'Davutoğlu hükümeti Hilafet'in tesisinin önünü açmalı!'

'Davutoğlu hükümeti Hilafet'in tesisinin önünü açmalı!'

Yeni Akit yazarı Faruk Köse, 27 Ağustos'ta yapılacak olağanüstü kongre sonrası AKP'nin başına geçecek olan ve Başbakanlık görevini Tayyip Erdoğan'dan devralması beklenen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun kuracağı yeni hükümetin "Hilafet kurumunun yeniden tesisinin önünü açması gerektiğini" savundu. 

"Davutoğlu, Müslümanlara mutluluk vermeyen, güvenliğini sağlamayan “uluslararası sistem”e “başkaldırı” hamlesini gerçekleştirmelidir. Başkaldırının anahtarı, Hilafet’tir" diyen Köse, "Yeni hükümet 3 Mart 1924’te kabul edilen 431 No’lu “Hilafetin İlgasına ve Hânedan-ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun”u kaldırarak, Hilafet kurumunun yeniden tesisinin önünü açmalıdır" ifadelerini kullandı.

Köse'nin Yeni Akit'te "Küresel Sisteme Başkaldırının Anahtarı Hilafet’tir" yayımlanan (26 Ağustos 2014) yazısı şöyle:

Önceki günkü (24.08.2014) yazımda, “uluslararası sistemin canı Cehenmeme!” demiş ve yeni Başbakan Davutoğlu’ndan beklentimizi yazmıştım:

Bir yandan yolu açılan “ulusal sistem değişikliği”ni tamamlamak, öte yandan da artık taşınamaz ve çekilmez bir “talan ve zulüm mekanizması”na çoktan dönüşmüş olan “uluslararası sistem”in değiştirilerek müslümanlar ve tüm insanlık için adil bir hale getirilmesini sağlayacak adımları atmak...

Gerçekten de, artık uluslararası sistem dahilinde “bölgesel güç” olmaya çalışmanın çok da fazla önemi yoktur. Eğer Türkiye, “tarihi, kültürel, sosyal ve itikadi/fikri bağları olan bölgeler ve toplumlar”la, “sıkı bağlar” kurup “güçlü ilişkiler” içinde “etkin bir gelecek” inşâ etmek istiyorsa, -ki Sayın Davutoğlu’nun idealleri bu yönde-, ilk baştan “uluslararası sisteme başkaldırma”yı göze alıp bunu başarması lazım.

Zira dünyaya nizam veren “uluslararası sistem”in, aslında “Yahudi/Siyonist Sermaye Cuntası”nın çekip çevirdiği bir “talan ve zulüm mekanizması” olarak “İslam coğrafyası”nı nasıl bir bataklığa iteklediğini görüyoruz; sonuçlarını el’an hep birlikte yaşıyoruz. Bu nedenle, bataklıktan çıkararak “müslüman toplumlara onurlarını ve özgürlüklerini iade edecek bir motor güç” olma potansiyelini haiz Türkiye’nin hemen ve öncelikli olarak inşâ edilmesi, son derece “kritik ve önemli bir sorumluluk ve yükümlülük”tür.

Bunun için, öncelikle Türkiye’nin yeniden inşâ edilmesi, “toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerlerine uygun ve bu değerlerle barışık bir sistem/rejim”e kavuşturularak “küresel güç” olmasını sağlayacak şekilde güçlendirilmesi lazım.

Geldiğimiz noktada sorulacak esas sual şu: Bu nasıl sağlanacak? Uluslararası sisteme başkaldırmanın bir yolu var mı, varsa nedir?

İşte tam o noktaya parmak basmak istiyorum. Bu kapsamda son birkaç ay içinde çevremizde, bizimle “tarihi, kültürel, sosyal, itikadi ve fikri bağlar”ı bulunan bölgelerde vuku bulan bildik iki gelişmeyi hatırlayalım. Biri, birkaç ay önce hemen güneyimizde, IŞİD adlı silahlı örgütün ilan ettiği; diğeri de birkaç gün önce Batı Afrika’da, Nijerya’da Boko Haram adlı silahlı örgütün ilan ettiği “HİLAFET”tir.

Dikkat edin, dünya üzerinde, orada-burada dağınık halde, ezilmiş, sömürülmüş, birlik ve beraberliği bozulmuş, emperyalistlerin baskı ve işgallerinden bıkıp usanmış olarak yaşayan müslüman toplumlar, artık kurtuluş çaresi olarak, “Ümmet birliğinin siyasi-idari çatısı olan Hilafet”e ne kadar muhtaç olduklarının farkına varmışlar. Arayış içindeler. Her ne kadar bu örgütlerin “tepe yöneticileri hakkında kuşkular” varsa ve bazı eylemleri soru işaretleri taşıyorsa da, birbirinden çok uzak iki bambaşka bölgede Hilafet ilan edilmesi, aslında “küresel sisteme başkaldırının anahtarı”na işaret bakımından çok önemli.

Bu konuda dikkat çekici bir nokta da şu: Hem Irak-Suriye bölgesi, hem de Kuzeybatı Afrika, “Hilafet kültürü”ne aşina, tarihte Hilafete merkezlik etmiş iki nokta. Biliyorsunuz, Emevi ve Abbasi Halifeleri genel olarak Şam denilen “Irak-Suriye” bölgesinde hüküm sürdüler. Boko Haram örgütünün Hilafet ilan ettiği Nijerya’nın da içinde bulunduğu bölgelerin insanları ise, tarihte Osman b. Fudi’nin öncülüğünde 1812’de kurulan “Sokoto Halifeliği”nin egemenliği altında özgür ve adil bir hayatı yaşamışlardı.

Nijerya’da Hilafet ilan eden örgütün adı olan “Boko Haram”ın “Batılı eğitim haram” anlamına gelmesi ilginç bir ayrıntı. Zira, tarihte Nijerya merkezli olarak kurulan ve 1903’te İngilizlerin işgaliyle yıkılan Sokoto Halifeliği’nin üzerinde en çok durduğu konu, “eğitim”di.

Bugüne dönersek...

Müslümanlar için, Ümmet-i Muhammed için çok önemli ve asla vazgeçilemez, ihmal edilemez bir çatı kurum olan Hilafet’in, sağda solda faaliyet gösteren ve içyüzleri hakkında şüpheler bulunan örgütlerin oyuncağı haline getirilmesine izin verilemez. Bu durum, aynı zamanda Hilafet kurumunun ciddiyetini ve önemini de ayağa düşürür.

Bu nedenle, Davutoğlu yönetimindeki Türkiye, bir an önce 1924’teki “ihanet”i sonlandırmalı ve “tarihi sorumluluk”unu yerine getirerek, artık insanlara, özellikle de müslümanlara mutluluk vermeyen, güvenliğini sağlamayan “uluslararası sistem”e “başkaldırı” hamlesini gerçekleştirmelidir. Başkaldırının anahtarı, Hilafet’tir.

Bu kapsamda Davutoğlu Hükümeti, 3 Mart 1924’te kabul edilen 431 No’lu “Hilafetin İlgasına ve Hânedan-ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun”u kaldırarak, Hilafet kurumunun yeniden tesisinin önünü açmalıdır.

Anayasa’nın “İnkılâp kanunlarının korunması”na dair 174. maddesi ile “anayasal güvence” altında olmayan mezkur 431 sayılı yasanın kaldırılarak Hilafet’in kurulması, “yeni Türkiye”nin de, “2023 vizyonu”nun da temel taşlarının en temeli olmalıdır.