İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının iptaline ilişkin Danıştay'daki dördüncü duruşmada Danıştay Savcısı, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kararının iptali talebini yineleyerek, "Dava konusu işlemin iptal edilmesi gerektiği düşünülmelidir" dedi. Savcının talebi salonda uzun süre alkışlandı.
Mahkeme heyeti, kararın 20 Temmuz'daki adli tatil öncesi tebliğ edileceğini açıkladı.
Sendika.org'da yer alan habere göre; duruşma heyet başkanının, “Kayıt almayalım lütfen” uyarısının ardından Samsun Barosu’nun beyanlarıyla başladı. Baro avukatlarından Merve Çiftçi Davran, “Öldürülen kadınlar bizim için bir sayı değildir. Pınar Gültekin diri diri yakılarak öldürüldü, katili haksız tahrik indirimi alabildi. Bu karar, bu ülkede hiçbirimizin güvende olmadığını, hayatlarımızın didik didik edildiğini, yargının erkeğin daha az ceza alması için çabaladığını gösterdi. Ben de burada milyonlarca kız kardeşim gibi kendi hayatım için İstanbul Sözleşmesi’ni savunuyorum” dedi.
Ardından Amasya Baro Başkanı Bahadır Tekeş, beyanda bulunarak, “Danıştay 10. Daire Savcısı’nın bu kararının iptali yönündeki mütalaasına katılıyoruz, bu nedenle davamızın kabulunu talep ediyoruz” dedi.
Antalya Baro Başkanı Hüseyin Geçilmez ise beyanda bulunmadan önce heyet başkanı Yılmaz Akçil’e, “Benim burada konuşmam temsilci olan üç meslektaşımın konuşmasını engelleyecekse ben sözü meslektaşlarıma bırakayım” diye sordu, Akçil’in onaylaması üzerine konuşma yapmayan Geçilmez, sözü kadın avukatlara bıraktı. Daha önceki duruşmalarda erkek avukatların uzun beyanlarını dinleyen avukatlar, erkek baro başkanının bu tavrını alkışladı.
Ardından Antalya Barosu adına konuşan avukat ise, “Pınar Gültekin’i yakarak öldüren katile verilen haksız tahrik indiriminin, sistematik tecavüze uğrayan, tehdit edilen ve hayatta kalmak için öldüren Nevin Yıldırım’a uygulanmadığını, hala Antalya L Tipi Cezavevi’nde bulunduğunu anlatarak sözlerime başlamak isterim” dedi. Antalya Barosu adına konuşan avukatlar, sözleşme feshedildiğinden beri cezasızlık politikasının arttığını ve karakollara yapılan başvuruların işleme alınmadığını hatırlatarak, devletin sorumluluklarını yerine getirmediğini ve şiddeti önlemek için etkin tedbirlerin alınmadığını söyledi.
Yine Antalya Barosu adına konuşan avukat Esra Gençer Özdemir ise İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin sadece kadınların değil çocukların da can güvenliğini tehlikeye attığını, sözleşmenin çocukların şiddetten korunmasına yönelik önleyici ve koruyucu maddeler içerdiğini söyledi.
“Aileyi şiddet parçalar, İstanbul Sözleşmesi değil” diyen Antalya Barosu’ndan avukat Umut Şener Çiftçi ise, “Bu kararı verirken diri diri yakılarak öldürülen Pınar Gültekin’in, Şule Çet’in, ‘Ölmek istemiyorum’ diyen Emine Bulut’un sesi kulaklarınızdan ve aklınızdan çıkmasın” dedi. Çiftçi’nin sözleri salonda alkışlarla karşılık buldu.
Ardından konuşan Kocaeli Barosu Kadın Hakları Merkezi Koordinatörü avukat Nuriye Yılmaz, şiddet mağduru kadınların hayatlarının siyasi nedenlerle görmezden gelinmesine izin verilmesini istemediklerini söylerken, yalnızca şiddet gören kadınlar adına değil, şiddet mağduru bir kadın olarak da Danıştay’da olduğunu söyledi. Sesi titremeye başlayan Yılmaz, şunları anlattı:
Ben bu şiddeti yaşamış, çaresizlikten yargıya başvuramamış bir kadın olarak da aranızdayım. Bana şiddet uygulayan, doktor olan eşim, 2007 yılında hastalıktan vefat etmeseydi belki de şu an aranızda olmayacaktım ve Anıt Sayaç’a adım yazılacaktı. Ben bu şiddete uğradığımda İstanbul Sözleşmesi yoktu. Eğer sözleşme olsaydı bir umut, bir ses, bir çare olacaktı bana. İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline dair açılan bu davada vereceğiniz karar, hangi kadın olarak karşınızda bulunacağımızı gösterecek. Anıt Sayaç’ta bir kadın olarak mı yer alacağız, yoksa haklarımızı savunan kadınlar olarak karşınızda mı yer alacağız.
Avukat Nuriye Yılmaz, uğradığı şiddeti şöyle anlatırken salondaki bütün kadınlar ve gazeteciler gözyaşlarını tutamadı. Bu konuşmanın üzerine heyet, duruşmaya 10 dakika ara verdi.
Aranın ardından duruşma Batman Barosu’nun beyanlarıyla devam etti.
Ardından Yalova Barosu adına konuşan avukat Dilan Dicle ise İstanbul Sözleşmesi’nin cumhurbaşkanının bir gecede karar vermesiyle feshedildiğini, ancak sorunun bununla bitmediğini ve cumhurbaşkanının kadınların her seferinde hedef aldığını söyleyerek, “Çapulcu olmadığımızı, sürtük olmadığımızı ispat etmek zorunda bırakıldık. Şimdi de sözleşmeden çekilmenin hukuksuzluğunu ispat etmek zorundayız. İspat etmek zorunda bırakan tek kişi, biz milyonlarız” diye konuştu.
Avukat Dicle, “Pınar Gültekin’in adli tıp raporunda diri diri yakıldığı, varile konulduğu, üzerine beton döküldüğü tespit edildi ama katile hala haksız tahrik indirimi verilebildi. Katile 23 yıl hapis cezası verildi. Yatarı 7 yıl bu cezanın. Ben şu an 4 yaşında olan kızımın 16 yaşına geldiğinde bu caniyle aynı ortamda olmasını istemiyorum. Biz kadınların gözlerine baka baka aksi bir yönde karar vermeyin” dedi.
Söz sırası Körfez Bağımsız Kadın Dayanışması’ndan başvuruculara ve avukatlarına geldi. Körfez Bağımsız Kadın Dayanışması’ndan kadınlar, bugün Danıştay’da İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için bulunduklarını, aynı zamanda Kazdağları için de mücadele ettiklerini ve Danıştay’dan sonra Kazdağları’na geri döneceklerini söyledi. Ardından konuşan avukatları Gökçe Çiçek Ayata ise, “Eşcinselliği meşrulaştırıyor” diye feshedilen İstanbul Sözleşmesi’nin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim nedeniyle ayrımcılığa ve şiddete uğranmasının önünde bir teminat olduğunu söyleyerek, “Elbette LGBTİ+’ların hakları korunacak, elbette LGBTİ+’ların hayatları güvence altında olacak” dedi.
Avukat Selin Nakıpoğlu ise, dava konusu işlemin fonksiyon gaspı sonucu ortaya çıktığını ve yok hükmünde bir işlem olduğunu söyledi.
Ardından yine Körfez Bağımsız Kadın Dayanışması avukatlarından Hülya Gülbahar konuştu. Sabah saat 08.00’de Danıştay önüne gelen kadınların basın açıklaması yapmasına izin vermediğini, polislerin kadınlara ciddi baskı uyguladığını söyledi. Gülbahar, “Sabah 500 üzerinde kadın ne içereye sokulduk, ne bulunduğumuz yerde basın açıklamasına izin verildi. Biz bir yere sürüldük, basın başka bir yere sürüldük. İnanılmaz baskıyla karşılaştık, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkımız, basın ve ifade özgürlüğümüz gasp edildi. Siz anlayışlı başkan olmasaydınız, belki biz hak aramaz özgürlüğümüzü de kaybedebilirdik. Sayın başkan, biz çıkışta kamuyu bilgilendirmek zorundayız. Şu an Türkiye’deki bütün arkadaşlarımız bizlerden haber bekliyor. Biz bu fotoğrafları aile albümümüze koymak için çekmedik. Arkadaşlarımız heyecanla bunları bekliyor, izliyor. Sizin heyet başkanı olarak çıkışta güvenliğimizi sağlamanız için güvenlik amiriyle konuşmanızı rica ediyoruz. Bugüne kadar yaptığımız açıklamalarda hukuka aykırı ne bir söz ne bir eylem yaptık” diye konuştu.
Pınar Gültekin’in öldürülme biçimine karşılık katile haksız tahrik indirimi verildiğini hatırlatan Gülbahar, “Bu indirimin verilmesi için suçun şiddetli elem atlında işlenmesi gerektiğini söylüyor kanun. Pınar ne yapmış olabilir, külü kaldı elimizde kadının. Haksız tahrik indirimi yanlış yorumlanıyor. Haydi geçelim, sözleşme diyor ki; ‘mağdurun kültürel, dini, sosyal ya da geleneksel olarak normlara aykırı davranışları şiddete gerekçe olamaz.’ Böylesi bir durumda, sözleşme uygulanıyor olsaydı o indirim verilmeyecekti. 23 yıl hapis cezası verildi Pınar Gültekin’in katiline, bakın bunun yatarı 7 yıl yalnızca. 7 yıl!” dedi.
Duruşma, 14.30’daki aranın ardından Çanakkale Barosu’nun beyanlarıyla devam etti. Çanakkale Barosu’ndan avukat İnci İncesağır, hedef gösterilerek linç girişiminin örgütlenmesinin ardından yapılmasına izin verilmeyen ve yasaklanan 1. Çanakkale Onur Haftası hakkında bilgi verdi. Çanakkale’de 13-17 Haziran tarihleri arasında düzenlenmesi planlanan 1. Çanakkale LGBTİ+ Onur Haftası, sosyal medyada başlayan hedef gösterme ve tehditlerin ardından Çanakkale Valiliği’nin kararı ile yasaklanmış, bu yasak yargıya taşınmıştı.
Çanakkale Onur Haftası’nın LGBTİ+ düşmanı bir ittifakla; Valilik, polis, Ülkü Ocakları, Saadet Partisi, İFAM-Akıncılar, Yesevi Alperenler işbirliğinde hedef alındığını ve linç girişimi çağrıları yapıldığını söyleyen İncesağır, sosyal medyada üretilen hakaret ve tehdit içerikli nefret mesajlarını okudu.
İncesağır, “Valiliğe başvurduğumuz saatten yaklaşık 45 dakika sonra Çanakkale’deki lincin başını çeken ilahiyat öğrencisi, şöyle bir fotoğraf paylaştı: “Sayın Valimiz İlhami Aktaş beyefendiyi makamlarında ziyaret ettim, ‘elhamdülillah yürüyüşe asla izin vermeyeceğiz’ dedi.’ Valilik, hala bu ziyareti yalanlamış değil. Yürüyüş saatlerinde onlarca paylaşım yapıldı, LGBTİ+’lar hedef gösterildi” dedi.
Yapılamayan yürüyüşte LGBTİ+’lara sıkılan biber gazı ve linç örgütleyenlerin sopalarla dolu fotoğrafları heyete ve salondakilere gösteren İncesağır, “O gördüğünüz fotoğraflar çıplak şiddettir, kaba kuvvettir. Sizlere yüz yüze bırakıldığımız cehennemden sesleniyoruz. Bu zihniyetin sırtı sıvazlanmakta, devlet tarafından kollanmaktadır. ‘Kadın, trans cinayetleri politiktir diyoruz, bu yüzden ‘erkek-devlet şiddeti’ diyoruz. Bunlar deneyimlerimizden gelen sloganlardır. Bizim muradımız kadınlar, LGBTİ+’lar, çocuklar için şiddetin önlenmesi, şiddet uygulayıcıların cezalandırılmasıydı. Ama şiddet uygulayanlar ödüllerindiler” diye konuştu.
Ardından Çanakkale Barosu’ndan avukat İlayda Kocabaş konuştu. Kocabaş, İstanbul Sözleşmesi’nin kadınları, LGBTİ+’ları, çocukları güvence altına aldığını ancak feshedilmesinden beri şiddetin, cinayetin giderek arttığını söyledi. İstanbul Sözleşmesi feshedildiğinden itibaren LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemi ve nefret cinayetlerinin arttığını söyleyen Kocabaş, Çanakkale Onur Haftası’na yapılan linç girişiminin de bunun bir parçası olduğunu vurguladı.
Kocabaş, “Biz bu koşullarda, her gün biri aramızdan eksilirken İstanbul Sözleşmesini savunuyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek demek kadınların, LGBTİ+’ların, çocukların haklarının elinden alınmasının önünü açmak demektir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek bunların katillerin savunmaktadır. Biliyoruz ki çekilme kararı hem Çanakkale’de hem birçok yerde LGBTİ+’lara saldırı düzenlemesine cesaret vermektedir. İstanbul Sözleşmesi’nin tartışılması dahi utanç vericidir” diye konuştu.
Kayseri Baro Başkanı konuşma yapmayacağını ve sözü kadın avukatlara bırakacağını söyledi. Van Barosu başkanı Zülküf Uçar ise, “Kıymetli Kürt yazar Mehmed Uzun’un, ‘Zincirlenmş Zamanlar, Zincirlenmiş Sözcükler’ kitabında bir sözü vardır: ‘İnsan tarihin nesnesi değil, öznesidir, tarihi anlatandır’ der. Bugün burada, tarihin nesnesi ya da öznesi olmak siz değerli heyetin omuzlarındadır” diyerek sözü kadın avukatlara bıraktı.
Van Barosu’ndan avukatlar, kadınların yalnızca erkek şiddetine maruz kalmadığını, özellikle kayyımlar atandığından ve İstanbul Sözleşmesi feshedildiğinden beri kadınların toplantı ve gösteri yürüyüş yapma hakkına bile izin verilmediğini, eylem yapmak isteyen kadınların polis şiddetine uğradığını söyledi.
10 dakikalık aranın ardından beyan sırası Muğla Barosu’na geldi. Muğla Barosu’ndan avukat Meltem Anayaroğlu, “Bizler Muğla’dan buraya gelirken yanımızda bir ayna getirdik. Ve bu aynaya hep birlikte bakalım istedik” diye söze başladı. “Peki neden bu kararın bir ‘ayna’ olduğunu düşünüyoruz?” diye soran Anayaroğlu, şöyle devam etti:
“Çünkü bu karar, İstanbul Sözleşmesi’nin imzaya açıldığı tarih olan 11 Mayıs 2011 tarihinden 2020 yılına kadar geçen 9 yıl boyunca kadına karşı şiddet ile global olarak mücadelede nerede olduğumuzu gösteriyor bizlere. Bu kararda AİHM, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadele etmek, toplumsal olarak yıkıcı etkileri olan bu sorun ile başa çıkmak için bugüne kadar hayata geçirilen politikaların ve yasal reformların ilerlemesinin hala çok yavaş olduğuna dikkat çekiyor. Gerçekten de uluslararası raporlar, küresel olarak çok sayıda kadının fiziksel ve/veya cinsel yakın partner şiddetine veya partner olmayan bir kişi tarafından cinsel şiddete maruz kaldığını gösteriyor” diye konuştu.
Anayaroğlu, “İstanbul Sözleşmesi bir kadının sistematik bir şekilde maruz kaldığı şiddetin ardından doğdu. Nahide Opuz, onu tehdit eden ve defalarca şiddet uygulayan kocasını devlet makamlarına tam 36 kez şikayet etmesine rağmen korunmadı. Opuz onu korumayan devlete karşı AİHM’e dava açtı ve karar verildi. AİHM tarihinde ilk kez vatandaşını ev içi şiddete karşı koruyamadığı için Türkiye’ye ceza verildi” dedi.
Yine Muğla Barosu’ndan avukat Müge Kızılırmak Türk ise, bugün sözleşmeden çekilmek isteyen isimlerin sözleşmenin imzalanması aşamasında hangi açıklamalarda bulunduğunu aktardı. Türk’ün aktardığına göre, Dönemin Dışişleri Bakanı, “Kadına karşı şiddet alanında ilk uluslararası belge olan İstanbul sözleşmesinde, ülkemiz, öncü rol oynamıştır” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dünya Kadınlar Günü için yazdığı başmakalede, Türkiye’nin sözleşmeye “çekincesiz” imza koyduğunu, birçok ülkede çıkmayan uyum yasalarının Türkiye’de 6284 sayılı Kanun ile çıkarıldığını kaleme aldı. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Sözleşmenin imzalanması hakkında “önemli bir iradedir, gereğini yapmak da hepimizin görevidir” açıklamasında bulundu ve 2012-2015 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı için “sözleşmenin ışığında” ifadesini kullandı.
“Aradan geçen 11 senede ne oldu da sözleşmeden çekilmeyi konuşur olduk,, bilemiyoruz ama dönem yetkililerinin açıklamaları bu şekilde” diyen Türk, şöyle devam etti: “Daha birkaç gün önce karara çıkan Pınar Gültekin cinayetinde fail adeta ödüllendirildi ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı için Cumhurbaşkanına teşekkür etti. Bir kadın cinayeti faili, Türk Mahkemelerinde, daha az ceza almasını sağladığı için Cumhurbaşkanına teşekkür etti.”
Kızılırmak konuşmasına devam ederken Pınar Gültekin tişörtü giyinmiş Bodrum Kadın Dayanışma, Bodrum Yurttaş İnsiyatifi, Bodrum CHP Kadın Kolları ve baro üyeleri kadınlar hep birlikte ayağa kalktı.