Defne Joy Foster'ın ardınan kim, ne yazdı?

Defne Joy Foster'ın ardınan kim, ne yazdı?

T24 - Ünlü sunucu Defne Joy Foster'ın ölümünün ardından köşe yazarları da duygularını kaleme aldı.

İşte o yazılar:

Ahmet Hakan'ın Hürriyet gazetesinde "Defne'nin ölümü" başlığı ile yayımlanan (3 Şubat 2011) yazısı:

Ölüm geldi.

Apansız ve beklenmedik bir şekilde...

Çok kaba ve intizamsız bir şekilde...Ölüm geldi.Ve “şov” bitti.Artık laf sokmak, incitmek, sempatik ya da antipatik bulmak, söz oyunu yapmak, alay etmek, kafa bulmak “küt” diye devre dışıdır.

* * *

Şu tatsız rastlantıya bakın:Bir deyip bin güldüğü için...Dans yarışmasındaki yüksek enerjisini fazla göze soktuğu için...Daha dün hakkında “antipatik” diye yargıda bulunduğum o tuhaf soyadlı kız, “pat” diye ölüverdi. Oysa o yüksek yaşam enerjisi, o bir deyip bin gülme hali ve o hayata tutunma azmi ile ölüm arasında zerre kadar irtibat kurulamazdı.Ben de kurmadım.Her şey o kadar normaldi ki...Bir “şov yıldızı” ile kafa bulmanın meşruluğuna sığınarak ben de kaygısızca hafiften kafa buldum.Ama “ölüm” ertesi gün geldi ve hem pişman etti, hem de utandırdı beni.

* * *

Ne yapılır bu durumda?“Aslında çok sempatik bir kızdı” diye yazarak pişkinliğe mi vurulur?Sessizce ölüm fırtınasının yol açtığı dalganın geçmesi mi beklenir?Anlamsızca günah mı çıkarılır?“Dün antipatik diyordun, bugün kızcağız öldü. Acaba şimdi ne diyeceksin?” diye soran şapşallarla kalem kavgası mı yapılır?Açık söyleyeyim:Hiçbirini yapmak istemiyorum.Hiçbirini yapmak içimden gelmiyor.Çünkü...Ben de herkes gibi ölümün her şeyi ama her şeyi tersyüz eden gerçekliğiyle karşı karşıyayım.O kadar ki...Taktik peşinde koşmak, strateji izlemek, durumu kurtarma çabası içine girmek, çıkış yolu aramak bile fazlasıyla zevzekçe geliyor bana...

* * *

Zevzeklik yapmak istemiyorum.“Tatsız tesadüf” falan diyerek babacanlık yapmaya kalkışmak da istemiyorum.Sadece ve sadece...Yalın, içten, hesapsız bir şekilde üzülmek istiyorum.~Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil'in ünlü sunucu Defne Joy Foster'ın ölümünün ardından kaleme aldığı (3 Şubat 2011) yazı şöyle: - Defne Joy Foster öldü...

- Ahmet Altan’ın oğlunun evinde.

- Ahmet Altan’ı arayın.- Çetin Altan konuşur mu?- Deneyin, n’olur n’olmaz...- Babasını canlı yayına çıkaralım.- Amerikalı abi, kimbilir nerde...- E telefonla canlı yapsak?- Annesi geldi, onu çıkaralım.- Evliydi di mi, kocasını bulun.- Anne babası boşanmış, kendi evliliği de görünen o ki limoni, aile dramı yani, oraları kurcalayın inceden.- Mübarek’in konuşması vardı...- Bırak şimdi Mübarek’i filan...- Acun’u konuk alalım.- Çıkmaz, kendi programına çıkar.- Show Haber bağlamıştır çoktan.- Yıkılır bu hafta dans yarışması...- Yarışma bitirilsin mi, yoksa devam mı etsin, polemik başlatalım, ahaliye soralım.- Son dansını bulun.- Hüzünlü klip yapalım.- Veda konuşmasını verelim.- Ha bire didiştiği partneri vardı.- Rik.- Bulun onu, pişman mı, sorun...- Pascal Nouma’yı çıkaralım!- Partnerini de alsın gelsin...- Cıvıtma, Azra Akın’ı arayın.- Yüzücü vardı bi tane, olur mu?- Tan Sağtürk gelsin.- İki lafı bir araya getiremiyor o...- Şeyi getirsek, ikoncan kız hani.- Eda meda gibi bi şey...- Bak o şık olur, arayın...- Astımmış, doktor bulsak?- Morgdan canlı yayın yapalım.- Milletvekillerine soralım...- İster misin Bülent Arınç ağlasın.- Twitter, facebook yıkılıyor...- Armağan Çağlayan twitter’a “biri şaka olduğunu söylesin” diye yazmış, onu çağıralım.- Hürrem’i oynayan kızı çıkaralım.- Niye?- Ne bileyim abi, aklıma geldi.- Sanatçı menajerleri kuyrukta, şu şu isimleri isterseniz getirelim diyorlar...- Seçin aralarından, yedek.- İçki hap map işine girelim mi?- Ölmüş kız, üzülür şimdi millet.- Abartmasak, kısaca versek...- Öbürleri kesin köpürtür.- Vermezsek reyting çöker.- Ciddi ayaklarına yatan haber kanalları bile verdi şakır şakır, komedi dans üçlüsündeki adam çıktı, hatıralarını anlattı.- Emniyet’ten canlı yapalım.- Cenaze evinden de yapalım.- Cenaze töreni yarın galiba...- Sanatçı tayfasının alayı gelir.- Mustafa Sarıgül banko gelir.- En az üç-dört kamera izlesin.- Kahkaha atan jüri kimdi?- Saba Tümer.- Hah... Onu getirelim.- Bu sefer ağladı deriz.- Dramatik bi de müzik bulun.

*

İletişim fakültelerinden sık sık davet gelir, gazetecilik televizyonculuk işini anlatayım diye... Vakit darlığı nedeniyle hiçbirine gidemiyorum maalesef, diyeceğimi topluca burdan diyeyim.

*Limon satın...Bu işi yapmayın.~Kanat Akkaya'nın Hürriyet gazetesinde "Defne Joy’un ardından sınıfta kalan vicdan" başlığı ile yayımlanan (3 Şubat 2011) yazısı şöyle: DEFNE Joy Foster’ın ölüm haberi “inanılması güç” türden bir haberdi.

Gencecik, saatlerce dans edebilecek kadar sağlıklı, neşe dolu, reyting birincisi bir programın parçası, henüz 2 yıllık bir anne, toplum tarafından sevilen biriydi Defne Joy Foster.“Yok Böyle Dans” ile daha fazla tanınır hale geldiği doğru ama yıllardır gördüğümüz, aşina olduğumuz bir televizyoncuydu.* * *Ölüm haberini hurriyet.com.tr’de gördükten sonra kanallar arasında gezmeye başladım.Amacım biraz daha detaydı, her şeyden önce neden öldüğünü anlamaya çalışıyordum.Haber kanalları bu konuda büyük ölçüde (özellikle erken saatlerde) sınıfta kaldı.Bir kanalda spiker Tan Sağtürk’e “Peki kendini geliştirebilmiş miydi?” sorusunu yöneltiyordu mesela?El insaf! Sorulacak soru mu bu?Bir haber kanalı, Defne Joy’un kızı değil oğlu olduğunu 11.00 bülteninde ancak düzeltebiliyordu.Peh!* * *Ulusal kanallarda sabah kuşakları “Kadın Programı” adı altında çeşitli magazin figürleri tarafından parsellenmiş durumda.“Genç, popüler, sevilen, tartışılan, yeni anne olmuş bir kadın”, sürpriz şekilde ölüyor.Bu programlar için sizce dün sabah başka konu olabilir mi?Gördüm ki olabilirmiş.Kiminde yemek tarifi, kiminde “Onunla evlenme, bununla evlen” hikâyesi, kiminde dramatik yapısının genleriyle oynanarak ‘reyting’e çevrilen aile kavgaları...Bir kanalda sunucu “Yolcu Yolunda Gerek”i seslendiriyor, bir diğer kanalda “Sana En Önden Masa Ayırttım” şarkısı.Eller havaya, göbekler uçuşa!..Burada televizyon eleştirmeni kesilip “Yas yayınına niye geçmediniz?” babalanması yapacak değilim.Ama özellikle “kadın kuşağı” için, herkesin “Defne niye öldü?” sorusuna cevap aradığı bir sabahta başka konu aramaya gerek var mıdır?Mesela “Yumurta safra kesesine zararlı mıdır?” sorusu yerine, “Astım krizi nedir? Kalp krizini tetikler mi?” gibi sorulara cevap aramayı akıl edemedi sağlık programları.Zaaf mıdır, tembellik midir, refleks gösterememek midir bilemedim?!* * *Ancak...Bütün bu kargaşa içinde bir programı ayrı tutmak boynumun borcu.İki iyi magazinci Gülşen Yüksel ve Müge Dağıstanlı, Kanal Türk’teki “2. Sayfa” adlı programlarında Defne Joy’un dramını taze bilgilerle güncelleyerek dört dörtlük bir yayın yaptılar.Ne duygu sömürüsüne devrildiler ne de bol tekrarla reyting sağmaya çalıştılar.Ellerine ulaşan taze bilgileri, görüntüleri haberci mesafesini koruyarak başarıyla aktardılar seyirciye.Defne Joy’un pazar akşamı yarışmadan elenmesinden, duyanları hem üzen hem şoke eden ölüm haberine kadar geçen sürede neler yaşadığını Dağıstanlı ve Yüksel sayesinde öğrendik.* * *Defne Joy Foster.32 yaşında, arkasında 2 yaşında çocuğunu bırakarak öldü.Şöhret, yemek tarifleri, reyting raporları, ekran nikâhları... Hepsi kaldı.Sevenlerinin başı sağ olsun.Hürriyet yazarı Yonca Tokbaş'ın "Defne Joy beni mahvettin!" başlığı ile yayımlanan (3 Şubat 2011) yazısı şöyle: Güzelim gencecik kadına mı yanayım; annesine-babasına, eşine, ailesine mi, oğluna mı?

Kime, neye yanayım bilmiyorum! Ve çok perişanım... çok. Dün Mısır, iç savaş, aksayan işler, orada kalan çalışanlarımız, bir sürü vehamet o bu şu vesaire derken gelen bu inanılması güç haber, beni altüst etti. Allak bullak oldum. Olduk…hepimiz olduk. İzmir geldi aniden gözümün önüne. Gül sokak ve bir de Amerikan Kültür Merkezi’nin orası. Hep bu iki yerden birinde gördüm ben Defne’yi. Görmediğim zamanda da kahkasını duyup başımı çevirdim gözgöze geldim onunla. Gülümsedik birbirimize hınzırca. Kıvırcık saçları... ah o kıvırcık saçlarına bayılıyordum mesela... Hiç tanışmadım. Ama hep sanki afacan bir arkadaşımmışcasına tanıdım. Öyleydi Defne. Tanımadan tanırdınız. Hepimizin arkadaşıydı. Donuk, sönük, hep aynı, kopya kimlikler gibi duran bizlerin arasına sırıtarak giren harbi cesur, çılgın ve her nasılsa öyle bir kadındı Defne JOY! Hayran kaldım rahatlığına, her daim şarjı bol enerjisine. “Oh be!” dedim, “ En sonunda bir genç kadın çıktı işte; sıradışı ve gülmekten korkmayan, hop hop zıplayan...benim gibi!” dedim hatta içimden. Çok hareketli olduğum, çok konuştuğum için hep çok azar işittim etraftan. Hep dur, sus dendi bana da. O yüzden Defne JOY hiç susmasın istedim. Allah ne verdiyse konuşsun, gülsün, bıdı bıdı hayatımızda olsun istedim. O öyle oldukça, ben de kendimce kendimi iyi hissettim. Kendimi, garip ve yalnız hissetmedim... Çünkü ben de, çoğu zaman, bazen beni çok üzen, çok hırpalayan, çok yakan şeyleri yok saymak, unutmak, üstesinden gelmek için içimde biriken o tatsız enerjiyi; gülümsemeye, kahkahaya, dansa, koşmaya, insanlarla eğlenmeye akıtmayı seçtim. Belki o da öyledir, ondan bu kadar zıp zıptır, belki derdini iyi şeylere çevirme çabasındadır diye içimden geçirdim. İçindeki tatsız şeyleri tatlıya bağlamak için çenesine vuruyordur kalabalık cümleler, hızlı nefes almadan söylenen şeyler, enerjisi kendini aşıyordur dedim. Öyle hissettim. Kimbilir ne kadar kırılgan, ne kadar hassas bir insan diye düşündüm hep. Çünkü nedense her daim gülen, kahkaha atan, hayata dört elle sarılan, güçlümtrak olunca insan; hiç yıkılmaz, canı acımaz, kurşun geçirmez olduğunuzu varsayıp çok ateş açanınız oluyor. Ve siz ne kadar umursamaz dursanız da, aslında gece yattığınızda bunlar içinize çok oturuyor. Çünkü bu tip insan herkesin her dediğini, yaptığını hep çok önemsiyor. Hayata dair her şeyi çok önemsiyor. Herkes de sizin her şeyi kaldırabildiğinizi düşündüğünden, kalbinize yığın yapıyor. O yığın gönül ağrısı yapıyor bu da kırılgan kalbi çaktırmadan çok yoruyor. İstiyorsunuz ki, birileri de sizi siz söylemeden anlamış olsun. “Aman canım o halleder...” deyip üstünüze hayat yıkılmamış olsun. Yaşınız büyüsede, büyütmek istemediğiniz çocukluğunuzu koruyan, seven, saklayan birileri olsun... İşte o yüzden bu tip insanlar bence yaşları 32 olsa da, kalpleri 96 ymışcasına yorgun oluyorlar... Birilerinin bire bir yaşadığı hayatı, onlar dibine kadar içlerine çektikleri için, bire 3 yaşlanıyorlar... geldikleri sonsuz enerjiyle pıt diye erkenden gidiyorlar.

İnsanı gencecik yaşta yorgun kılan, insanların bu sizin olduğunuzu varsaydıkları hal ve bunun üzerinden yaptıkları ve yapmadıkları oluyor. İnsanı insan yıpratıyor. Defne JOY... En son dansından sonra ne demiş? “Çok güzel bir zaman geçirdim. Sizlerin beni sevdiği kadar, benim de sizi sevdiğimi bilin. Ve her zaman dediğim gibi, İyi eğlenceler...” Yonca“Joydaş”~Yüksel Aytuğ'un "Bir Defne yaprağının ardından" Sabah gazetesinde yayımlanan (3 Şubat 2011) yazısı şöyle:Hayatın günlük hayhuylarının aslında ne kadar boş ve anlamsız olduğunu nedense bize hep ölümler anlatıyor. Hayatın gerçek anlamını ölümün hatırlatması ne büyük bir ironi... Daha dünkü yazımın mürekkebi kurumadı. Şöyle yazmıştım: "Acun yarışmanın ikincisini yapmayı düşünüyorsa, Defne'yi mutlaka sunucu olarak kullanmalı..." Neden öyle yazdığımı bilmiyorum. Defne yarışmanın en eğlenceli tarafı olduğu için mi, ekran yüzünü pek sevdiğimden mi, onsuz yarışmayı eksik bulacağımdan mı?.. Ama şimdi anlıyorum ki, Defne, aslında bize hayatın 'yaşanılası' tarafını gösteriyordu. Günde 15 saat ekrana bakan bana, ıskaladığım 'hayatı' anlatıyordu. Defne neşeydi, Defne heyecandı, Defne muzırlıktı, Defne dobralıktı... Defne kendiyle dalga geçen, bazen dalganın ta kendisiydi. Defne, hayatın monotonluğunu kıran bir dalgakırandı... O gece dans performansında ne yaşarsa yaşasın, sahneden hep aynı çığlıkla ayrılıyordu: "İyi eğlenceleeeer!" Defne, hayatın eğlenceli tarafıydı... Defne yaprağı, balık ve et yemeklerine neden eklenir, bilir misiniz? Etin ağır kokusunu alsın diye... Defne Joy Foster da hayatın ağır kokusunu çekip alsın diye aramıza gönderilmişti sanki... Acun ne düşünüyor bilmiyorum. Bugünün acısı ve telaşı arasında bunu ona soramadım. Ama bana göre Yok Böyle Dans yarışması dün sabaha karşı bitti. Bence önümüzdeki hafta Yok Böyle Dans, ağırbaşlı bir anma törenine dönüşmeli ve finale kalan üç aday birinci ilan edilerek, yarışma sonlanmalı. Zira o stüdyonun her yerine, o ekranın her köşesine 'Defne kokusu' sinmişken, yarışma marışma olmaz! Altın kupa da Defne'nin oğluna verilmeli... Bu arada astım gibi ciddi bir rahatsızlığı olan Defne Joy Foster'ın böylesine yüksek efor gerektiren bir yarışmada mücadele etmesi ise başlı başına bir riskmiş. En iyisi, yapımcıların bu tür yarışmalar öncesinde adaylardan ciddi bir sağlık raporu talep etmeleri.

Reha Muhtar'ın "Defne Joy Foster... Kendini sevmeyen bir genç kadının öyküsü..." başlığı ile Vatan gazetesinde bugün (3 Şubat 2011) yayımlanan yazısı şöyle:

Dişimin apse yaptığı o Atina gününü hiç unutmuyorum...

25 yaşında falandım...

Yaşamın gerginliği, mesleğimin stresi, Atina gibi tehlikeli bir kentin göbeğinde Türk gazetecisi olmanın psikolojik yükü, vücudumun değişik yerlerinde “arızalar” ortaya çıkartıyordu...

O günlerde “yaşadığım hayatın yükü” dişlerimin üzerine binmişti...

Sık aralıklarla dişlerim apse yapıyor, inanılmaz bir ağrı başımdan beynime doğru zonklaya zonklaya yayılıyordu...

Gittiğim bir dişçi, dişimdeki enfeksiyonu tedavi etmesi için antibiyotik almamı söylemişti...

Altı saatte bir antibiyotik alıyordum...

Şişmiş ve davul gibi olmuş dişim fena halde ağrımaya devam ediyordu...

***

Akşam home office olarak kullandığım bürodan çıktım, bir yerlerde bir şeyler yemek istedim...

Ağrı yüzünden sabahtan beri hiçbir şey yiyememiştim...

Restorana gittim kendime bir şeyler ısmarladım...

Ismarladıklarımı beklerken, dişimin ağrısı yeniden nüksetti...

Belki o anda başlamış olsa idare ederdim, ancak o müzminleşen ağrı saatlerdir devam ediyor ve ben içimden “Tanrım yeter, bitsin artık bu ağrı” diye yakarıyordum...

Heyhat dişimde hiçbir etki bırakmıyordu bu yakarışlarım...

***

Sonunda baktım ki, hiçbir fayda vermeyecek bu yakarışlar, dişimin ağrısıyla benim gelecek yemeklerden de hiçbir tat almam mümkün olmayacak, garsonu şöyle “usta içicilere has bir el işaretiyle” çağırdım...

Seyirtti hemen yanıma...

Olabildiğince kalender bir tavır takınarak, “Sen” dedim, “bana bir karafaki Uzo getir... Yanında buz olmasın... Sadece soğuk olmayan su...”

Garson eski küçük gazoz şişelerini andıran bir karafaki uzo getirdi...

Uzoyu bol, suyu az koymasını söyledim...

Yunan uzosunun üstüne su gelince, aynı rakı gibi beyazlaştı...

Aldım kadehi elime cömert bir yudum aldım...

Ağrıyan arka dişimin üzerine getirdim, tutmaya başladım sıvıyı...

2-3 dakika üç dakika tutuyor, diş üzerindeki sızıyı alıyordum uzoyla...

Sonra da yutuyordum...

Üç dört kez bu ritüeli yineledikten sonra, yavaş yavaş dişimdeki sızının geçtiğini farkettim...

Dişim uyuşmuştu...

Kafam da hafiften uyuşur gibi olmuştu...

Sabahtan beri çektiğim diş ağrısı ve acısı geçmişte kalmıştı...

İçkinin etkisiyle ağrı gitmiş, moralim yerine gelmiş, hayallerin tetiklediği hafif trans haline bile geçmiştim...

***

O anda aklıma geldi, “içkiyle, antibiyotik alınmaz” lafı...

“Hadi be” dedim, “Bana bir şey olmaz... Ben idare ederim...”

Sonraki yıllar ne zaman dişim ağrısa, antibiyotik üstü rakı tedavisini yapmakta bir sakınca görmedim...

Bazen birileri bunu görür “ne yapıyorsun sen?” derlerdi...

“Bir şey olmaz... Rakı en fazla ilacın etkisini azaltır... Azaltsın, zaten bu saatte rakı dişteki ağrıyı alıyor...” derdim...

İlaç üzerine içki içerken “bize bir şey olmaz” duygusunun özgüveninde, fırtınalı ve bohem bir hayatı yaşadığım günlerdi o günler...

***

Dün gece Beyoğlu’nda bir barda arkadaşlarıyla bolca içki içmiş Defne...

Kronik astımı olduğundan, ilaç da alıyor...

Alkol ve ilaç gecenin bir saatinden sonra vücudunda neleri tetikliyorsa artık, hayatı deli gibi seven genç kadın daha 32 yaşında, aniden ölüveriyor...

Defne Joy Foster’ı anlatabilmek için, dün saatlerce onun kısacık hayatının derinliklerinde araştırmalar yaptım...

Arkadaşlarıyla konuştum...

Hepsi hayatı deli gibi sevdiğini söylediler bana...

Gece barda gördüğü arkadaşına “seni çok seviyorum” diye sımsıkı sarılmış...

Üzerinde hiçbir psikolojik problem görülmüyor son saatlerinde, kalp krizini ve ölümü tetikleyecek...

***

Hayatı sevmediğinden, hayata küstüğünden, hayatı kaldıramadığından gitmedi yani ölüme Defne Joy Foster...

Tersine dans yarışmasının ertesinde Survivor’a katılma anlaşması yapmış...

Yani hayat en azından işinde istediği gibi gidiyor, para kazanıyor, yeni projelere imza atıyor...

O zaman ne peki 32 yaşında gencecik bir kadını ölüme götüren gerçek?..

Defne Joy Foster hayatı seviyordu, ancak kendini yani öz benliğini sevmiyordu sanıyorum...

25 yaşının bohem Atina günlerinde antibiyotik üstüne rakı içtiğim saatlerde, ben de kendimi yeterince sevmediğimin farkında değildim...

Oysa kendisini sevmeyen insanların, “bilinçaltı vücutlarına zarar veriyordu...”

Bir insanın sigara içerek, zehir gibi dumanı sürekli içine çekmesi, ilaç alırken içki içerek hayata meydan okuduğunu söylemesi, aslında kişinin vücuduna gayet bilinçli bir şekilde zarar verme eylemiydi...

***

Kişinin kendini yeterince sevmemesi, kendi suçu değil bir çocukluk travmasıdır...

Daha fazla konuşacağım bir gün değil bugün...

Defne Joy Foster onu sevenler kadar kendini sevmedi, onu biliyorum...

Muhtemelen cennette kendisiyle barışacaktır...

Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun...

***

DEFNE ÜZERİNDEN İÇKİLİ YAŞAMLARA VURANLAR...

Cengiz (Semercioğlu) Defne Joy’un yakın arkadaşlarındandı...

Dün konuşurken, “İnternette Defne’nin ölümünün üzerinden içkili yaşamlara karşı bir saldırı kampanyası var gibi...” dedi, “Bu yaşam tarzı onu öldürdü’ türünden yorumlar yapılıyor” dedi...

Defne’yle ilgili yazımda açıkça yazdım...

Sigara tiryakileri, ilaçla içki alarak hayata meydan okuyanlar, gerçekte hayatı ne kadar severlerse sevsinler kendileri öz benliklerini yeterince sevmeyen kişiler...

Herkesin anne babasıyla ilişkilerinden ve kendi çocukluk döneminden kalan arızalar, bilinçaltına işlemiş kodlanmalar bunlar...

***

Bunları anlamak, kodlarını çözmek, insanlara kendini yeniden sevdirmek, kodlarını değiştirmek, şifrelerini çözmek ayrı bir şey, insanların yaşam tarzlarını mahkum edip, onları hedefe oturtmak apayrı bir şey...

Kendini özbenliğini yeterince sevmeyenler, hayatta sadece sigara ya da içki içmiyorlar...

Kendilerini ölüme götürecek silahlı binbir türlü macareya giriyorlar...

Yaşamı bir mutluluk kaynağı olarak görmek yerine kendilerine eziyet eden hayatlar yaşıyor, ölüm saçan ideolojilerin peşinden gidiyorlar...

Sonuçta kendi yaşamına ve öz benliğine yeterince değer vermiyordu ancak, hayatı cıvıl cıvıl yaşayan, dans etmesini, gülmesini, eğlenmesini, sevgi göstermesini ve almasını bilen ve yaşamı taptaze yaşayan bir genç kadındı...

***

Onun yaşama sevgisi, hayatı keyifle içmesi, gülerek ve gülümseterek yaşatabilmesi akıllarımızda kalacak...

Keşke dün Defne’yi internet sitelerinde hayat tarzı nedeniyle eleştirmeye kalkanlar, yaşamı o kadar sevebilseler...

Öylesine keyifle yaşayabilecek bir gustonun sahibi olabilseler...

Defne’nin ölümünden hayata sarılmaya çalışan bir yaşam biçimine vurmak, “Mazoşizm ve acıdan beslenen bir hayat tarzının, kuru sıkı kurşunlarına benziyor...”

Onun ölümünden, felsefi bir rant elde etmeye çalışanlar hala bilmiyorlar mı ki?..

Sigara ve içki içenler en fazla kendilerine zarar veriyorlar...

Esas hayatın keyfini sınırlayan dogmatik yaşam tarzları bütün insanlığa zarar veriyor...

Çünkü o kabız yaşamları savunanlar, kendilerinden maada, tüm insanlığı etki altına almaya çalışmaktalar...

Bu durumda Defne’cik kendi etmiş kendi bulmuş durumda mağdur bir genç kadındır...

İclal Aydın'ın Vatan gazetesinde "Planları değiştirmek" başlığı ile yayımlanan (3 Şubat 2011) yazısı şöyle:

Ben aslında bugün için yayımlamayı düşündüğüm yazıyı iki gün önce yazmıştım... Planım buydu... Ama Defne öldü.

Ben aslında geçen hafta çarşamba günü makarna pişirip; Muhteşem Yüzyıl‘ı izlemeyi planlıyordum ama tencereyi ocağa koyduğumda telefon geldi. Planım buydu ama ben dışarı çıkmak zorunda kaldım. Makarnalar suyun içinde kaldı...

Ben aslında tiyatroda kariyer yaparım sanıyordum ama hayat beni beklemediğim bir yere getirip bıraktı. Planım sadece sahnede kalmaktı ama sahnedeki hâlim 26 yaşında kaldı...

Ben aslında bugün İstanbul’da bir koli kitap teslim alacaktım ama şu anda Barselona‘da sörf yapanlara bakıyorum. Açılmamış mektuplar, paketler beni bekliyor...

Ben planlar yapıyorum ama hayat kafasına göre takılıyor... Ben de peşinden gidiyorum...

***

Genç ve neşeli insanların ölümü her zaman büyük bir şaşkınlık ve keder dalgası yaratır ki; Defne Joy‘un yaratmaması imkânsızdı...

İki yaşında bir bebek, hazırcevap neşeli bir genç insan, pırıp pırıl bir gülümseyiş... Defne hep okul kantinindeymişiz duygusu verirdi...

Onun erken biten hikâyesi hepimizin kendi içimize bakmamıza sebep oluyor...

Biraz da bu ürkütücü aslında...

***

Hiçbirimiz kendimiz için kötü demeyiz... Hiçbirimiz düzenli olarak kendimizi gözden geçirmeyiz... Planlarımızı uygulayacağımız uzun vakitler vardır... Değil hayatı, kaderi bile yönetebileceğimizi sanırız. İstediğimiz kadar en uzun yolun biletini aldık, cebimize koyduk diyelim, otobüsün şoförü “in“ dedi mi ineceksin işte...

Şu anda Barselona’da güneşli bir gündeyiz. Kafamızda önümüzdeki yıllar için yapmayı planladıklarımız... Listeler, telaşlar, dertler, hüzünler... Hiçbirinin, hiçbirinin zerre anlamı yok aslında... Rüzgâr tatlı tatlı esiyor ve güneşte ısınan yüzümüze üflüyor...

Güle güle git şeker arkadaşım...

Belki gittiğin yer buradan daha güzeldir. Ve belli mi olur, sanki hep burada kalacakmışım gibi yazdığım bu veda yazısının ardından belki de otobüsten inme sırası bendedir... Ne vakit olur bilmiyorum ama orada görüşürüz... Eminim o anda bile tebessüm ettirecek bir cümlen olacaktır... Seni çok seviyorum...

Hürriyet gazetesi yazan Cengiz Semercioğlu'nun "Eski bir dost" başlığı ile bugün (3 Şubat 2011) yayımlanan yazısı şöyle:

Dün sabah Mesut Yar’ın telefonuyla aldım haberi, bir süredir tartıştıkları Acun’un telefonunu istiyordu benden..

“Hayırdır” dedim...“Defne için başsağlığı dileyeceğim” dedi...“Ne diyorsun sen ya” dedim...“Haberin yok mu, Defne evinde ölü bulundu” deyiverdi.Bu tür durumlarda beyin en eskiye gidiyor, gidip arşivden en eski fotoğrafları, görüntüleri çıkarıyor.Defne’yi çok eskiden tanırım.Taa Kral TV’de VJ’lik yaptığı yıllardan. 19-20 yaşının delişmenliğiyle hayatımda gördüğüm en komik, en eğlenceli, en fırlama kızlardan biriydi.Sadece melez ten rengiyle değil, her şeyiyle farklıydı.Ortak grubumuzla bir dönem sabahlara kadar eğlenecek, Beyoğlu’nun bütün barlarını gezecek kadar yakın arkadaştık.Bir insanın enerjisi hep mi yüksek olur, 20’sinde neyse 30’unda da öyleydi... Hiç değişmedi...ışte son olarak dans yarışmasında hepiniz gördünüz...O özelliğini hiç kaybetmedi...Anne olduktan sonra bile...Ama o yıllar önce Star’da ünlülerin evine çat kapı girip çekmecelerini karıştırırken de öyleydi...Bazıları dün mırıldanmaya başladı, hemen ölümünü yarışmadan elenmesine bağlayanlar çıktı... Sanki Defne yeni bir şöhretmiş gibi.15 yıldır ekranda olan, oyunculuktan sunuculuğa pek çok işi başarıyla yapan Defne Joy için dans yarışmasından elenmek ne ki... Bugüne kadar reyting listelerinde birinci olan dizilerde de rol aldı, programları yayından da kalktı.Yani ekranda başarıyı da başarısızlığı da yaşamış bir televizyoncuydu...Dolayısıyla dansla gelecek şöhretten de, onunla gidecek popülariteden de etkilenmeyecek kadar ekranda tecrübeliydi.Ayrıca Acun’un iki ay sonra çekimlerine başlayacağı Ünlüler Survivor için düşündüğü isimlerden biriydi Defne Joy Foster...Defne de bu yarışmaya katılmaya sıcak bakıyordu.Ama artık ne dans yarışması, ne Survivor ne de başka bir proje...Ekranın en eğlenceli melezi yok artık.

Defne’nin ölümünü merak edenlere yanıt veriyorum

Defne Joy Foster’ın ölümü üzerine ilginç yorumlar, değişik sorular ortaya atılmaya başlandı. Buyrun hepsine yanıt veriyorum.Deniyor ki; Evli bir kadının gecenin o saati başka bir arkadaşının evinde ne işi var?Diyorum ki; Sana ne!..Deniyor ki; 1,5 yaşında bebeği varken gece vakti sokaklarda ne arıyor?Diyorum ki; Kime ne!..Deniyor ki; ışte dejenere yaşam budur, gençliğe kötü örnek oluyorlar.Diyorum ki; Sen de düzgün yaşam tarzınla örnek ol!..Deniyor ki; Demek 24 yaş altındakilere içki satılmaması doğruymuş, bakın ölümle bile sonuçlanıyor.Diyorum ki; Otopsi raporunu bilmeden konuşma. Bu üzücü olayı da yasakçı zihniyetinin zemini yapma.Sonra da ekliyorum...Defne’nin hayat tarzı Ayşe’ye, Mehmet’in hayat tarzı Ali’ye uymayabilir... Ama hepsine saygı göstermeliyiz. En başta da gencecik bir ölüme...