Başbakan Ahmet Davutoğlu, TBMM Soruşturma Komisyonu'nun 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk iddialarına yönelik yürüttüğü soruşturma hakkındaki haberlere yayın yasağı getirilmesi konusunda, yasağı savunamayacağını belirterek, "Bizim tamamıyla nötr olmamız ve komisyonun neticesine bakmamız lazım. Bunu bir yasaklar kontekstine oturtmak doğru değil" dedi.
Davutoğlu, "Herhangi bir yasağı ben savunmam. Türkiye yasakla anılacak bir ülke olmamalı. Ama burada hukuki sürecin kendi doğası gereği bir kural var. O kural uygulanıyor. Yoksa komisyon başkanı bizim partiden ama bizim konuşmamız bile doğru değil. Çünkü komisyon başkanları ve üyeleri seçildikten sonra Meclis adına hareket ederler ve ne yapılması gerekiyorsa o soruşturma esnasında vicdanen bağımsızdırlar. Ben bu konuda da herhangi bir komisyon üyesini arayıp 'şöyle yapın' demedim, demeyeceğim de. Soruşturma komisyonu oluştuktan sonra herkes vicdanıyla oradadır. Soruşturma komisyonu niye var? Demek ki ortada soruşturulacak bir şey var. Ve ortada bir hüküm yok. Kimse bu kişiler ne suçlu ne suçsuz diyerek komisyonu yönlendirme hakkına sahip değil. Bizim tamamıyla nötr olmamız ve komisyonun neticesine bakmamız lazım. Bunu bir yasaklar kontekstine oturtmak doğru değil. Özetle komisyonu rahat bırakmak lazım, bırakalım rahatça işlerini yapsınlar" dedi.
Türkiye’de siyasetin özgürleşmesi gerektiğini belirten Başbakan Ahmet Davutoğlu, “HDP ilk defa örgüt baskısına rağmen bir özeleştiri yaşadı. Eskiden ‘Kandil ne diyorsa onu tekrar edelim’ havasındalardı. İlk defa ben HDP’de demokratikleşme potansiyeli gördüm” dedi.
Davutoğlu, çözüm sürecine ilişkin olarak da, “HDP, Kobani olaylarının ardından örgüt baskısına rağmen ilk defa özeleştiri yaptı” dedi.
Star gazetesi yazarı Fadime Özkan’ın “Başbakan Davutoğlu: Kandil ne diyorsa tekrar edelim havası vardı, HDP ilk defa özeleştiri yaptı” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Meclisteki soruşturma komisyonuna getirilen yayın yasağı epey tartışıldı. Siz buna nasıl bakıyorsunuz?
Hükümetle bunun hiç bir ilgisi yok. Bizden asla böyle bir talep gitmedi. Kimsenin de bizden böyle bir talebi olmadı. Böyle bir talep benim önüme gelmiş olsaydı kanaatimi de açıkça söylerdim. Komisyon kurulduktan, yayın yasağı talebi gündeme geldikten sonra arkadaşlara ‘nedir bu mesele nereden çıktı’ diye sorduğumda konu bana izah edildi. Meclis soruşturma komisyonlarında aynen yargıdaki gibi bir süreç işliyor. Bu komisyonlar herhangi bir komisyon değil. Sonuçta hüküm veriyor yargıda bulunuyor. Dolayısıyla yargıda geçerli olan mahremiyet kuralları orada da geçerli.
Herhangi bir yasağı ben savunmam. Türkiye yasakla anılacak bir ülke olmamalı. Ama burada hukuki sürecin kendi doğası gereği bir kural var. O kural uygulanıyor. Yoksa komisyon başkanı bizim partiden ama bizim konuşmamız bile doğru değil. Çünkü komisyon başkanları ve üyeleri seçildikten sonra Meclis adına hareket ederler ve ne yapılması gerekiyorsa o soruşturma esnasında vicdanen bağımsızdırlar. Ben bu konuda da herhangi bir komisyon üyesini arayıp “şöyle yapın” demedim, demeyeceğim de. Soruşturma komisyonu oluştuktan sonra herkes vicdanıyla oradadır. Soruşturma komisyonu niye var? Demek ki ortada soruşturulacak bir şey var. Ve ortada bir hüküm yok. Kimse bu kişiler ne suçlu ne suçsuz diyerek komisyonu yönlendirme hakkına sahip değil. Bizim tamamıyla nötr olmamız ve komisyonun neticesine bakmamız lazım. Bunu bir yasaklar kontekstine oturtmak doğru değil. Özetle komisyonu rahat bırakmak lazım, bırakalım rahatça işlerini yapsınlar.
HDP’li heyet İmralı adasına bir gün erken gitti. Biden’ın ziyaretiyle iki ülkenin bölgeye dair bazı noktalarda buluştuğu da görüldü ama ne Kobani’de ne bölgede henüz durum değişmedi. Kobani sonrası donan sürecin neresindeyiz?
Bu tür süreçlerde en kritik şey psikoljik ortamdır. Açık söylemek gerekirse başbakan olduktan sonra arkadaşlara “Gezi’de olmadı 17 Aralık’ta olmadı, beklediler ki AK Parti içinden kaynasın, o da olmadı. O yüzden çok dikkatli olmalıyız, bir yerden bir şey yapmaya çalışacaklardır” dedim. 1 Eylül’de hükümet programını okudum, güvenoyu almadan 3 Eylül’de çözüm süreci mekanizmasını kurduğumu ilan ettim. Çerçeve yasayı Bakanlar Kurulu kararı haline getirdim. Bu “62. Hükümet olarak biz çözüm sürecinin sadece arkasında durmuyoruz organizmasını da kuruyoruz” demektir. Ortam da gayet pozitifti. 1 Ekim’de ilk defa Başbakan sıfatıyla Demirtaş ile görüştüm. Bu esnada Kobani olayları patlak verdi ve çözüm sürecinin sağladığı psikolojik güven ortamını kesinlikle sarstı.
O yüzden bu soruyu bana 1 Ekim’de sorsaydınız şu yol haritası çerçevesinde yürüyoruz diyecektim. Ama önce şu kanaati yıkmamız lazım ve yıkacağız. Çözüm süreci örgütün rahat hareket edebildiği devletin ise süreç var diye dikkatli davrandığı bir dengesizlikte yürümez. Kamu düzeninin olmadığı yerde kamu güvenliği de düzeni de olmaz. Urfa’da her kesimden sivil toplum temsilcisiyle bunları konuştuk hepsi hak verdiler. Kobani ortamını devam ettirirken hangi özgürlüklerden bahsediyorsunuz? Kavrama dikkat edin. Devlet otoritesi ihya edilecek demedim kamu düzeni ihdas edilecek dedim. Kamu düzeni hepimizin düzeni. Devletin dikte ettiği bir düzen değil. O kamu düzeni olmazsa -diyelim ki yol haritası çıkardınız, kim nerede neyi uygulayacak? Bizim bu dengeyi tekrar kurmamız lazım. Denge kamu düzeni ihdas edilerek kurulur, ondan sonra atılacak adımlar atılır.
Beni ümitlendiren husus şu: ilk defa örgüt baskısı dışında ve bazen de örgüt baskısına rağmen bir özeleştiri yaşadı HDP. Eskiden Kandil ne diyorsa onu tekrar edelim havasındaydı ilk defa ben HDP’de demokratikleşme potansiyeli gördüm. Türkiye’de siyaset yapılacaksa siyasetin özgürleşmesi lazım. HDP’nin siyasetinin de özgürleşmesi lazım. Bölgede insanlar devlet bizi korusun derken bu sayede HDP içinde de bir tartışma başladı. Bunlar sağlık işareti. Bunlardan ben memnunum. Trend devam ederse daha sağlıklı bir yere geliriz.
Akademik hayattan geldiğiniz için meydanlara alışma zorluğu çekeceğiniz düşünülüyordu. Çabuk adapte oldunuz. Yadırgadığınız, alışamadığınız şeyler var mı?
Evet, kendi fotoğrafımı minibüsün üzerinde görmek. İlk gördüğümde önce ‘Allah bizi muhafaza etsin’ dedim. Açık söylemek gerekirse bunlar insan nefsi için bir imtihandır. İlk makalelerime imza koymazdım. Zira insanın isminin, resminin öne çıkması bazen yapılan işin önüne geçiyor gibi bir izlenimim var. O nedenle de eskilerin anonim eser verme hasletine hayranımdır. Bu açılardan kendi fotoğrafımın olduğu otobüste konuşmak garip geliyor. Bir vatandaşımız mesela, Erzurum’da oltu taşından benim portremi yapmış, getirmiş. Bir şey diyemiyorsun, ‘yapmasan iyi olur’ diyemiyorsun.
İsminizi okullara vermek isterlerse tavrınız ne olur? Var mı böyle talepler, teklifler?
Benim sağlığımda ismimin okullara çeşitli yerlere verilmesine izin vermem. Konya’da bir iki okula ismimi vermek istediler, izin vermedim. Alışık olduğum motifler etrafında gelişen durumlar söz konusu olduğunda mesela hoca talebe ilişkisine benzeyen bir motifse hoşuma gidebiliyor.
Şehirlerde yatay yapılaşmayı nasıl hayata geçireceksiniz bu yöndeki bariyerleri aşabileceğinize inanıyor musunuz? Mesela müteahhitleri? TOKİ ile ilgili bir tasarrufunuz olacak mı?
O konularda tedbir alacağız. Her yerde söylüyorum, Türkiye’nin en büyük hazinelerinden biri İstanbul’dur. Bütün körfez petrolüne denk gelir. Gerekirse İstanbul için özel yasa çıkarır, özel tedbir alırız. Yeni TOKİ başkanımız Ergun beyden bir brifing aldım, bundan sonra TOKİ’nin yapacağı binaların şehir mimarisi açısından yetkili bir heyet tarafından gözden geçirilmesini istedim. Türkiye’de çok büyük bir konut ihtiyacı vardı, karşılandı da, nitelik arttı ama mimari estetik açıdan beklenen olmadı. TOKİ ile ilgili durumu yakından takip edeceğim. O konuda kesinlikle şikayetler haklıdır. Ve yanlış bir şey lduğunda bu yanlıştır diyebilmeliyiz. Şehir mimarisi ve estetiğini gözden geçirmek lazım. Esas problem ruhsatların proje bazlı verilmesi. Buraya mimari projeyi de buraya koymak lazım.
Kongre çalışmaları 2015 seçimleri için de değerli. Sizin ‘2015 yaklaşırken bazı olumsuzluklar olabilir’ gibi bir ifadeniz olmuştu, biraz daha açar mısınız?
Özellikle 6-7 Ekim olayları için söylemiştim. Çünkü gördüğüm bir husus var. 2015’ten sonra 4 yıl seçimsiz olacak. ‘Kemiksiz’ dönem diyorum buna. Tarihte böyle dönemler 65-69 arasında bir de 83-88 yılları arasında olmuştu ki, o dönemlerde de siyaset kendi alanına birebir sahip değildi, bu dönemler bile müdahil unsurların olduğu yıllardı. 2015’te iyi bir netice alırsak, pek çok reforma ihtiyaç var, yenileneceğiz. Kurumsal yenilenme, anayasal yenilenme. Türkiye 2015’e böyle girerse o dört yıl içinde kendini yeniden tanzim edecek. Ayrıca siyasetin normalleşmesini sağlayan bir AK Parti var. Normal şartlarda ben muhataplarıma sert bir dil kullanmaktan yana değilimdir. Ama Bahçeli’yi karşıma alıyorum. Neden? Çünkü alanı görmeden, Ankara’da oturduğu yerden ‘üniter devlet’ diyor, ‘ihanet’ diyor, hüküm veriyor. Tepki vermemiz gerekiyor ki, gitsin Tunceli’yi de görsün. Nitekim gitti de. Bunun olması lazım zaten. Siyasetcinin mesela Bahçeli’nin normalleşmesi için doğuya gitmesi lazım. Demirtaş’ın da batıya ya da Karadeniz’e gitmesi lazım. O zaman bu partiler Türkiyelileşir.
Açık söyleyeyim, ne CHP ne MHP ne HDP daha Türkiyelileşemedi. Kendi mahallelerine konuşuyorlar. Realiteyle yüz yüze gelmiyorlar. Bahçeli realiteyle yüz yüze gelirse milliyetçilik anlayışını gözden geçirmek zorunda kalacak. Hakeza Demirtaş ya da HDP ne kadar ne kadar Türkiyelileşirse siyaset o kadar normalleşecek. CHP’nin mescit açması iyi bir gelişmedir bu yönde. Attıkları adımdan kendileri rahatsız ama ben hem bu adımı hem bunu tartışmalarını olumlu buluyorum. Bizde de tartışmalar farklı görüşler var ve ben teşvik ediyorum itirazları farklı görüşleri. Sonuç olarak şu var. Siyasetin normalleşmesini sağlayan bir AK Parti var. Biz bunu nasıl görüyorsak, başkaları da görüyor. Türkiye’nin normalleşmesi ve Türkiye’nin istikrarlı iki ayrı dört dönem geçirmesinin altın değerinde olduğunu görüyorlar. Türkiye’nin atlattığı bazı şeyler bununla ilgiliydi, 2015’e kadar yaşanabilecek muhtemel problemler de bununla ilgili olacak.
Başbakan Davutoğlu, Balıkesir Kuvayı Milliye Meydanı’nda Orman ve Su İşleri Bakanlığınca yapımı tamamlanan 114 tesisin açılış töreninde ve Kırklareli’nde konuştu. Başbakan şu mesajları verdi:
Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’da partilileriyle yaptığı konuşmaları da aktaran Davutoğlu, “Aradaki fark bu. O diyor ki ‘CHP kadrolarında birileri diğerini engellemeye çalışıyor.’ Halbuki AK Parti kadroları diyor ki ‘Dışarıdan önümüze getirilecek engellere karşı hep beraber dimdik ayaktayız ve emanet devir teslimi yapıldığında kongrelerimiz veda kongresi olmuyor, vefa kongresi oluyor çünkü AK Parti bir vefa hareketidir, vefaya dayanmıştır, vefa ile yükselecektir” dedi. Kılıçdaroğlu’nun seçmenden 4 yıl istediğini hatırlatan Davutoğlu, “SSK genel müdürüyken ne yaptın ki başbakan olduğunda ne yapacaksın. Ülkeyi 4 dakikada batırırsın. Bu millet sana değil 4 yıl 4 dakika bile vermez” diye konuştu.
CHP’nin Diyarbakır’da düzenlediği bölge toplantısından CHP-HDP koalisyonu için sorular sorulduğunu anımsatan Davutoğlu, “Bu millet ne tür koalisyon olursa olsun, kendisini temsil edeni gözünden tanır. AK Parti’li her dava erinin gözündeki milli aşktan tanır, kimin milletin yanında kimin milletin karşısında olduğunu. Artık güneş doğmuştur. Diriliş ve yükseliş dönemi başlamıştır. 2015 Haziranı’na doğru giderken bu yükselişin izlerini göreceğiz” diye konuştu.
Son dönemde pek çok karanlık oyunun sahnelendiğini belirten Davutoğlu, “Gezi, 17-25 Aralık provokasyonları, zannettiler ki bu millet, milli iradeden taviz verir. Nasıl Balıkesir’de ayağa kalkan kuvayı milliye ruhu, bütün bu yiğitleri buluşturmuşsa, biz de milleti tek bir safta buluşturma gayreti içindeyiz” dedi.
Parti genel başkanlarına “Anadolu’yu dolaşma” çağrısını tekrarlayan Davutoğlu, “Bu çağrıya Bahçeli cevap verdi ama eksik cevap verdi. ‘Hadi Tunceli’ye gidin, Tuncelilerle kucaklaşın, onların gözünün içine bakarak konuşun’ dedim. Tunceli Valiliğinin bahçesinde konuştu. Hiçbir Tunceli’nin elini sıkamadan ayrıldı” dedi.