Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Aysel Çelikel, "16 Nisan referandumu sonucunda, genç nüfusun yüzde 60‘lık oranının 'Hayır' oyu vermesinin, 'dindar/ kindar nesil' ile 'altın nesil' projelerinin çökmesinin işareti olduğuna" dikkat çekti. Çelikel, "15 yıllık AKP iktidarında, 'FETÖ’nün önünü açma yolunda, Türkiye eğitim sisteminin ve öğrencilerin geleceğini karartıldığını" söyledi.
Birgün'den Meltem Yılmaz'ın sorularını yanıtlayan Celikel, "Dernek olarak yaptıkları çok sayıda projenin Ergenekon davası gerekçe gösterilerek yok edildiğini" anımsattı. Çelikel, söz konusu projeler devam etseydi, Türkiye’nin eğitim karnesinin çok daha iyi bir seviyeye yükselmiş olacağını belirtti.
Referandumun kendisi geride kaldıysa da, sonuçları çok önemli ipuçları bıraktı. Örneğin AKP ile büyüyen genç nüfusun yüzde 60 gibi bir çoğunluğunun, hayır oy vermesi. Bu sonuç, yalnızca gençlerin yönelimine ilişkin fikir vermekle kalmıyor, aynı zamanda “dindar ve kindar nesil” projesine ilişkin fikir de veriyor. Siz bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz? Kindar ve dindar nesil yetiştirme projesi, 4+4+4 ile 2012’de devreye girdi. Daha öncesinde de bu düşünceler elbette vardı ama bu kadar açık ve aleni şekilde dillendirilmemişti. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “böyle bir nesil yetiştirmek istiyoruz” dediğinde, 12- 13 yaşında olan çocuklar şimdi 18 oldular. Ve bu 18 yaş, referandumda oy kullandı. Bakın, genç bir bireyin geleceğe yönelik umutları vardır. Bu gençler arasında, iyi bir yaşam, uluslararası arenada rekabet edebileceği bir bilgi birikimi ve kültür, doğru düzgün bir meslek sahibi olmanın peşinde olanların sayısı da çoğunluktadır. İşte bunun için iş eğitime dayanıyor. Gençler, eğitimin kalitesi ve niteliğinden tatmin olmadı, hükümetin eğitim politikalarının onları başarıya götürmeyeceğini gördü. Bir anlamda, bu basiretsiz politikalara tepki vererek oylarını bu yönde kullandılar.
Yalnızca eğitimin kalitesine mi tepki verdiler? Hayır, yalnızca bu değil. Zira 18- 25 yaş arası gençlik, okuduğnu anlayabilen gençliktir. Getirilmek istenen siyasal ve hukuksal sistemin ne olduğunu da anladılar. Bu nedenle bu sistemin onları başarıya götürmeyeceğini, uluslararası ve ulusal anlamda yeterli olmayacağını hissettiler. Çünkü getirilen sistem demokrasiyi, insan haklarını terk eden, kuvvetler ayrılığını yok eden bir sistemdi.
Bugün Türkiye’de hemen her yerde, öğrencilerin mahallelerinde gidebilecekleri okullar imam hatipe dönüştürülmüş durumda. Ve din eksenli eğitim almış olan genç nüfus, referandumda din eksenli politikalara tepki verdi, öyle mi? Nasıl oluyor bu, kırılma nerede gerçekleşiyor? Hatırlarsanız Erdoğan bundan 2 yıl önce imam hatip liselerinde okuyan öğrenci sayısı için “Çok şükür bir milyonu buldu” demişti. Şimdi ise bir buçuk milyonu bulmuş durumda. İmam hatip liselerinde din ağırlıklı dersler okutulmakla birlikte klasik dersler de okutuluyor. İmam hatipte okusalar dahi, düşünme yetisini kaybetmiş kişiler olarak göremeyiz. Aslında bakın, biz bu referandumda bize dayatılan Anayasa değişikliğini değil, toplumun demokrasi kültürünü, eğitim seviyesini oyladık. Gençlerin çoğunluğunun hayır oyu vermesini böyle okumak lazım ve bu tablo son derece umut vericidir. Siyasal iktidarın dindar ve kindar nesil yetiştirmek için verdiği mücadele ve eğitim sistemini bu biçimde değiştirme çabası, imam hatip okullarını yeniden açmasına rağmen, hiçbir sonuç vermemiş, bunu gördük. Bilakis sonuçlar, demokrasi yönünde bir gelişmenin olduğunu gösteriyor. Tam büyüme çağında din eksenli bir eğitimden geçen çocuklar, buna rağmen AKP’ye teba olmak istemediler.
Bugün 4+4+4 eğitim sisteminin ulusal ve uluslararası arenadaki karşılığını nasıl okuyorsunuz? Türkiye’nin aldığı sonuçlar, 4+4+4’ün sürdürülebilir olduğunu gösteriyor mu? Bir kere eğitim toplumun geleceğinin aynasıdır ve verilen eğitimin sonuçları, en az 5- 10 sene sonra ortaya çıkar. Oysa din eksenli eğitime geçildiği 4+4+4 sistemiyle önce temel eğitim yılları değiştirildi, sonra da kuran kurslarına ve imam hatip ortaokullarına gitme imkanı açtılar. Dahası, öğrenci müfredat programları öyle değişti ki, öğrenciler adı seçmeli olan ama zorunlu hale gelmiş olan haftada en az 6 saatlik bir din eğitimi almak durumuna kaldılar. Bunun yanında Arapça dersi de seçimlik olarak konup zorunlu hale getirildi. Üstüne, çocuklar hep somuta indirgeyen yaşlardayken birdenbire onları meslek seçmeye zorladılar, ki çocuk mesleği idrak etmeden o mesleğe yönlendirildi. Bu, bireyin gelişiminde korkunç bir tablo ve sonuçları ortada. En önemli amaç, Atatürk ilke ve inkılaplarından, Cumhuriyet’in değerlerinden koparmaktı. Ama gelinen noktada, PİSA sıralamasında son sıralarda bir Türkiye, TÜBİTAK projelerine baktığımızda da hiçbir anlam ifade etmeyen, kimseye, hiçbir ülkenin geleceğine yararı olmayan projeler ile karşı karşıyayız…
Amaç Atatürk ilkelerinden, Cumhuriyet değerlerinden koparmaksa, bu amaca ulaşıldı mı gerçekten? Yeni kuşakta bunu gözlemliyor musunuz? Hayır, tam tersine… Eskiden öğrenciler Atatürk’ü de Cumhuriyet’i de ezbere öğrenir, sınava girer, düşük not alınca canları sıkılırdı. Şimdi ise Cumhuriyet’i kaybetmeye başladıklarını gördüler ve Cumhuriyet’in değerini anladılar. İnanın, çok sağlam bir Atatürkçü nesil yetişiyor, göreceksiniz.
Siz Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurduğunuzda, eğitimde, şimdiki tablonun tam tersini hedeflemiştiniz. Hedeflerinize ulaşıyordunuz da aslında, değil mi? Evet. Biz ÇYDD’yi kurduğumuzda, 28 yıl önce ilköğretimde okullaşma oranı yüzde 80’lerdeydi. Bu, zaman içinde biz ve bizim gibi STK’ların gayretiyle düzeldi. Biz ilk defa aileye burs vererek çocuklarına temel eğitim aldırmak gibi bir yol benimsedik. Bu politika çok verimliydi. AKP de ilk dönemlerinde böyle bir politikayı uyguladı. Bakanlık’ın “haydi kızlar okula” projesi vardı örneğin. İşte tüm bu projelerle okullaşma oranında kayda değer bir artış oldu. Ancak bugün gelin görün ki öğrenciler okula fazlasıyla yabancılaştılar. Zira öğrenciyi okula sevdiren güler yüzdür, ilgidir, merak ettiği şeylerin cevabını alma duygusudur. Ama son zamanlarda hem yaşları daha da küçük olarak başladılar, hem de bir türlü onları mutlu eden bir okul düzeni olmadı. Eğitim, bilgilendiren, toplumsallaştıran, özgürleştiren, merak gideren niteliğinden uzaklaştı. Bunları bulamayınca çocuk okula gitmiyor, okuldan kaçıyor. Okula devamsızlık eskiden de vardı ama çok şiddetli arttı. Örneğin 15 gün içinde bir kez dahi okula gitmemiş öğrenci sayısı ne kadar diye araştırılmış ve sonuç yüzde 54 çıkmış.
İktidar, sizin ilerici projelerinizi, FETÖ’nün önünü açma yolunda engellemeseydi, bugün Türkiye’nin ulusal ve uluslararası arenada çok daha başarılı bir karnesi olurdu herhalde... Fethullah Gülen sadece bu dönemin ürünü değil ancak bu şekilde, iyi eğitim almış, prestijli meslek sahibi kişileri yüksek görevlere getirme eğilimi AKP iktidarıyla beraber oldu. Tabii ki aktif bir tarikattı ama ülkeyi ele geçirme politikası bizim tarafımızdan bilinmiyordu. Yargıda bir gecede 160 tane Yargıtay üyesi yargıç atandığında bile, bir gecede! Eğitim alanında da “reform yaptıklarını” söylerken, “toplumu demokratikleştiriyoruz” derken, aslında neler yapmadılar ki... Okul müdürlerini görevlerden alıp, okullara kendi adamlarını yerleştirirlerken bütün amaç müdürleri, müdür yardımcılarını ve öğrencileri kendi tarikatlarına bağlı olan isimlere teslim etmekti. Ve bunu, toplumun gözü önünde yaptılar. FETÖ ile AKP el ele verdi, eğitim laiklikten uzaklaştıkça dinselliğe döndü, kalitesi düştü ve bu öğrenciler bu durumlara geldi.
Ve bu süreçte FETÖ’nün başta Türkan Saylan olmak üzere, sizin derneğinize akıl almaz suçlamaları, saldırıları oldu. Bu hamle derneğinizi ve öğrencilerinizi ne ile karşı karşıya bıraktı? FETÖ’cü hakim, savcı ve polisler, siyasal iktidarla işbirliği halinde çalıştılar, en üstten en alta kadar. Ve Ergenekon davasının destekçisi olarak ÇYDD’yi de listeye aldılar. 81 şubemize baskın yaptılar. Genel merkezimize de baskın yaptılar, yönetim kurulu üyelerimiz gözaltına alındı, üyelerimiz gözaltında kötü şartlarda kaldılar. En başta da Türkan Saylan. Ve bu süreçte bizim bütün dosyalarımız gitti, bunlar burs dosyalarımızdı. Ben o dönem göreve geldim. Türkan hoca ağır hastaydı, ölmeden önce bana haber verdiler “gel başkan ol” diye çünkü ben aynı zamanda kurucuydum. O dönem son derece karanlık, endişe verici bir dönemdi.
Bildiğim kadarıyla destekçileriniz de epey azaldı, öyle değil mi? Evet. Dernek kapatılmak isteniyordu ve kapatılacaktı. Desteklerimiz sanatçılardı, öğretmenlerdi ama işadamları, firmalar “acaba” dediler. Zira öyle ağır suçlamalar vardı ki… Örneğin Turkcell, “Kardelenler” projesinde her yıl 10 bin öğrenciye burs veriyordu. Davanın açılmasıyla birdenbire burs vermez oldular. İkincisi de “baba beni okula gönder” kampanyası… Doğan grubu ile yaptığımız bir projeydi, onlar para koymuyor yalnız propagandasını yapıyorlardı, herkes parayı bize yatırıyordu. Ama Ergenekon ile beraber onlar da bizimle aralarına mesafe koymaya karar verdiler.
Nasıl başa çıktınız, nasıl ayakta kalmayı başardınız, şimdi ne durumdasınız?
Öğrencilerimiz burs bekliyordu, aileler ağlıyordu ama elimizde dosyalar yoktu... Ve biz sabırla, akılcı yöntemlerle bu sıkıntılı dönemi aştık. Kolay olmadı. İlave elemanlarla bir çalıştık, yeniden dosya yaptık. Bu çocuklara yeniden burs verdik. Şimdi biz tek başımıza birçok proje yürütüyoruz. Örneğin “Anadolu’da bir kızım var, öğretmen olacak” projesinde onbinler burs almaya devam ediyor . Bir de üniversite öğrencileri için “Bir ışık da siz yakın” projesi var. Bugüne kadar 35 bin üniversite öğrencisine 4 veya 6 sene burs verdik, vermeye devam ediyoruz. Dahası, bu sene daha da çok burs vermeyi planlıyoruz. Şu ana kadar burs verdiğimiz öğrenci sayısı yüz bini buldu. Şimdi bir de “Eğitim ve kültür evleri” projesine başladık. Türkiye genelinde 18 ev, genelde bağışlarla kuruluyor ve buralarda çocuklara, gençlere ve kadınlara ihtiyaçları olan her çeşit eğitimi veriyoruz, tiyatro, bale müzik bilgisayar, matematik; aklınıza ne gelirse. Bu eğitim yuvalarının çok önemli işlevleri var. Bunların öğretmenleri genelde gönüllü ama ihtiyaç olduğunda genel merkezden finanse ediyoruz.
Peki tüm zorlukları aşıp, üniversiteye giren bir genç için, süreç bitmiş, amaca ulaşılmış olunuyor mu? Bir başka deyişle siz ve sizin gibi gönüllülerin emekleri Türkiye’de karşılığını buluyor mu? Bugün genç nüfusun ciddi bir şekilde mali ihtiyaçları var. Ortaöğretim öğrencileri de umutsuz, üniversite öğrencileri mutsuzlar. Çünkü siz üniversiteye girmek için bütün lise hayatında büyük bir çaba sarf ediyorsunuz, büyük bir emek ve para harcıyorsunuz. Sonunda bir yeri kazandınız. Peki, bu kazandığınız üniversiteyi üniversite mi sanıyorsunuz. Türkiye’deki üniversitelerin ancak 4’te biri üniversiteyi karşılıyor. Birçoğu asistanların öğretim üyesi olduğu tabela üniversiteler... Gençler, mesleği öğrenmeden, kültürü almadan diploma alıyorlar. Bu durum vakıf üniversitelerinde de öyle. Ben mesela bir vakıf üniversitesinde çalıştım, kırık not verdiğimde dekan “kaç seferdir sınava giriyor o kadar para yatırdı biraz da öğrenmeden alsın diplomayı geçirin” derdi. Bu tablo içinde gelecek endişesi, iş bulma endişesi, yeteneklerini geliştirememiş, düşünmeyi öğrenmemiş ama üniversite diploması almış bir genç düşünün. Ona iş var mı, yok. O ancak AKP’ye yanaşarak taba olarak bir yerlerde iş buluyor. Bu arada çok iyi yetişmiş insanlar da iş bulamıyor.