İzmir’de ihraç edilen, haklarında idari ve adli soruşturma açılan akademisyenler 2017-2018 eğitim yılının ilk dersini yaptı. Prof. Dr. Ayşen Uysal, “Biz tüm bu baskı ve yıldırma politikaları karşısında dayanışma ve mücadelemizi büyüterek yolumuza devam edeceğiz. Bu yola devam ederken bu suça ortak olanları da unutmayacağız. Bu suça ortak olanları tarihe not düşmek boynumuzun borcu olacaktır. Zira onlar birlikte yaşamın, üniversitelerin ve bilimin köküne kibrit suyu koyanlardır. En az büyük karar alıcılar kadar suçludurlar ve bu suça ortaktırlar” dedi.
Eğitim Sen İzmir Üniversiteler Şubesi ve SES İzmir Şubesi ile birlikte Dayanışma Akademisini kuran akademisyenler 2017-2018 eğitim yılında açılış dersini yaptı. Tepekule Kongre merkezinde gerçekleştirilen Dayanışma Akademisi’ne katılım çok yüksek oldu.
Moderatörlüğünü Prof. Dr. Ayşen Uysal’ın yaptığı açılış dersinde Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü ve Ege Üniversitesi’nden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Lülüfer Körükmez ders verdi. Ünlü ‘Duygular, Düşünceler ve Barış için Akademisyenler’, dersi verirken, Körükmez ‘Akademide Toplumsal Cinsiyetin İcrası’nı anlattı.
Gazete Duvar'dan Nuray Pehlivan'ın haberine göre; Dayanışma Akademisi’nin önemine ve tarihine kısaca değinen Ayşen Uysal “Kürsüsüz kalan arkadaşlarımıza bir kürsü sunmak aynı zamanda birlikteliği, dayanışmayı güçlendirmek amacıyla çok sayıda kentte dayanışma akademileri kuruldu. Dayanışma akademileri üniversitelerin dışında da bilim yapılabileceğini göstermek için iyi bir fırsat olarak karşımızda duruyor’’ dedi.
Yeni bir gelişme olan iddianamede; dayanışma akademilerinin özel bir yerinin olmasının öncelikli hedefinin ise ‘dayanışmayı kırmak’ olduğunu söyleyen Uysal “Biz tüm bu baskı ve yıldırma politikaları karşısında dayanışma ve mücadelemizi büyüterek yolumuza devam edeceğiz. Bu yola devam ederken bu suça ortak olanları da unutmayacağız. Bu suça ortak olanları tarihe not düşmek boynumuzun borcu olacaktır. Zira onlar birlikte yaşamın, üniversitelerin ve bilimin köküne kibrit suyu koyanlardır. En az büyük karar alıcılar kadar suçludurlar ve bu suça ortaktırlar” dedi.
Barış Akademisyenlerinin, devletle toplum arasında ve toplumun kendi içinde özellikle 1915 ve 1938 yılları arasında varılmış ve aslında her gün kendini yeniden tekrar eden bir Türklük sözleşmesine karşı çıktığı için cezalandırıldıklarını söyleyen Ünlü şöyle devam etti: “Türklük sözleşmesi Türkiye’nin yazılı olmayan ama yazılı olanlardan çok daha etkili olan esas Anayasası’dır. Bu esas Anayasa kurumların işleyişinden, farkında olmadan yararlandığımız imtiyazlara hatta rüyalarımıza kadar şekillendirme işlevini görüyor. İşte bu sözleşmeye aykırı olan düşüncelerini dile getirdikleri için barış akademisyenleri cezalandırıldı. İnsanlar o zamanlar suçluluk duygusu hissediyordu ve o suçluluk duygusu onları böyle kitlesel bir şekilde harekete geçirdi.
Türklük sözleşmesinin ödüller ve cezalarla ayakta durduğunu söyleyen Ünlü sözlerini şöyle sürdürdü: “Eğer Türk’seniz hayatın her alanında Türk olmayanlara karşı avantajlısınız. Her zaman yükselebilirsiniz. En aşağıdan gelip en yukarılara çıkabilirsiniz. Türklüğün aynı zamanda manevi imtiyazları var. Haklılık ve normallik gibi. Eğer bu kategoriye girmiyorsanız manevi dezavantajlarınız vardır. Haksızlık ve anormallik gibi. Bu anlamda herkesin Türkleşmesi gerekir. Bunun için de bazı performanslar beklenir. Ana dili Türkçe olmayanlar için çok önemli bir performans bu, basit bir performans değil. Türk olmayanlar bilinçli bir şekilde Türklük performanslarını sergilerler. Bir Türk suyun içindeki bir canlı gibi bunun farkına varamaz. Fakat suyun dışından gelen bir canlı suyun kurallarını her zaman bilerek girer. Mesela bir Ermeni, bir Kürt ya da bir Yahudi. Yani akıntıya karşı yüzen kişi akıntının farkındadır’’
“Örneğin Kuşadası’nda 1935 yıllında bir polisin, Ermeni bir kadını koruduğu için İçişleri Bakanlığı tarafından milliyetinin araştırılması isteniyor. Yani bu tür uyumsuzluklar nadirdir. Böyle bir polis memuru zaten çıkmaz. Bu yüzden bir polis bunu yapabiliyorsa o polis memuru Türk olamaz. Türklük krizi Türklükten tümden kopuşu ve Türklüğü fark edişi anlamına gelmiyor. 1960’lı yıllarda Kürt ve Ermeni meselesi hakkında radikal bir pozisyon alan tek akademisyen İsmail Beşikçi idi. Bu anlamda İsmail Beşikçi Türklüğünün farkına varmış ve onun dışına çıkmış ilk Türk’tür. Yani suyun dışına çıkan ilk Türk”
Eşitlik, adalet ve özgürlük üzerinden “Akademide toplumsal cinsiyetin icrası” başlıklı konuşmasını yapan Yrd. Doç. Dr. Lülüfer Körükmez ise şunları söyledi “Eşitlik meselesi akademide toplumsal cinsiyet meselesini anlamak için yeterli değildir. Bu yüzden adalet meselesine de bakmamız gerekiyor. İster evli olsun, ister bekar olsun iş dışındaki bütün hayatında başka başka yükleri, rolleri var. Bunların işle bütünleştirilmemesi ve ayrı tutulması yaşam koşullarında bir kısıtlılığa yol açıyor. Dolayısıyla burada bir adaletsizlik var. Bu adaletsizlik eşitsizlikle üst üste biniyor. Yani biz akademide kadını tartışırken sadece nicel sayılardan bahsedersek önemli bir şekilde eksik kalır. İş dışı yaşamın birleştirilmesi ve entegre edilmesi çok önemli ve bunu kadınlar yine kendi mücadelesi ile gerçekleştirecektir’’ dedi.