Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, "Sayın Erdoğan, şu an kendi damadının adını ağzına almıyor. Şimdi Naci Ağbal ile Lütfi Elvan'ı mı koruyacak... Bu insanlar susmamalı, Erdoğan bu insanlara da 'faizci' demişti. Eğer Merkez Bankası bilançosunu görüp de bir sonuca ulaşamıyorsanız, bu vahim bir tablodur. Bilançoyu anlamak için yardım alınıyorsa, başbakanlık da yapılmaz kusura bakmayın." ifadelerini kullandı.
Çin aşısına güvenle bakamadığını söyleyen Davutoğlu; "Aşı gibi toplumsal sağlığı doğrudan ilgilendiren bir hususta demokratik süreçlerin işlediği ülkelerdeki çalışmalara öncelik verirdim." dedi.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Karar TV’de Elif Çakır ve Taha Akyol’un konuğu oldu. Davutoğlu; Dış politikadan ekonomiye, erken seçim tartışmalarından KHK’lılara kadar birçok konuda görüşlerini paylaşırken Erdoğan ve Bahçeli’ye de sert eleştiriler yöneltti.
Davutoğlu’nun konuk olduğu Gündem Özel programından öne çıkan satır başları şöyle:
Ülkeyi yönetiyor olsaydım alternatif aşıların tümüyle ilgili bilimsel çalışmaların hepsini toplar değerlendirme yapardım ama aşı gibi toplumsal sağlığı doğrudan ilgilendiren bir hususta demokratik süreçlerin işlediği ülkelerdeki çalışmalara öncelik verirdim. Çin aşısına çok güvenle bakamıyorum. Nihayet Çin, bütün bu bilimsel çalışmaları tekelinde yürüten bir ülke. Bireysel özgürlükler konusunda demokratik ve şeffaf denetim süreçlerinden geçmemiş bütün sonuçlara biraz daha teenni ile yaklaşırdım.
Son dönemde Çin’e dönük özel bir kayırmacı ve hiçbir sorgulama olmayan bir yaklaşım var. Dolayısıyla bu bir güven ortamı oluşturmuyor. Son dönemde iktidar sahipleri, bir karar alırken en önemli kriter şu: İçerideki gücümüzü nasıl konsolide ederiz. İkincisi, buradan bize bir kaynak akar mı? Bize derken ülkeye kaynak akması başka, kendilerine yakın şirketlere bir kaynak akması ayrı bir şey. Çin ile ilgili beklenti Kanal İstanbul’un yapılması üzerine bir kaynak gelecek şeklinde hatta Kanal İstanbul yakınlarında belli alanların Çin’e bırakılarak bunun yapılacağı gibi tezler işlendi ki; bu ulusal egemenliği de ekonomik rantabiliteyi de yok eder.
Türkiye’den Çin’e tren yolu son derece doğru bir projedir. Dışişleri Bakanı ve Başbakanken de destekledim şimdi de destekliyorum. Orta Asya’dan Batı Asya’ya gelecek her yok bizim için faydalıdır. Türkiye buna destek vermeli. Ama buna destek verirken ‘Batı Çin’ diye adlandırdıkları Doğu Türkistan’ın sömürgeleştirilmesi üzerine yürüyen bir politikaya asla cevaz verilmemeli. İnsan hakları bağlamında da bütün dünya oradaki asimilasyona, soykırıma varan uygulamalara Türkiye’den ses çıkmaması önce AK Parti’nin sonra Erdoğan’ın bütün mirasının iflasıdır. Türkiye Cumhuriyeti açısından da ileride, aynen Fransa’nın Cezayir’deki politikaları nedeniyle sessiz kalması sebebiyle Özal’ın özür dilemesi gibi gün gelip birileri Türkiye’nin Uygur meselesinde sessiz kalmasından dolayı özür dileyecektir. Bir taraftan Aras nehriyle ilgili şiir okuyacaksınız ki; Azerbaycan meselesindeki politika doğrudur. Öbür taraftan Doğu Türkistan’dan Tibet’e, Himalayalara o dağları aşıp da Tayland’a, Malezya’ya inen Uygurların haklarını yok sayacaksınız.
İktidar kim olursa olsun Türkiye’ye dönük bir yaptırım uygulanırsa biz o iktidarın yanında bu yaptırımların karşısında net tutum takınırız. Bu tartışılmaksızın benimsediğimiz bir ilkedir ama bu yaptırımlara sebep olan dış politika anlayışını da ayrıca eleştiririz. Takip edilen dış politika rasyonel bir dış politika değil kişisel ilişkilere dayanmış bir politika. Trump gibi dengesiz bir kişi size ‘aptal olma’ diye bir mektup yazabilmiş ve siz de buna tepkisiz kalmışsanız bu sizin kırılganlığınızı gösterir.
Maalesef Washington’da, Brüksel’de, Moskova’da, Pekin’de oturanlar Erdoğan’ı artık çözdüler. Hangi şartlarda ne taviz vereceğini biliyorlar. O eskiden ‘one minute’ dediği zaman dünyanın dikkatini çeken Erdoğan yok. ‘Bu can bu tendeyken Rahip’i vermem’ dedikten birkaç ay sonra Rahip’i veren Erdoğan var.
Siyasi partilerin kapatılmasına esastan karşıyım. HDP ile siyasi anlamda anlaşmamız mümkün değil, terörle arasına mesafe koymadıkça… Ama ben bu mücadeleyi Diyarbakır sokağında veririm, Batman sokağında veririm. Bu bir siyasi mücadeledir. Diyarbakır, Batman, Van, Silopi sokağına inmeyip Ankara’da HDP’yi kapatmak üzerinden kendi kitlelerini konsolide etmeye çalışanlar teröre en fazla primi vermiş olurlar. Siyasi partilerin kapatılması yöneticilerin cezalandırılması değil sadece. Bir müddet sonra ona oy veren kitlelerin cezalandırılması anlamına gelir. Bir süre sonra o kitleler sisteme olan güvenlerini kaybederler. O kitleler ya terör örgütünün propagandasına açık hale gelirler ya da apolitik bir şekilde kenarda beklemeye başlarlar.
Burada da iki yüzlülük şurada: Aynı Bahçeli ve milletvekilleri Meclis’e gidiyorlar. HDP ile yan yana oturuyorlar. Sonra gidip İç Anadolu’da ve Karadeniz’deki bu konuda kaygılı seçmeni tahrik etmek üzere konuşuyorlar. Cumhur İttifakı iki yerde oy kaybediyor; Doğu ve Güneydoğu’da oy kaybediyorlar. Artık orada Gelecek Partisi ve HDP var. Yıllardır devlet bekası diyerek İç Anadolu ve diğer havzalardaki oylardan kopuyorlar. Şimdi buna karşı tekrar bir hamaset uyandırmak tekrar bir düşman yaratmak… Eğer bu konuda samimilerse gitsinler alanda siyasi mücadele yapsınlar. Onu da yapmayacaklar, bunu yapanların önünü kesecekler. Bu teröre verilen en büyük destek haline geliyor zamanla.
O zaman biz Sayın Merkel ile hem mülteci sorununu çözmek hem de vize muafiyetini getirmek yönünde adım attığımız zaman Alman ajanı durumuna düşürüldük bazı çeteler tarafından. Sayın Merkel 23 Nisan’da Türkiye’ye geldiği zaman bu konuda mutabık kalmıştık ve Haziran ayında kesinlikle çıkacaktı vize muafiyeti. Bize karşı yürütülen bazı operasyonların arkasında da aslında bunun net olarak ortaya çıkması vardı. Halbuki Sayın Cumhurbaşkanı bunu sahiplenseydi bu onun başarısı olacaktı. Sayın Merkel ile Sayın Hollande ile AB temsilcileriyle Haziran ayında bütün ülkelerin parlamentolarından geçmesi konusunda mutabakata varmıştık ama birileri bunun Türkiye’ye değil de şahsen başbakan olarak bana dönük bir başarı olarak görüleceği kaygısı… Bir kısmı Türkiye’nin demokratikleşme çabalarına engel olması bir de FETÖ’cü unsurların kendilerince hazırlık içinde olduğu 15 temmuz kalkışmasına engel olarak gördükleri için engellendi.
Sayın Erdoğan, şu an kendi damadının adını ağzına almıyor. Şimdi Naci Ağbal ile Lütfi Elvan'ı mı koruyacak... Bu insanlar susmamalı, Erdoğan bu insanlara da 'faizci' demişti. Eğer Merkez Bankası bilançosunu görüp de bir sonuca ulaşamıyorsanız, bu vahim bir tablodur. Bilançoyu anlamak için yardım alınıyorsa, başbakanlık da yapılmaz kusura bakmayın.
Türkiye'de mülkiyet hukuku ciddi bir tehlike altında. Sözleşme hukuku da öyle. Türkiye'de adeta çölleşti, sorunlarımız hem hukuki hem de ekonomik. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, anti-demokratik bir yapı. Bu sistem asla revize edilemez, çünkü demokratik bir başkanlık sistemi değil. Her şey yürütmeye tabi. Hukuk evrenseldir ama hukuku kontrol etmeye çalışıyorlar. İnsan temelli olmayan bir hukuk yaklaşımı olamaz. Her şey hukuk ile ilgili... O'cu ya da bu'cu hakim-savcılar olmayacak.