Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, yıllık bazda yaklaşık yüzde 13 olan enflasyon oranını hatırlatarak "Arıza ciddiyetsiz bakanlarınızda, milletin aklıyla dalga geçen yalanlar ve kibrinizde" dedi
Çoklu baro düzenlemesine ilişkin baroların eylemlerinin engellenmesiyle ilgili de değerlendirmelerde bulunan Davutoğlu "En temel anayasal hak olan seyahat özgürlüğü, toplantı yapma özgürlüğü beşinci sınıf bir otoriter rejimdeymişiz gibi ihlal edildi" dedi.
Haftalık değerlendirme toplantısında konuşan Davutoğlu; TBMM Adalet Komisyonu'nda kabul edilen çoklu baro düzenlemesiyle ilgili meselenin tarafı olanların dinlenmediğini belirterek "Yine her zaman yaptıkları gibi 'biz yaptık oldu' kafasıyla tartışmayı başlattılar.Asgari nezaket ölçüleri içerisinde meselenin tarafı olanları dinleyecek medeni cesareti bile gösteremediler" diye konuştu.
Baro başkanlarının Adalet Komisyonu'na alınmamasını da eleştiren Davutoğlu, "Avukatların alınmadığı mekân neresi? Milletin evi denilen, milli iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi. Sonra hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, adalet kelimelerinin geçtiği tumturaklı cümlelere kim inanır?" dedi.
"En fazla FETÖ’den, bölücülükten, farklı gruplaşmalardan ve çok başlılıktan şikâyet eden hükümet çoklu barodan yana" diye Ahmet Davutoğlu iktidarın baroların sesini kısmak, baro yönetimlerini susturmak istediğini söyledi.
İktidarın gündemine olan sosyal medya düzenlemesi ve ekonomideki gelişmelere de değinen Ahmet Davutoğlu haftalık değerlendirmesinde şöyle konuştu:
"Bu iktidar iktisadi hayatın durduğu dönemde % 13 enflasyon üretmeyi başarmıştır! Üstelik de neredeyse her bir koltuğuna, her bir yetkili noktasına iktidarın istediği rakamı yazacak kişilerin olduğu İstatistik kurumunun verdiği rakam bu. Onlar bile ancak bu kadar saklayabildiler.
Biz sokaktaki enflasyonun, pazar yerindeki rakamların, enerji ve su faturalarının nasıl sınırsız yükseldiğini gözümüzle görüyoruz. Bu durumun neredeyse dünyada bir örneği bulunmamaktadır.
Bütün dünya sıfıra yakın veya eksi enflasyon görürken biz nasıl olur da %13 enflasyonla yaşamaya mahkûm ediliriz. Başka hiçbir veriye ihtiyaç yok.Tek başına enflasyonun durumu ülkenin nasıl yönetildiğinin özetidir.Milletin cebindeki 100 liranın 13 lirası bizzat bu iktidar tarafından her sene eritilmektedir. Böylesi bir soygun düzenine milletimiz mecbur değildir.
Bu milletin aşını alıyorsunuz, emeğini yok ediyorsunuz, birikimlerini eritiyorsunuz. Bütün bunları yapıyorsunuz, yetmiyor bir de bu yalanlarla milletle dalga mı geçiyorsunuz? Biz bu işte bir” arıza var” derken boşuna demiyoruz. Arıza ne memleketin evlatlarında, ne de Allah vergisi kaynaklarımızda. Arıza tam da sizin ciddiyetsiz ve liyakatsiz bakanlarınızda, milleti hafife alan kibrinizde. Milletin aklıyla dalga geçen yalanlarınızda. Arıza sizin ucube Cumhurbaşkanlığı sisteminizde."
Geleneksel medyayı propaganda merkezlerine çevirdiler. Ama herkesin sesini duyurabildiği sosyal medyayı henüz baskı altına alamadılar. Orada farklı sesler de çıkabiliyor.
Bindirilmiş kıtalara konuştukları konforlu mecralarından çıkıp da sosyal medya platformlarına girince hoşlanmadıkları sorularla-cevaplarla karşılaşıyorlar. İnsanların düşüncelerini açıkça söylemelerine alışkın olmadıkları için küplere biniyorlar, kimyaları bozuluyor.
Burada şapkayı önlerine koyup düşünmekten ziyade, kestirmeden gençlerin yorumlarını kapatmaya yöneliyorlar. Ama öyle anlık düzenleme yetmeyince şimdi hepsini kapatmaya kalkıyorlar.
Siz artık sadece kapatmaya alıştınız. Üniversite kapatıyorsunuz, sosyal medyayı kapatıyorsunuz, gençlerin yorumlarını kapatıyorsunuz, Türkiye’yi kapatıyorsunuz.
Türkiye’mize verecek bir şeyi ve söyleyecek bir sözü kalmayınca, ülkeyi dünyaya kapatmaya çalışan ilk siyasetçi siz değilsiniz. Bir zamanların sokak sokak siyaset yapan, her mekâna girip dert dinleyen bir iktidarını şimdi köşe bucak milletten kaçar bir hale getirdiniz. Fakat şunu aklınızdan çıkarmayın: ne Türkiye’yi kapatabilirsiniz ne de milletten kaçabilirsiniz.
Sosyal medyada, maalesef, kolektif veya bireysel ahlaksızlıklar var. Bunlardan hepimiz rahatsızız.
Yıllardır şahsımıza, ailemize, dostlarımıza, arkadaşlarımıza edilmedik hakaret, küfür, iftira, suçlama kalmadı. Hem de bunların büyük bir kısmı örgütlü bir şekilde ve iktidar çevrelerinin gizli açık desteğiyle yapıldı. Ne oldu? Kaç tanesi için ciddiye alınacak bir hukuki süreç işledi…
Bu nedenle, Türkiye’nin en büyük trol çetelerini kuranlar kalkıp ahlaktan, adaletten, sosyal medyada işlenen suçlardan bahsetmesinler. Kaldı ki, şu an öncelikle nasıl bir hukuki boşluk var da bu açığı kapatacaksınız? Sizlere en ufak bir eleştiriyi bile yapan soluğu zaten saatler içerisinde karakolda almıyor mu?Neyi düzenleyeceksiniz? Neyi kapatacaksınız?
Siz AK Parti’de, Erdoğan’la birlikte değil miydiniz? Sürekli yol arkadaşı olacağınıza söz vermediniz mi? Şimdi ne oldu da eleştiriyorsunuz? Kardeşlerim. Biz şahıslara, tabelalara, kurumlara bir bağlılık sözü vermedik. Biz ilkelere, ahlaka, dürüst ve şeffaf yönetimde birlikte ve beraber olmaya söz verdik. Üstüne üstlük AK Parti’den ayrılan da biz değiliz. AK Parti yanlışları karşısında kendisini uyaranlarla yollarını ayırdı. Bizler ihraç edildik. Cumhurbaşkanı Erdoğan dürüstlük diyenle, ahlak diyenle, liyakat diyenle, adalet diyenle beraber yol yürümekten vazgeçti. Bunun yerine yıllardır ağza alınmayacak hakaretlerle kendisine saldıranlarla yoldaşlık yapmayı tercih etti.
Adaletten, ahlaktan, demokrasiden, hukuktan ve değerlerimizden nasibini almamış kim varsa onlarla yol yürümeyi tercih etti. Eğer memleketi iyi yönetseydi, toplumun her kesimine kulak verseydi, sadece kendi yakınlarını değil 83 milyonu kollasaydı bizler de iktidara destek olurduk.
Ama biz sizinle olan kişisel hukukumuzu koruyacağız dediysek ülke yanarken susacağız demedik. Astığınız astık, kestiğiniz kestik bizden de size açık çek demedik.
Bundan sonra da bildiğimiz doğruları söylemeye; her platformda, her mecrada hakkı, hakikati, hukuku dillendirmeye devam edeceğiz.
Varsın sizin kalemşörleriniz, talimatla yazı yazanlarınız, rüzgar gülleriniz, Türkiye’nin en büyük medya kuruluşlarına kamu polisi sıfatıyla yön çizenleriniz sizin borunuzu öttürsün.
Millet zamanı geldiğinde herkesin karnesini önüne koyar.Ayrıca, bizleri sorgulama ucuzluğunu kendilerine iş edinenler de bir dakikalığına da olsa ahlaklı davranıp herkesin gözü önünde yaşanan bu süreci AK Partililere, Erdoğan’a sorma cesareti göstersin.
Doğrudur, biz 5 Mayıs 2016’daki o meşhur konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi ile olan hukukumu koruyacağıma söz verdim. Şahsi hukukları ilgilendiren bu konuda da gereğini yaptım ve yapacağım. Son olarak da Şehir Üniversitesi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla kapatıldığı gün içim yanarken her daim kızım gibi gördüğüm Esra hanımın onuruna yönelik bir saldırı olduğuna bir an bile tereddüt etmeden gereken tepkiyi gösterdim.
Peki şu soruyu sormak benim ve vicdan sahibi insanların hakkı değil midir? Sosyal medyada benim, eşim ve ailem hakkında alçakça tweet'ler atılırken siz Erdoğan’dan herhangi bir tepki gördünüz mü?
Sayın Başak Demirtaş ve diğer bir çok kadın gazeteci en ağır hakaretlere maruz kalırken iktidar cenahından bir ses duydunuz mu? Siyasetname diliyle onlara bir nasihat etmenin vaktidir:
Devlet adamı ol kişidir ki, halkının her ferdinin onurunu kendi onuru, her ailenin ve kadının haysiyetini kendi haysiyeti gibi görür ve korur.
Buradan tekrar söylüyorum: İnsani hukuk bağlamında Sayın Erdoğan’a ve ailesine dönük herhangi bir saldırı olursa benim yerim de konumum da tutumum da onların yanında olacaktır. Sayın Erdoğan benim, eşimin ve ailemin onuruna yapılan saldırılara sessiz kalsa da ben her zaman bir eski dost olarak onun ve ailesinin onurunu korumaya devam edeceğim.
Ancak, konu Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın hataları ise, bu konuda da onurlu bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak cesaretle eleştirmekten kaçınmayacağım.
Öte yandan iktidar bir an evvel otoriter rejim sevdasıyla Çin ve Rusya’ya öykünmeyi de bırakmalıdır. 21.yüzyılın dünyasında Doğu Türkistanlıları toplama kamplarına toplayan, birçok uluslararası kurumun ortaya koyduğu gibi onlara etnik temizlik uygulayan, bin bir zulümle Müslümanlıklarını yaşamalarına engel olan Çine dair politikanız nedir? Dünyada birçok parlamentonun yaptığı gibi TBMM bu suçlara karşı neden güçlü bir kınama metni yayınlamaz?
Cumhurbaşkanını, “Ey Çin 21. Yüzyılın dünyasında kurduğun toplama kamplarıyla insanlık suçu işliyorsun” demekten alıkoyan şey nedir?
Cumhurbaşkanını, “Ey Çin Uygurlara karşı İslamofobyanın en zalim yüzünü temsil ediyorsun” demekten alıkoyan şey nedir?
Dış İşleri Bakanlığının Çin büyükelçisini çağırıp ondan Çin’in Uygurlara karşı işlediği suçlara dair açıklama talep etmesini engelleyen şey nedir?
Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere diğer uluslararası kuruluşlara Uygurlar gündemiyle toplanmaları konusunda neden bir çağrıda bulunmaz?
Hükümet durumu yerinde incelemek üzere neden Doğu Türkistana bir heyet göndermiyor?
Aslında bütün bunların nedenleri gayet açık. Çin ve Rusya konusunda kantarın topuzu kaçmıştır. Hükümet bu başlıklarda Türkiye merkezli şahsiyetli bir dış politika izleyemiyor.
Trump’ın Türkiye Cumhurbaşkanı’na “aptal olma!” diye hitap ettiği uluslararası ilişkiler tarihinin en ağır mektubunu sineye çekenlerin, 27 Şubat 2020’de İdlib’te 33 askerimizin şehit edilmesinde rolü olan Rusya’ya olay sonrasında apar topar gidenlerin, Doğu Türkistan’da yapılanlara sessiz kalanların, AB’den kazanılmış vize muafiyeti hakkını sormayanların onurlu ve bağımsız bir dış politikadan bahsetmeleri mümkün değildir.
Buradan koalisyon hükümetini uyarıyorum. Dış politikada bağımsızlık Türkiye gemisini alıp şu veya bu ülkenin limanlarına demirlemek değildir. Koalisyon hükümetinin 28 Şubatçı ortakları Türkiye’yi arkaik bir bloka dahil etme arzularını artık saklamıyorlar.