Başbakan Ahmet Davutoğlu, hükümetin, "Alevilerin taleplerini karşılayacak bir plan üzerinde çalıştığını, önümüzdeki günlerde harekete geçeceklerini" söyledi.
Davutoğlu'nun ev sahipliğinde Dolmabahçe'de gerçekleşen (19 Ekim 2014) Akil İnsanlar Toplantısı'na katılan isimler arasında yer alan Yeni Şafak yazarı Hilal Kaplan, toplantıda "Bir ateistin dahi din kültürü bilgisi sahibi olması zarurettir" diyen Davutoğlu'yla "aynı fikirde olmadığını dile getirdiğini" belirtti. Kaplan, "Seçmeli uygulamasına geçilmesi gerektiğini ve cemevleri meselesine bir çözüm getirilmesinin gerekli olduğunu" aktarması üzerine Davutoğlu'nun söz konusu plandan bahsettiğini açıkladı.
Kaplan'ın Yeni Şafak'ta "Kandil yalan mı söyledi?" başlığıyla yayımlanan (22 Ekim 2014) yazısı şöyle:
Geçtiğimiz Pazar günü, ikinci yılını doldurmak üzere olan çözüm süreci açısından hareketli bir gündü. Bir yandan MİT Müsteşarı Hakan Fidan, 6-7 Ekim Kıyımı sonrası ilk kez İmralı'daydı. Âkil insanlar ise, üçüncü kez ama bu sefer Başbakan Davutoğlu'nun ev sahipliğinde Dolmabahçe'deki çalışma ofisindeydi. Toplantı gece yarısına doğru ilerlerken, meğer peşmerge de Türkiye'nin belirlediği rota üzerinden Kobanê yolundaymış. Bu mevzua döneceğiz, önce toplantıdan bahsedelim.
Âkil toplantıların ilki 'göreve çağrı', ikincisi ise saha çalışmalarının raporlarını sunma üzerineydi. Peki, bu son toplantı? Cumhurbaşkanı Erdoğan kadar çözüm iradesinin arkasında olduğunu belirten Başbakan Davutoğlu, amacı puslu havayı dağıtmak ve ortak vicdanı harekete geçirmek olarak tanımladı. Her ne kadar toplantı tarihi daha önceden belirlenmiş olsa da, 6-7 Ekim Kıyımı'nın yarattığı büyük tahribatın bu çağrıya sebep olduğu aşikârdı.
Hükümet, olabilecek en üst düzeyde çözüm sürecini sahipleniyor. Başbakan'ın yanı sıra sekiz bakanın toplantıya katılması, toplamda 11 saat süren oturumlarda Başbakan ve kabinesinin herkesi dikkatle dinlemesi, içtenlikle cevap vermesi bunun göstergesi.
Ayrıca Başbakan'ın açılış konuşması da hem kuşatıcı hem de oldukça cesurdu. Örneğin Başbakan, çözüm sürecini tanımlarken 'bu topraklarda, bu toprakların insanları arasında' ifadesini kullandı. Yıllardır PKK meselesine 'kökü dışarda, sünnetsizler, vb' denilerek hüdayinabit bir oluşummuş gibi yaklaşıldığı için, bu ifade oldukça özgündü.
Yine, 'Silahlı unsurlar çıkmış olsaydı, Kobanê'ye yaklaşımımız farklı olurdu' diyerek, PYD'ye her türlü destekte bulunulmasının önündeki engelin Kandil'in tutumu olduğunu ifade etmesi önemliydi.
Bazı hükümet yetkililerinden, 6-7 Ekim olmasaydı, bu toplantıdan İzleme Kurulu'na sivil katkı yönünde bir karar çıkabileceğini ancak kamu düzeninin tesisi birinci öncelik haline geldiği için bu adımların şimdilik askıya alındığını öğrendim. Edindiğim izlenim, 6-7 Ekim Kıyımı'nın birincil sorumlusunun Abdullah Öcalan olduğunu düşündükleri yönünde. Bu minvalde Kobanê direnişi üzerinden faturanın hükümete kesilmesinden ve bedelin Türkiye halkına ödetilmesinden oldukça rahatsızlar. Ancak Öcalan'ın daha önceki olaylardaki tutumu olan 'izle ve gör' yerine, daha ilk günden müdahil olarak olayların önünü kesme ihtiyacı duymasını kendisinin de öngöremediği vahim bir sonuca yol açmasından kaynaklandığını düşünenler de var.
Fakat Başbakan, bu görüşte değil. Hoca, olayı bitirenin ne devletin gücü ne de Öcalan'ın çağrısı olduğunu düşünüyor. O'na göre olayların bitmesini sağlayan, toplumun sürece olan inancı ve ortaya çıkan vahşetin PKK tabanının da siyaseten altını oyduğunun fark edilmesi.
Tüm bu menfi gelişmelere rağmen hükümetin 'şerden hayır çıkaralım' tavrında olması takdir edilmesi gereken bir siyasî olgunluk seviyesine tekabül ediyor.
Toplantının en can alıcı noktası, Başbakan Davutoğlu'nun Eylül ayından bu yana çözüm sürecindeki kronolojiyi ortaya koymasıydı. Bu kadar açık şekilde Başbakan'ın bu kronolojiyi ortaya koyması devletin kamuoyu önünde şeffaf ve özgüvenli biçimde süreci ortaya koyarken, daha ketum tarafta kalanın PKK hareketi ve siyasî temsilcileri olduğunu gösteriyor.
Başbakan'ın sıraladığı kronolojiye göre Kandil, Türkiye içindeki tüm illegal faaliyetleri sonlandıracağı sözünü vermiş ama sonuçta 6-7 Ekim'de estirilen teröre önayak olmuş durumda. Sürecin iyiliğini gözeten herkesin bu iddiayı Kandil'e ve HDP yetkililerine sormaları gerekiyor.
Başbakan'ın anlattığına göre Eylül ayının ilk haftası, yol haritası ve takvimi çıkarılıyor. MİT Müsteşarı, İmralı'ya gittiğinde de yol haritası üzerinde mutabık kalınıyor. HDP heyetinden Pervin Buldan ve Sırrı S. Önder, yol haritasıyla Kandil'e gidip teyit alıyor.
10 Eylül'de Başbakan, Buldan ve Önder'i kabul ederek yol haritası belirlenmiş bir süreçte bile yol kesmelerin, haraç istemelerin, adam kaçırmaların devam etmesinin kabul edilemez olduğunu söylüyor. O görüşmede, 15 Ekim'e kadar PKK'nın tüm illegal faaliyetlerine son vereceği sözü veriliyor. Ancak ABD dönüşü HDP Eş Başkanı Demirtaş'ın 'Bundan böyle her yer Kobanê'dir' çağrısıyla IŞİD'e duyulan öfke sürece ve dindar Kürtlere kanalize ediliyor, 38 can başta kamu güvenliği alt üst ediliyor. Ardından Alman televizyonuna verdiği röportajda KCK yöneticisi Cemil Bayık 'gerillayı geri göndermek'ten bahsediyor.
Üstelik 6-7 Ekim öncesinde, 1 Ekim günü, Demirtaş ilk kez Başbakanlık makamında ağırlanıyor ve orada Başbakan, Demirtaş'a Kobanê'yle ilgili tüm seçenekleri sunduklarını ve red cevabı aldıklarını söylüyor. Demirtaş, ne TSK'nın ne Özgür Suriye Ordusu'nun ne de peşmergenin yardımını istememiş. Tamamen PKK'nın kontrolünde olacak şekilde silah yardımı yapılmasını talep ediyor. Doğal olarak hâlen ülkesinde militanları bulunduğunu bildiği bir örgüte de Başbakan bu yardımı yapamayacaklarını bildiriyor.
Üstelik Başbakan, Demirtaş'ı, 'Tezkere çözüm sürecine destektir. Meclis'te hayır oyu kullanmayın. Hayır derseniz yarın Kobani için yardım isteyemezsiniz' diye de uyarıyor ama nafile. Ve bugün, HDP'nin reddettiği tezkeredeki 'yabancı asker' maddesi sayesinde peşmergenin, YPG güçlerine destek için Kobanê geçiş yapması mümkün oluyor.
Yine de özelde Kobanê, genelde tüm Rojava'da askerî yöntemlerle halkı sindiren ve tekçileştiren PYD'nin peşmerge geçişinden çok da memnun olmadığı açık. Çünkü bu sayede Rojava'da silah yoluyla bertaraf edilen çoğulculuğun tesis edilmesi yönünde de bir imkân ortaya çıkmış oldu.
Bu minvalde peşmerge geçişini Türkiye'nin verdiği bir tavizden çok, hükümetin yardım için öne sürdüğü bir şartı -sanırım ABD baskısıyla- PYD'nin kabülünden söz edebiliriz. O yüzden bir aydır 'SOS Kobanê' derken, dün peşmerge geçişi gündem olunca 'SOS Şengal' denmeye başlandı. Yani 'peşmerge Irak Kürdistanı'nda kalsın, orda daha çok ihtiyaç var' iması yapıldı. Salih Müslim'den İsmet Hesen'e PYD yetkililerinin 'peşmergeye ihtiyaç yok' açıklamaları da bu rahatsızlığa işaret ediyor.
Toplantı boyunca, âkiller tarafından en çok dile getirilen talep, Öcalan'la sivil aracılar vesilesiyle iletişim kurulması oldu. Can Paker, geçtiğimiz Çarşamba 24 âkil insanın katılımıyla yapılan toplantıdan çıkan ortak bildirinin de bu yönde olduğuna dikkat çekti. Diğer bazı isimler de sürecin belirleyicilerinden olmasına rağmen, sadece Öcalan'la gazeteci görüşmesi yapılamadığını, sürecin sivil bir dokunuşa ihtiyaç duyduğunu dile getirdi.
Toplantıda Suriye krizi patlak verdiğinden ve Öcalan'ın 'İslâm bayrağı altında kardeşlik' vurgulu Nevruz 2013 çağrısından bu yana Alevi meselesinin başta İran-Suriye ve Almanya olmak üzere değişik devletlerce kışkırtıldığından da bahsedenler oldu. Ben de Başbakan'ın zorunlu din dersi meselesindeki görüşlerine katılmadığımı, seçmeli uygulamasına geçilmesi gerektiğini ve cemevleri meselesine bir çözüm getirilmesinin öneminden bahsettim. Başbakan da hükümetin, Alevilerin taleplerini karşılayacak bir plan üzerinde çalıştığını, önümüzdeki günlerde harekete geçeceklerini ifade etti.