Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Doğu Akdeniz gerilimine ilişkin yaptığı açıklamada, "Bugün Doğu Akdeniz konusunda ülkemize destek beyan eden tek ülkenin Azerbaycan olması buna mukabil ABD, Rusya ve Fransa başta olmak üzere küresel aktörlerin, Mısır, Yunanistan, GKRY ve İsrail başta olmak üzere bölgesel aktörlerin neredeyse tümünün ülkemizin pozisyonunun karşısında yer alması pozisyonumuzun haksızlığından değil, diplomasimizin zayıflığındandır" dedi. Davutoğlu, "Maalesef bugün dış politikamız hiçbir stratejik analiz ve uygulama kademelendirmesi yapılmaksızın Sayın Cumhurbaşkanı’nın o anki ruh haline göre aldığı refleksif kararlarla yürütülmektedir" yorumunu yaptı.
Gelecek Partisi lideri, Türkiye ile Yunanistan arasında süren Doğu Akdeniz gerilimine ilişkin yaptığı açıklamada, Türkiye’nin ve iktidarın Doğu Akdeniz’deki tutumunu desteklediğini dile getirirken, "Haklı olduğumuz konularda hiçbir taviz, hiçbir geri adımın söz konusu olmaması gerektiğine inanıyoruz" diye konuştu.
Davutoğlu, siyasi ve diplomatik adımlardan oluşan bir eylem planını devreye sokması konusunda iktidara çağrıda bulundu:
- Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay ve MİT temsilcileri yanında yetkin uluslarası deniz hukukçularından oluşan bir ‘Doğu Akdeniz Çalışma Grubu’ oluşturulmalıdır. Gerektiğinde maruf yabancı uluslararası hukukçulardan da görüş alacak olan böylesi bir çalışma grubu Ege ve Akdeniz konusundaki tezlerimizi her türlü hamasetten uzak bir şekilde savunacak argümanları acilen oluşturmalıdır. Özellikle ilk adımı 2012 yılında Dışişleri Bakanlığım döneminde atılmış olan Libya ile imzaladığımız anlaşmaların ortaya çıkardığı yeni konjonktürün hukuki boyutu güçlü argümanlara dayandırılmalıdır.
- Bu bağlamda geçmişte ve bugün ada ve kara devletleri arasında gerilimlerde bizimle aynı tutumu benimseyen ülkelerin tecrübeleri de derinlikli olarak araştırılmalı ve gerektiğinde bu ülkelerle ortak bir tutum oluşturma ya da platform kurma arayışına geçilmelidir.
- TBMM’de temsil edilen / edilmeyen bütün hemfikir siyasi partilerin Doğu Akdeniz politikalarına desteği ortak bir açıklama ya da bildiri ile ilan edilmeli ve bu konunun iç siyaset malzemesi olarak kullanılmayacağı ortaya konmalıdır.
- Konuyu tahrik ederek Avrupa gündemi haline getirmeye ve Türkiye-AB krizi haline dönüştürmeye çalışan Yunanistan’a açık bir çağrıda bulunulmalı ve konunun bütün teknik detayları ile birlikte iki ülke arasında ikili bazda görüşülmesine hazır olduğumuz ifade edilmelidir. Bern Anlaşması ile uzun yıllar boyunca Yunanistan’la yaşanan gerilimler yönetilme kabiliyetine sahipti. Ancak bugün Atina’nın bu zeminden oldukça uzaklaştığını üzülerek görüyoruz. Yunanistan, kâğıt üzerinde ne yazarsa yazsın, tarihi bir kriz anında kendisinde kalmış olan adaların herhangi bir denizdeki adalar olmadığını idrak etmelidir. Dünyada farklı bölgelerde benzer krizlerin tamamında Türkiye’nin konumuna benzeyen ülkeler haklı pozisyonda olduklarını tescil etmişlerdir. Anadolu’nun coğrafi devamı konumundaki adalar üzerinden Atina’nın atacağı her adımın gerginliği büyüteceği ve açık bir şekilde savaşa varacak durumları ortaya çıkaracağı izahtan varestedir. Biraz basireti olan herkesin bu durumun ciddiyetini anlamak için haritaya bakması yeterlidir. Bu bağlamda Yunanistan’ın konuların ikili düzlemde konuşulması çağrımıza vereceği olumlu yanıt meseleyi Türkiye-AB gerilimi olmaktan çıkararak gerilim düzeyini düşürecektir. Yunanistan’ın vereceği olumsuz cevap ise Türkiye’nin diğer ülkeler nezdindeki pozisyonunu güçlendirecektir. Öte yandan, Türkiye ile Yunanistan arasında durmuş bulunan İstikşafi Görüşmelerin tekrar başlatılması çağrısında bulunulmaldır.
- Gerginliğin düşürülememesinin en başta NATO bağlamında bir zafiyet teşkil edeceği şüphesizdir. Nitekim açıklamalarında Teşkilatın nispeten daha dengeli bir yaklaşım içinde bulunduğu izlenmektedir. Yunanistan’ın konuyu AB gündemi haline getirmesi çabalarına karşılık bu alanın aynı zamanda NATO’nun doğrudan stratejik sorumluluk alanına girmesi de göz önündne bulundurularak Eylül ayında yapılacak AB Dışişleri bakanları toplantısının hemen öncesinde acilen NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı çağrısında bulunulmalıdır. Bu çağrıoya olumsuz yanıt verilmesi halinde gerketiğinde NATO-AB işbirliği mekanizmalarının tümünün bloke edileceği duyurulmalıdır.
- AB’nin AB dayanışması adına “Yunanistan ve GKRY’nin en baştan haklı olduğu, bütün sorumluluğun da Türkiye’ye ait olduğu” yaklaşımı adil değildir, beraberinde herhangi bir çözümü de getirmez. Başta Fransa ve Macron olmak üzere bazı AB ülkelerinin, yapıcı olmayan tehditkâr açıklama ve mesajlarla sorunu daha da vahim hale getirdikleri açıktır. AB’nin gayri resmi Dışişleri Bakanları toplantısı dahil çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamalar da adeta yangına körükle gitmektir. AB’nin diyalog çağrıları yapan, ancak içerik olarak cılız ve tehditkâr açıklamaları sürecin sadece AB-Türkiye ekseninde yürütülmesinin sakıncalarını açıkça ortaya koymaktadır. Gerek AB Dönem Başkanı Merkel’in gerek Yüksek Komiser Borrell’in son açıklamaları bu durumu bütün açıklığıyla bir kez daha ortaya koymuştur. AB gerginliğin azaltılmasına etkin katkı verebilir ancak bilhassa Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut durumu da dikkate alındığında AB bu sürecin ana aktörü olmaktan uzaktır. Bununla birlikte Eylül ayında yapılacak ve gerginlik sürdüğü takdirde Bildiride Türkiye aleyhine olumsuz değerlendirmeler içerebileceği akla gelen AB Liderler Zirvesi’ne kadar, AB ülkelerine yönelik diplomatik adımların, bütün yönleriyle ve ülkemizin iş dünyası dahil bütün kesimlerince desteklenerek atılması gerekmektedir. Öte yandan, Başbakanlığım döneminde 18 Mart 2016 tarihli anlaşmaya dayalı olarak yılda iki kez toplanması gereken, ancak vize muafiyeti gibi daha sonra devre dışında kalan Türkiye-AB liderler zirvesi ‘Türkiye-AB Stratejik İşbirliğinin Geleceği’ başlığı ile acilen toplantıya çağrılmalı ve Doğu Akdeniz bölgesel barışı pozitif bir gündem unsuru olarak ele alınmalıdır. Böylesi bir zirve öncesinde teknik uzmanlar düzeyinde yoğun bir çalışma yürütülmelidir.
- NATO üyesi olmakla birlikte AB üyesi olmayan ABD, İngiltere ve Norveç ile konu ile ilgili yakın bir istişare mekanizması oluşturulmalıdır.
- İngiltere’nin Kıbrıs’taki üsleri de göz önünde bulundurularak düzenli bölgesel nitelikli istişarelere ağırlık verilmelidir.
- ABD ile ilişkilerimiz son dönemde girdiği şahsileştirilmiş niteliğinden süratle çıkarılarak kurumsal ve starejik bir düzleme taşınmalıdır. ABD Başkanı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında ‘Aptal olma’ gibi aşağılayıcı ifadelerle yüklü mektuplardan yakın dostluk ifadelerine kadar değişkenlik gösteren şahsi ilişkiler sarkacının köklü diplomasi geleneğine sahip iki ülkenin hassas ilişkilerini taşıyamayacağı açıktır.
- Son dönemde gerek Libya’da, gerek Suriye’de gerekse diğer ortak bölgesel alanlarda Türkiye aleyhine yürümekte olan Rusya ile ilişkilerimiz en üst düzeyde yeni bir ortak stratejik çerçeveye oturtulmalıdır. Rusya ile ilişkilerde geliştirdiğimiz ekonomik ve stratejik değeri en büyük proje olan Akkuyu Nükleer projesinin de Doğu Akdeniz sahilinde bulunduğu da hatırlatılarak Rusya ile de Doğu Akdeniz’deki ortak çıkarlarımıza dayalı bir perspektif geliştirilmelidir.
- Doğu Akdeniz’in bir Asya diğeri Afrika kıtalarındaki iki ana ülkesi olan Türkiye ile Mısır gözardı edilerek kalıcı bir bölgesel düzen kurulamaz. Bugün Türkiye’yi köşeye sıkıştırma çabalarının en önemli dayanağı bazı ülkelerin Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerin gergin olmasını istismar edebilme kabiyeti kazanmalarıdır. Halbuki Türkiye ile Mısır’ın Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını maksimize edebilmeleri ikili düzeyde bir anlaşma ile mümkündür. Nitekim bu gerçekten hareketle 2012 yılında Dışişleri Bakanlığım döneminde Doğu Akdeniz’de iki ülke arasında Münhasır Ekonomik Bölge konusunda ulaştıkları ortak anlayış ülkemizin bölgedeki çıkarlarının maksimum düzeye ulaştığı bir sonuç doğurmuştu. Bu anlaşma görüşmelerinde o zaman Cumhurbaşkanı Mursi hükümetinde savunma Bakanı olan Sisi de bulunmuştu. Bu gerçekler ışığında bugünkü Mısır yönetimi ile siyasal alanda ilkesel düzeydeki ihtilaflarımız mahfuz tutularak Doğu Akdeniz bazlı bir diaylog ve istişare mekanizması kurulmalıdır. Böylece, Doğu Akdeniz’in tarihi ve kültürel ilişkilere sahip bu iki büyük ülkesinin ihtilafları üzerinden diğer ülkelein rant toplamasının önüne geçilmelidir.
- Yine bu çerçevede son dönemde ilişkilerimizin eski canlı niteliğini kaybettiği Lübnan ile Doğu Akdeniz bazlı istişareler yapılmalı, İsrail’in tutumu yakından takip edilmeli, bölgedeki muhtemel gelişmelerin Suriye’yi nasıl etkileyeceği göz önünde bulundurulmalıdır.
- Libya ile yaptığımız deniz yetki alanları (MEB ve Kıta Sahanlığı) antlaşması deniz hukukunun bugüne kadar verilen mahkeme kararları çerçevesinde; hakkaniyet, eşit uzaklık, oranlık, coğrafya, kapatmama, özel ve beşerî koşullar ile diğer koşulların değerlendirilmesi gibi ilkeler çerçevesinde yapılmıştır. Bu kapsamda adalara karasuları kadar deniz yetki alanı tanınmış ve Libya Türkiye hattı bu adaların karasularının hemen dışından geçirilmiştir. Bu bağlamda doğru bir seyir içinde olan ve her zaman destek ifade ettiğimiz Libya ile olan ilişkilerimiz derinleştirilmeli ve kurumsallaltırılmalıdır. Şu anda iç mücadelelere yoğunlaşmış olan Libya hükümetine deniz politikaları ve deniz hukuku bağlamında destek verilmeli ve bu alanlardaki askeri/diplamatik kurumsallaşma çabalarına öncülük edilmelidir.
- Türkiye ilgili ve paydaş ülkelerle meseleleri konuşmak üzere yeni bir bölgesel platform önerisini ivedilikle yapmalıdır. GKRY ve KKTC’nin temsili sorununu aşacak bir formül bulunması halinde böylesi bir platforma öncülük eden bir çağrı Türkiye’nin manevra alanını genişleten bir sonuç doğuracak, gerginliği düşürecektir.
- Kurucuları olduğumuz Türk Konseyi ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi kuruluşlardan ve bir dönem öncesi başkanlığını üstlendiğimiz İslam İşbirliği Teşkilatından sembolik dahi olsa destek ve sempati mesajlarının gelmesi önemlidir. Keza bu kuruluşlara üye ülkelerden Azerbaycan dışında bireysel destek mesajları görülmemesi de açık bir diplomatik zaaftır. Bu ülkeler tek tek pozisyonumuz konusunda bilgilendirlmeli ve destek talebinde bulunulmalıdır.
- Uluslararası güç dengelerinde büyük devlet olmak içerde hamasi bir dil kullanarak değil dışarda etkin br diplomasi uygulayarak sağlanabilir. Bu bağlamda başta Doğu Akdeniz olmak üzere her alanda kararlı, rasyonel, güven uyandıran ve caydırıcı güce sahip yeni bir diplomasi dili geliştirilmelidir"