'Sen ölüm, birinin adı silinir de adın geçer ancak' diyordu... Ve bir gün ölüm geldi çaldı kapıyı davetsizce; ama susmadı, susmayacaktı 'Ses Bayrağı'...BU ELLER MİYDİ? Bu eller miydi masallar arasından Rüyalara uzattığım bu eller miydi. Arzu dolu, yaşamak dolu, Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan. Bilyaların aydınlık dünyacıkları Bu eller miydi hayatı o dünyaların. Altın bir oyun gibi eserdi Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı. Topraktan evler yapan bu eller miydi Ki şimdi değmekte toprak olan evlere. El işi vazifelerin önünde Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi. Kaybolmus o çizgilerden Falcının saadet dedikleri. O köylü çakısının kestiği yer Söğüt dallarından düdük yaparken... Bu eller miydi kesen mavi serçeyi Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık. Yorganın altına saklanarak Bu eller miydi sevmeyen geceyi. Ayrılmış sevgili oyuncaklardan Kırmış küçücük şişelerini. Ve her şeyden ve her şeyden sonra Bu eller miydi Allaha açılan !
SİMGELERDE YÜZLER Bir ışık üstünde gelir Gelir o Işırsın Seversin yeri göğü Uyanmış tutsaklar çağrısına dek. Dolar da Dolar da yüreğine tohumların davranışı Uzarsın Bir anıdan bir geleceğe gövermişcene. Gelir de bir uykusuza su Gelir bir orman uyanık yellerden. Gider hele Yıldızların Gider hele göllerin yalnızlığı Kalırsınız Yaptıklarınızla yüz yüze, çırılçıplak. Almıştınız Vurmuştunuz Ovalar başak çoğalımıyla doluydu, Derelerde vardı bilinmez anıların gücü Ağaçların yemişleri sizin ağırlığınızdaydı, Çalmıştınız Öldürmüştünüz çünkü. Bir sorgu günü değil anlamak günü Gözleriniz açılsa Maviden Açık kalsa ağzınız kandan şimdi Sizi bağışlamaz yeraltı otları bile Almaz yılan uykuları bile düşlerinizi sizin Siz dikeysiniz, siz hamsınız
YALNIZLIĞIM Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım, Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir. Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir, Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım Güneşim aydan sarı, yarınım dünden zorsa, Sarsın artık ömrümü tunç kandillerin isi Üşüyen ellerimden tutmalıydı birisi, Eğer benim gözlerim onları görmüyorsa. Bir camın arkasında açılıyor güllerim, Havuzum pırıl pırıl... yıkar bakışlarımı. İşler temiz ziyalar suya nakışlarımı; Ruhumun dünyasından eser tahayyüllerim Rüya rüzgârlarında bir yaprak yalnızlığım Düşüncem bir neydir ki ürperir perde perde Belki bu mısralarım esecek gönüllerde Fakat herkese uzak kalacak, yalnızlığım.
ÖLDÜRDÜĞÜMÜZ Geceyle parlayan gözleri vardı, Cesurdu, cesurdu ziyade. Nasıl ki çekti bizi, İstifade. Karanlık mağaranın kapısında durduk, Geçerken bıraktık taşı. Sustu büyük bağırmasında, Gecelerin ve ormanların sırdaşı. Artık bizim gibi değil, Su içmez, kımıldamaz. Uyanıklığı hiç yok, Uykusu az. Öyle garip ve öyle sade, Süsler yapacağız süslerinden. Tüyleri gibi aydınlık, Ve bir şey görmeyen. Hazır, etrafın düşmanlığında, Zaferin bitmez tükenmez yemeği. Aklımızın, korkumuzun, ellerimizin, Beraber yiyeceği !
DÖRT YAPRAKLI YONCA Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse. Oynamamız bundandır. Kara toprakla binlerce yıl. Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse. Bundandır sevmemiz kiraz ağaçlarını. Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse. Kardeşliğimiz bundandır Mavi sularla binlerce yıl. Çıkamaz çocukluğundan dışarı Kimse Bundandır inanmamamız Kocaman bombalara.
ÖLÜ Hangi mahallede imam yok, Ben orada öleceğim. Kimse görmesin ne kadar güzel, Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim. Ölüler namına, azade ve temiz, Meçhul denizlerde balık; Müslüman değil miyim, haşa, Fakat istemiyorum, kalabalık. Beyaz kefenler giydirmesinler, Sızlamasın karanlıgım havada. Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım, Ki bütün azalarım hülyada. Hiçbir dua yerine getiremez, Benim kainatlardan uzaklığımı. Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar, Çılgınca seviyorum sıcaklığımı...
DESTAN ÖNÜ İşte zamanın karanlığı, gece gibi, Geçer bir gölge komadan. İşte Tanrı nefesli sahiller, İşte Bizans kopmuş Romadan. Sakalları uzamış keşişler sırtında, Bahar halinde bir yük: Sur örülmüş kıyılarda yokluğa taraf, Taşlarla, kıskançlıkla ağır ve büyük. Eski İstanbul, ruh kadar eski, İnsan daha fazla eskiyemez ki. Bir boşluk ki göller tadında uzun, Ya hiçe uzanmış vaktimiz, ya hepe. Yedi meçhul üstüne açılmış, Yedi tepe. Haliç, dünya öküzünün boynuzu, hiç kımıldamaz, Kımıldar bir kapalı su. Geçer, asırlar gövdesine, aydınlık, Uyumayanların uykusu. Eski İstanbul, hatıralardan eski, Göresin usul usul gez ki. Tarümar olmuş, Daradan, Sardanapaldan anlar. Gemilerle, kervanlarla dolmuş, çırılçıplak, Aşkı kaybedenler, bulanlar. Devir devir kapılarında durmuş, Nesilleri Asya'nın, bu bakış ahu diye. Sormuş sıcak rüyasını, Peygamberin orduları, Hu, diye. Eski İstanbul, eski, Geçmiş günleri kimse söyletemez ki. Saz nameleri gelir, din uğruna çarmıha gerileceklerden, Belki çarmıhsınız, belki sazsınız. Ölümlerden hangisi gerçek, Anlıyamazsınız. Fark edilmez Doğu ve Batı. Hayaller dolusu cenaze, düşüncelerden. Ayaklarınızın, ayaklarınızın, Ayrılışı yerden. Eski İstanbul, yakın ve eski Öyle bir ses ki.
YENİLEN BÜYÜR İşte karanlık büyümüştür, Dağ daha dağ Su daha su Yıldız daha yıldız olmuştur ötelerde. İşte karanlık büyümüştür, Ellerin Ayakların Solukların karası, Göklere, göklerin karasına karışmıştır kocaman. İşte karanlık büyümüştür, Yaralı atların kişnemeleri Geri çekilen topların gıcırtısıyla büyümüştür yusyuvarlak. Uzaklarda İzmirden çok uzaklarda İşte karanlık büyümüştür, İşte gözlerini örtmüştür yenilen.
ZAMAN PARILTISI Karanlıklarda, gündüzlerin arkasındayım, Bitmiş ikinci dünya savaşı, uğursuz ve kahraman, Uzakta esir uluslar türkü söyler, Türklüğümün farkındayIm. Bir soluk gelmekte karşı gezegenlerden, Vakt içinden inmektedir gölgeler. Toprak üzerinde, atmosferler üzerinde Soğuyan gecemin farkındayım. Biçimler, evlere, eşyalara rahatça sığmış, Var olmuş var olmayan. Biçimler sonsuzluğa yaklaşmış, Aklımın farkındayım. Ne ağaçlar uzanmış mevsimlerimce Ne yıldızlar gerçek, aydınlığım kadar. Aşkla kımıldayan küçücük ışıklar uçuşur içimde yön yön, Yaşadığımın farkındayım.
ÇOCUKSUZ GECELER Bu gece beni terk ettin çocuğum Ki hâlâ ellerimde bir şafak. Herkes ölürken son anda Bir gece hatırlayacak. Birikti serçeler saçaklara Davetler gibi uzaklardan. Ülkeler midir ki varılmaz Uykular içre kalan. Vaktin saadetiyle durmuş Kağıt gemilerim ve rüzgar. Seyretsin sonsuz hudutları, Harap kalelerinde krallar. Çocuğum tarlalar sarardı, Nur gibi olgun başak. Herkes ölürken son anda Bir çocuk hatırlayacak.
İlgili haberler:Fazıl Hüsnü Dağlarca hayatını kaybetti