Vatan gazetesi yazarı Mutlu Tönbekici, T24 yazarı gazeteci Hasan Cemal’in “Delila: Bir genç kadın gerillanın dağ günlükleri” adlı kitabını köşesine taşıdı. Tönbekici yazısında, “Delila’nın günlüğünü hakikaten okumak gerek. Şimdiye kadar yazılmışlardan çok farklı. Bu seferki çok başka bir açıdan. Bu seferki en derinden...” dedi.
Mutlu Tönbekici’nin “Günlüklerin acı şahitliği: Delila” başlığıyla yayımlanan (8 Mayıs 2014) yazısı şöyle:
Günlüklerin acı şahitliği: Delila
Tarihi kazananlar yazar. Daha da fenası, kazanan “erkekler” yazar. Peki ya kadınlar yazsaydı? Savaşan, kaybeden, acı çeken kadınlar kaleme alsaydı “tarihi”?
***
Günlükleri her zaman çok daha ilginç, çok daha güvenilir bulmuşumdur. Tolga Örnek ve Feza Toker, Çanakkale Harbi’ni askerlerin mektuplarına ve günlüklerine dayanarak yeniden yazıp belgeselini yaptıklarında (Gelibolu, 2005) hafif çaplı bir deprem olmuştu Türkiye’de hatırlarsanız. Vay efendim sen kahramanlık destanımızı nasıl “çift taraflı” (ANZAC askerlerinin de mektup ve günlükleri kullanılmıştı çünkü) ve insanî açıdan anlatırsın diye... Belgesel, tek kelimeyle müthiş bir çalışmaydı. Feza Toker’in daha sonra çıkardığı “Gelibolu: Çanakkale Savaşı Gerçeği” (Ekip Film Yayınları, 2005) kitabı da olağanüstüydü. Acılı bir savaş olduğunu biliyordum ama çok çok acılı olduğunu görmek, farklı. Ne bir tarihçi ne bir siyasetçi bana bu “hüznü” geçirebilirdi...
***
Bugünlerde yine bir “günlük” okuyorum. “Delila: Bir genç kadın gerillanın dağ günlükleri” Çıkalı bir iki ay oldu. Sağda solda yazıldı. Ama ben geç okudum diye es geçmeye kıyamadım... Gerilla... Terörist... Bölücü... Vatansever... Hain... Bunlara takılmanın artık manası yok. Hangi sıfatı verirsen ver, “Delila” kod isimli PKK’lı Şenay artık “yok” zaten. Şenay, Silvanlı. Dağa çıkmış. PKK’ya katılmış. Dağda günlük tutmuş. Sonra bu günlük gazeteci Hasan Cemal’in eline geçmiş. Hasan Cemal günlükten çok etkilenmiş. Delila’nın hikâyesinin peşine düşmüş. Dağa çıkmadan önceki hayatını araştırmış. Ailesiyle, yakınlarıyla görüşmüş. Çoğu Kürt gibi Delila’nın da akrabaları, arkadaşları ya öldürülmüşler ya işkenceden geçmişler ya da bir gece ansızın kaybolmuşlar... Uzaktan baktığın zaman, liseli bir genç kızın günlüğü sanırsın. El yazısı, ifadeleri, dinledikleri, Türkçesi... Nasıl da tanıdık... Nasıl da düzgün düzgün yazmış. Nasıl da özenmiş o kareli harita metot defterine... Nasıl da süsler yapmış ara ara... Okurken düşünmeden edemiyorum. Silvanlı olmasaydı, Kürt olmasaydı, mesela benim mahallemde, Arnavutköy’de doğup büyüseydi... Senin benim büyüttüğüm, Tarkan dinleyen kızlarımızdan en ufak bir farkı olmayacaktı aslında. Onlar kadar umutlu, onlar kadar umutsuz, onlar kadar hayalci, onlar kadar duygusal, onlar kadar genç, onlar kadar delikanlı... Üstelik şarkı söylüyor. Şarkı söyleyen gerillaya çıkmış adı. “Dağların Sezen Aksu’su” da demişler... Ölü bir terörist olarak değil de bir şarkı yarışmasında yetenekli bir Kürt kızı olarak görecektik onu belki de... Peki bir Kürt kızından bir terörist nasıl çıktı? İşte herkesin sorması gereken bu. Delila’nın doğduğu Mescit Mahallesi’ne “terörist mahallesi” dermiş polis. 90’larda yüzlerce faili meçhul cinayet işlenmiş bu mahallede. Delila, amcasını, kapı komşularını, okul arkadaşlarını faili meçhullerde kaybetmiş. Her gün bir başka ölüm, her gün bir başka cinayet görmüş. Faili meçhul tabii lafın gelişi. Failin derin devlet olduğunu hepimiz bilmiyor muyuz... Devletin sunduğu tek hediyenin “ölüm” olduğu bir yerde büyümek pek kolay olmasa gerek. Silah sesleriyle, ölüm acısıyla, kan ve gözyaşıyla büyüyen bir çocuktan uslu bir vatandaş olmasını bekleyebilir miyiz? Delila’nın günlüğünü hakikaten okumak gerek. Şimdiye kadar yazılmışlardan çok farklı. Bu seferki çok başka bir açıdan. Bu seferki en derinden...