaz. (Maria Schrader’in “Vor der Morgenröte” filminden). Aydın risk alır, trendlere uymaz. Akın, risk almıyor. Batıda geçerli olan, egemen ideolojinin diliyle konuşuyor ama o bunu muhaliflik ve hatta devrimcilik sanıyor olabilir.
Yeni filmiyle Akın’a Amerika kapısı açıldı. Hayırlı olsun, filmi görmediğim için bir şey söyleyemem.