Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Behlül Özkan, Başbakan adayı Ahmet Davutoğlu’nun 1990 ile 2000 yılları arasında yazdığı 300 makaleyi inceleyerek, yeni başbakanın plan ve hedeflerinin ne olabileceğini anlattı. Özkan, incelediği makalelerin ortak noktası için, “Ortadoğu’da da otoriter rejimler çökecek ve bunun yerine İhvan benzeri İslamcı grupların iktidarında yeni bir Ortadoğu kurulacak. Lideri de Türkiye olacak. Ama bu dünya tarif edilirken ‘demokrasi’ kelimesine hemen hemen hiç rastlamıyoruz. Davutoğlu Osmanlı sonrası Ortadoğu’da kurulan bütün devletlerin yapay olduğunu düşünüyor. Ama Avrupa Birliği modeli post ulus-devleti idealize etmiyor. Tam tersi ulus-devletin gerisine gidiyor. Yani İslami düşünceye gidiyor. 200 yıl öncesine gidiyor. İslam birliği üzerinden yeni düzen istiyor” dedi.
“Davutoğlu Avrupa Birliği’ne kesinlikle inanmıyor” diyen Behlül Özkan, “Almazlar bizi diyor. Ve Davutoğlu’nun düşünceleri kendi camiasında sorgulanmıyor. Yenilmezlik unvanı yapıştırıyorlar. İnanılmaz karakter, yaptığı her şey doğru. Kendini tarihe yön veren, tarihin sahnesinde bir aktör olarak görüyor. Ama Türkiye orta ölçekte bir devlet. Buna göre hayal kurarsınız, Türkiye’yi küresel bir devlet olarak hayal ederseniz işte böyle Musul’da 49 diplomatınız bir radikal örgütün eline esir kalır ve ağzınızı açıp tek kelime söyleyemez hâle gelirsiniz” diye konuştu.
Taraf gazetesinden Amberin Zaman’ın “Davutoğlu, Neo-Osmanlıcı değil Pan-İslamist” başlığı ile yayımlanan (23 Ağustos 2014) röportajı şöyle:
Davutoğlu’nun 1990-2000 arasında yazdığı 300 makaleyi tarayan eski öğrencisi Dr. Behlül Özkan, yeni başbakanın plan ve hedeflerine ilişkin çok çarpıcı bulgulara ulaştı
Türkiye’nin yeni başbakanı Ahmet Davutoğlu ile ilgili bu soruyu ortaya atan eski öğrencisi ve son günlerde uluslararası çapta ilgi toplayan Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Yardımcı Doçent Behlül Özkan.
Davutoğlu’yla aynı lise, aynı üniversite ve aynı bölümden mezun olan Özkan, Davutoğlu’nun 1990 ile 2000’li yılları arasında kaleme aldığı 300 küsur makaleyi taradı. Geçtiğimiz günlerde Londra merkezli “The International Institute for Strategic Studies” adlı düşünce kurulusuna bağlı ve akademik dünyanın en prestijli dergileri arasında sayılan “Survival” dergisinde Davutoğlu’nun entelektüel donanımına dair son derece çarpıcı bir makale yayınladı. Türkiye’yi yakından izleyen çevreler arasında şok etkisi yaratan makale Davutoğlu’nun fikir dünyasına ilişkin epey iddialı tezler içeriyor.
Bunların başında Davutoğlu’nun genel kabulün aksine “neo-Osmanlıcı” değil, “pan-İslamcı” olduğu yer alıyor.
Davutoğlu’nun dış politikadaki yaklaşımına sert eleştiriler getiren Özkan epey tartışma yaratacak bu tezlerini Taraf’a anlattı.
***
Davutoğlu nasıl bir başbakan olacak?
Davutoğlu son derece ihtiraslı, siyasi idealleri olan bir politikacı. Asla bir emanetçi olmayacaktır. Eğer yeterli bir süre AK Parti içinde liderliğini devam ettirebilirse partiye damgasını vuracağını tahmin ediyorum. İslamcı camia üzerinde 20 yıllık ağırlığı olan, saygı duyulan bir akademisyen ve siyasetçi.
Davutoğlu’nun makalelerini tarama fikri nasıl oluştu sizde?
28 Şubat sürecinde 1998’de Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisansa başlamıştım. Davutoğlu’ndan ders almıştım. İyi bir hocaydı. Uluslararası Teori dersini almıştım o dönem. Stratejik Derinlik konseptini anlatmıyordu ama klasik emperyal yayılmacı jeo-politikanın Davutoğlu üzerindeki etkilerini ilk derslerde görmeye başlamıştık. “Stratejik Derinliğin” ve teorik altyapısını oluşturan emperyal jeo-politika 1870’lerden sonra dünyada ve Batı’da özellikle hâkim olmuş, Amerika, İngiltere ve Almanya’nın yayılmacılığını meşrulaştırmaya çalışan bir düşünce akımı. Temsilcileri Harold Mackinder, Karl Haushofer, Nicholas Spykman. Bunların Davutoğlu üzerinde ciddi etkisi olduğunu görmüştüm derslerde ve daha sonra bu makaleyi [Survival yazısını kast ediyor] yazmaya başladığımda bakalım Ahmet Davutoğlu’nun düşüncesinde bunların etkisinin ne zaman başladı diye araştırmaya başladım. Ulaştığım üç yüze yakın makalesi var. Bunların çoğu İslami yayın organlarında yayımlanmış.
Keşfettikleriniz sizi şaşırttı mı?
Şaşırmadım ama şaşırdığım bir nokta var. Davutoğlu üzerinde bu yayılmacı politikanın 1990 yıllarında başladığını sanıyordum. Oysa Davutoğlu doktorasını dış politika üzerine yapmamış. Uluslararası ilişkiler üzerine de yapmamış. İslam ve Batı siyaset felsefesini karşılaştırmış. Fakat Davutoğlu, 1986’dan itibaren baktığım zaman 27 yaşında genç bir doktora öğrencisiyken İskender Paşa Cemaati’nin dergilerine yazdığı yazılarda bu emperyal jeo-politikaların etkileri net bir şekilde görülüyor. Ben Davutoğlu’nu Türkiye’de siyasal İslam’ın “organik aydını” olarak tanımlıyorum. Bu [İtalyan Marksist] Antonio Gramsci’nin kavramı. Davutoğlu ait olduğu ideolojik yapıya organik olarak bağlı. Düşüncesiyle o yapıyı sorgulayamaz, çünkü o yapı içinden çıkmış biri ve o yapının bütün ideolojisini benimseyerek çıkmış.
Yani düşündüğünüzden daha mı radikal biriyle karşılaştınız?
“Stratejik Derinlik” veya Dışişleri Bakanlığı döneminden çok daha sert bir Davutoğlu gördük makalelerde. Davutoğlu Batı’nın otoriter yayılmacı mantığıyla İslamcılığı harmanlıyor. Ulus öncesi düşünce yapısına sahip. Bu beni şoke etti. Türkiye’nin 21. yy’deki stratejisini çizdiğini iddia ettiği kitapta Batı’da artık kullanılmayan birtakım kavramları kullanıyor. Örneğin Lebensraum veya “yaşam alanı”na “Stratejik Derinlik”te sık sık rastlanıyor.
Askerî önlemler öngörüyor mu bu yayılmacılık politikası?
Hayır. Siyasal olarak yayılacak, İslami düşüncelerle. İslamcı grupları entegre edecek ve genel olarak İhvan (Müslüman Kardeşler) üzerinden düşünülüyor. Davutoğlu şunu iddia ediyor: Ortadoğu’da da otoriter rejimler çökecek ve bunun yerine İhvan benzeri İslamcı grupların iktidarında yeni bir Ortadoğu kurulacak. Lideri de Türkiye olacak. Ama bu dünya tarif edilirken “demokrasi” kelimesine hemen hemen hiç rastlamıyoruz. Davutoğlu Osmanlı sonrası Ortadoğu’da kurulan bütün devletlerin yapay olduğunu düşünüyor. Ama Avrupa Birliği modeli post ulus-devleti idealize etmiyor. Tam tersi ulus-devletin gerisine gidiyor. Yani İslami düşünceye gidiyor. 200 yıl öncesine gidiyor. İslam birliği üzerinden yeni düzen istiyor.
Bu düzen nasıl kurulacak?
Davutoğlu diyor ki Türkiye bugünkü Misak-ı Milli sınırları içerisinde kalamaz. Soğuk savaş sonrası statükocu pasif Batı yanlısı politikasında ısrar ederse ve sınırları içerisinde kalmakta ısrar ederse yıkılır diyor. Etrafını domine eden bir hegemonya kurmalı bölgesinde ama bunu kurmazsa yıkılır diyor. Tıpkı 1920’lerin 30’ların Almanya’sı için edildiği gibi.
Anlaşılan Ahmet Davutoğlu Türkiye’de siyasal İslam’ın önemli bir figürü.
Aynen. Ahmet Davutoğlu Türkiye’deki Siyasal İslam’ın “project boy”u (idealleştirdiği isim). Ona hep bir yıldız olarak bakmışlar. İstanbul Erkek Lisesi mezunu. Boğaziçi’nde lisans ve yüksek lisans yapmış. Ama ailesi fakir değil. Babası Konyalı bir tüccar ve İstanbul’a göç ediyor. Oğlunu okuması için teşvik ediyor. Aldığı eğitim ile bir yandan Batı tedrisatından geçiyor ama bu onun İslamcı ideolojisinin tonunu bozmuyor çünkü aynı zamanda Kur’an eğitimi de alıyor. Dinsel eğitimini aksatmıyor ama bir taraftan da Batı tedrisatında bu Batılı düşünce yapısıyla tanışıyor. Davutoğlu tam bu ikisinin sentezi.
Batılı düşüncenin etkileri Davutoğlu’nda fikir dünyasının neresinde yer alıyor?
Davutoğlu’nun Batı’dan esinlendiği Batı’nın demokratik insan haklarına saygı duyan, bireysel özgürlüğü savunan yönü değil. Davutoğlu’nun Batı’dan esinlendiği 1945 öncesi özellikle Almanya’da kendini gösteren çok daha otoriter, devleti ön plana çıkaran siyasal hayatı bir güç mücadelesi şeklinde gören ve Makyavel’in “sonuca giden her yol mubahtır” siyasi düşünce anlayışıdır. Aslında Davutoğlu Batı’yı içi boş bir uygarlık olarak görür. Savunulması gereken değer İslami değerler der ama bunların tam olarak ne olduğunu sorduğumuzda cevaplar bulamıyoruz.
Davutoğlu için ısrarla “pan-İslamist” terimini kullanıyorsunuz. Neden?
Davutoğlu’na sürekli “neo-Osmanlıcı” deniyor. Oysa değil. 300 makalesinde hiçbir zaman neo-Osmanlıcı olduğunu söylememiş; dahası yeni Osmanlıcılığı da eleştirmiş. Osmanlıcılık gayrı Müslimleri de içeren bütün farklı etnik ve dinsel grupları Osmanlı kimliği altında toplamayı ve entegre etmeyi düşünüyordu ve ciddi bir Batılılaşma hamlesi başlattı.
Davutoğlu Özal’ı Tanzimat paşalarına benzetir, Batıcı olmakla eleştirir. Abdülhamid dönemi İslamcılığını idealize eder ama yanlış okuyor, çünkü Abdülhamit döneminin İslamcılığı defansif İslamcılık ve Osmanlı’nın bütünlüğünü korumaya yönelik. Davutoğlu pan-İslamist çünkü defansif değil yayılmacı, pasif değil aktif. Türkiye’yi Ortadoğu’da merkez olarak konumlayıp Ortadoğu’da yeni birliktelik düşünüyor. Hatta buna Bosna ve Arnavutluk’u da katıyor. Pan-İslam dünyası Sünni inanışın hegemonik olduğu düzen. Aksi düşünülemez çünkü bu pan-İslamist dünyada İran yok mesela.
Türkiye’nin dış politikasını Davutoğlu tek başına mı götürdü?
AK Parti’nin siyasetinde Başbakan’ın [O şimdi Cumhurbaşkanı] her alanda özgül bir ağırlığı olduğunu görürsünüz. Bunun tek istisnası dış politika. Bu, Erdoğan’ın tek yetkin olmadığı alan. Yabancı dil bilmiyor. Eğitim tedrisatı olarak oradan gelmiş bir insan değil, yerel yöneticilikten geldi. Dış politikaya, dinamiklere vâkıf değil. Başbakanın, üzerinde hiçbir bakanın olmadığı kadar, hâlâ danışmanken Davutoğlu’nun üzerinde çok etkin olduğu görülüyor. Davutoğlu’na kredi verebileceğimiz bir nokta 2007’e kadar olan dış politika. Onda da Gül çok etkin ve Ortadoğu’da çok stabil bir ortam vardı. Davutoğlu şablonlarla düşünüyor. Sabit şartlarda Gül’ün kontrolünde başarılıydı.
Davutoğlu’nun Suriye politikası tam olarak neydi? Neden çöktü?
Suriye dış politikasında yaşadığımız kriz ve sorunlar beni hiç şaşırtmadı, çünkü etik bakıyoruz deniliyor ama ben etik değer olarak neyin savunulduğunu net olarak göremiyorum. Esad’ı 2011 Ağustos’undan sonra altı ayda devireceklerini düşündüler. Esad devrildiğinde de yerine Müslüman Kardeşler’in Suriye kolu iktidara gelecek dediler. Ortadoğu konusunda Davutoğlu sürekli şunu söyler: “Şam’ı Kahire’yi sokak sokak biliriz.” Davutoğlu’nun dış politikası yüzünden bırakın Şam’ı Bağdat’ı sokak sokak bilmeyi, Türkiye Ortadoğu’da yönünü kaybetmiş, çünkü Davutoğlu’nun dış politikası realiteyi yansıtmıyor. Onun hayal dünyasından ibaret. Çünkü Davutoğlu tarihi 1918’de bitmiş gibi kabul ediyor. Osmanlı yıkıldı, tarih dondu ve şimdi tekrar Türkiye 1918 yılında bıraktığı yerden devam edecek diyor. Ancak 1918’den itibaren Arap milliyetçiliği, sosyalizm akımları oldu. Mısır ve Suriye’de ordu gibi siyasete çok önemli etki eden kurumlar var. Bunları bir kenara itti. İhvan gibi siyasi İslamcı grupları iktidara taşımaya yönelik tüm gücünü kullandı. Türk dış politikasını buna angaje ettiler.
Baas rejimi her ne kadar son derece diktatoryal ve insanlık dışı eylemlerde bulunsa da o ülkede toplumun bir yerine tekabül eden bir desteği var. Suriye’yi bilen uzmanlar 2011 Ağustos’unda rejim çok daha uzun sürer gitmemek için direnecektir dediler. Fakat yanlış politikada ısrar edildi. Suriye’deki iç savaşın taraflarından biri oldu Türkiye. Esad’ı devirmek için gittikçe daha radikal grupları desteklemekte beis görmediler.
Amerika Ağustos 2011’de Esad’ın devrilmesi gerektiğini söylemeseydi Türkiye bu kadar angaje olmazdı ama. Davutoğlu’na haksızlık edilmiyor mu?
Ortadoğu’da önemli bir aktörseniz hiçbir ülkeye güvenerek dış politikanızı belirlemezsiniz. Komşunuzda iç savaşın taraflarından biri olmazsınız. İç savaş çıkartmamak için her çabayı sarf etmezsiniz. Türkiye Davutoğlu döneminde Suriye’yi Afganistanlaştırmış, Türkiye’yi de Pakistanlaştırma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Ortadoğu’ya demokrasi, insan hakları getirmek isteyen hangi ülke Katar ve Suudi Arabistan’la beraber hareket eder?
İlk etapta Esad ile Erdoğan’ın arası çok iyiydi. Burada bir çelişki yok mu?
90’larda Davutoğlu otoriter rejimler yıkılır diyor. 2002’de bu rejimler ayakta duruyor. Davutoğlu realist davranıyor, bunlarla ekonomik ilişki, kültürel ilişkileri geliştirelim bu toplumlarla etkili konuma gelelim diyor. Davutoğlu son derecek pragmatik aynı zamanda. Batı’yla ilişkileri de son derece pragmatik. Zamanı geldiğinde bu ülkelerin iç siyasetinde etkili olabiliriz diye düşündüler. Aslında sıfır sorun politikası 2011’e kadar diktatörlerle sıfır sorun politikasıydı.
Değişen neydi?
Davutoğlu için iki önemli dönüm noktası var. Kaddafi’nin devrilmesiyle bundan böyle bütün diktatörlerin devrileceğini ve istedikleri siyasal İslam liderliğinde bir Ortadoğu kurulacağını düşündü. Çok yanlıştı çünkü Kaddafi Batı’nın müdahalesi sonucunda devrilmişti. İkinci dönüm noktası Mısır’da İhvan’ın devrilmesi ve darbe sürecidir. İdealize ettikleri Siyasal İslam iktidara geldi ardından hayalleri çöktü. Bizde de benzer bir süreç yaşanır korkusu yayıldı.
Davutoğlu Batı’ya güvenmiyor mu?
Türkiye’nin 1945’lerden beri süren dış politikasına baktığımızda NATO üyeliği ve benzeri Batı’yla olan ittifakı zorlayanlar bir tek Sol olmuştur. Siyasal İslam’da Batı’yı eleştirmek vardır ama hiçbir zaman Türkiye’yi ABD’nin karşısına çıkartacak, NATO’dan ayrılacak gücü kudreti kendinde görmez. Türkiye’yi bölgesel güç olarak görür ve bunu ABD’nin şemsiyesi altında şekillendirir. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olarak görür. Kürecik radarına izin verdiğini görüyoruz. Bunun tek istisnası İsrail.
Ne gibi?
Yazılarında İsrail’in varlığına karşı çıkacak doğrudan bir şey demiyor ama hep ima yoluyla söylediğini görüyoruz. İsrail’i 1945-48 öncesinde Avrupa’daki sorunun Ortadoğu’ya ihracı gibi görür.
Din Davutoğlu’nun politikalarını ne kadar etkiliyor?
1983 yılında Kudüs’ü ziyaret ediyor. Kıldığı sabah namazından bahsediyor. Öyle bir yazıyor ki bunu, dinin düşünce yapısını çok etkilediğin görüyoruz. Bir taraftan İslamcı öbür taraftan dini diplomaside kullanmaktan, dış politikada rasyonalize etmekten çekinmediğini görüyoruz. Burada diyalektik ilişki var. Hem din kendisini etkiliyor hem dini de kullanıyor kendi dış politika amaçlarına ulaşmak için. Dünyayı medeniyetlere ayırıyor. Türkiye İslam medeniyetine ait. Türkiye ne yaparsa yapsın, İslam’ın içindedir. Avrupa Birliği’ne kesinlikle inanmıyor. Almazlar bizi diyor. Ve Davutoğlu’nun düşünceleri kendi camiasında sorgulanmıyor. Yenilmezlik unvanı yapıştırıyorlar. İnanılmaz karakter, yaptığı her şey doğru. Kendini tarihe yön veren, tarihin sahnesinde bir aktör olarak görüyor. Ama Türkiye orta ölçekte bir devlet. Buna göre hayal kurarsınız, Türkiye’yi küresel bir devlet olarak hayal ederseniz işte böyle Musul’da 49 diplomatınız bir radikal örgütün eline esir kalır ve ağzınızı açıp tek kelime söyleyemez hâle gelirsiniz.