Demirel, Ağar'ın oğlunun nikâhına neden gitmedi?

Demirel, Ağar'ın oğlunun nikâhına neden gitmedi?

 

Yıldıray Oğur
(Taraf, 17 Nisan 2012)
 
18 Ağustos 1998 akşamı İstanbul Büyük Kulüp’te merakla beklenen bir düğün vardı. Düğüne ilgi o kadar yoğundu ki gelin ve damat bile arabalarından inip ancak 10 dakika yürüyerek salona ulaşabildi. Susurluk ilişkileri nedeniyle İçişleri Bakanlığı’ndan istifa eden ve bir süre önce de kızını kaybeden Mehmet Ağar oğlunu evlendiriyordu.
 
Nikâh şahitlerinden biri Kenan Evren diğeri Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’di. Nikâhı kıyacak isim ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan. İstanbul sosyetesinin, magazin dünyasının, iş dünyasının ve Ankara siyasetinin en önemli isimlerinin içinde olduğu 1700 kişi yerini aldı. En önemli davetli bekleniyordu. Düğün tarihinin bile onun programına göre ayarlandığı damadın şahidi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel.
 
Nikâhın başlamasına 20 dakika kala Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi’nden Mehmet Ağar arandı ve Demirel’in nikâha katılamayacağını bildirdi.
 
Programını düğüne göre yapan Demirel, Hacıbektaş’tan İstanbul’a dönmüş evinde oturuyordu. Düğüne 20 dakika kala gelemeyeceğini bizzat bile değil Özel Kalemi aracılığıyla bildirmek üzere aradığı Ağar’a mazeret olarak ne acil bir iş, ne de bir hastalık göstermişti. Sadece “yorgunum gelemiyorum” demişti.
 
Ağar’ın Susurluk bağlantıları nedeniyle Demirel’in bu düğüne gitmemesi yolunda cılız da olsa bir kamuoyu baskısı oluşmuş ama Demirel nikâhın başlamasına 20 dakika kalaya kadar gitmeme işareti vermemişti.
 
Demirel’in son dakika kararı düğünde şok etkisi yarattı. Şokta olanların başında Ağar geliyordu. Şaşkınlığını düğünde olan –olmasa şaşardık– Ertuğrul Özkök’e “Oysa düğün gününü bile onun takvimine göre birlikte belirlemiştik” diyerek belli etti.
 
Gazetecilerin meraklı sorularına Ağar’ın cevabı kısaydı: “Türkiye’de bir gelenek vardır. Gelen de sağ olsun gelmeyen de.”
 
O gün Demirel’i, tarihî programına göre ayarlanan, nikâh şahidi olduğu Ağar’ın oğlunun düğününe İstanbul’da olmasına rağmen 20 dakika kala neyin gitmekten vazgeçirdiğini öğrenmeden ne 28 Şubat’ın ne de Susurluk’un gerçek hikâyesini anlayabileceğiz.
 
Hazır böyle zor bir işe giriştik durumu biraz daha karışık hale getirmek için filmi biraz daha geriye saralım. Erbakan hükümetinin düşürülmesinin ardından 1997 yılı ekim ayı MGK toplantısına gidelim. Toplantıda çok kritik bir karar alındı ve devletin kırmızı kitabı Milli Güvenlik Siyaset Belgesi değiştirildi. Tehdit sıralamasında irtica terörün yerine birinci öncelikli tehdit haline getirildi. Kırmızı kitapçığa çok ilginç bir madde daha sokuldu: Suç örgütleriyle mücadele. Bu değişiklik askerin Susurlukvari yapılara mesafe koyması olarak yorumlandı.
 
Resmi Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın 5 Şubat 1998 günkü gazetelerde yer alan ünlü sözü tamamladı: “İrtica PKK’dan daha tehlikelidir.”
 
Peki, askerler niye bunu yapıyordu? Erbakan hükümeti zaten devrilmişti. Mesut Yılmaz ne isteniyorsa yapıyordu, devlet imam-hatipli kız öğrencilerin gösterilerine bile gazla müdahale ediyordu. Yine de herkes bu mesajların irticaya verilmiş sert mesajlar olduğunu zannediyordu. Kimsenin aklına esas mesajın PKK’ya verildiği gelmemişti.
 
Bir kişi hariç: Şam’da yaşayan Abdullah Öcalan. O mesajı almıştı.
 
Kasım 1997’de Serxwebun gazetesine yazdığı yazıda Öcalan da bu adımla verilen mesajdan memnuniyetini şöyle anlatmıştı: “Son dört beş yıldır PKK en büyük ‘tehlike’ olarak öndeydi, şimdi de İslam, yani Refah Partisi birinci tehlike olarak öne çıktı. Dikkat edilirse, şu andaki general kadrosu ‘Refah olayı 12 Eylül döneminde gelişti’ diyor. Yani dinin tırmanışı 12 Eylül’e bağlanıyor ve burada 12 Eylül’e tavır konuluyor. HADEP bir Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti gibi çalışabilir. Batı Çalışma Grubu nedir? Batı Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetidir.”
 
28 Şubat’ın askerlerinin desteğiyle kurulan Yılmaz hükümeti bir taraftan AB sürecini hızlandırırken, diğer taratan Susurluk tipi yapılara karşı mücadele veriyordu. Yılmaz bu uğurda burnuna bir yumruk bile yedi.
 
 
Demirel’in 20 dakika kala Ağar’ın oğlunun düğününe gitmekten vazgeçmesinden 13 gün sonra 1 Eylül Dünya Barış Günü Abdullah Öcalan ilk kez Türkiye merkez medyasından gazetecilerin de katıldığı (Genelkurmay’ın katılmalarına izin verdiği de denebilir) Med Tv’deki televizyon yayınına telefonla bağlanıp ateşkes kararını açıkladı.
 
28 Şubatçıların “Devleti değiştiriyoruz. Susurluk’a karşı mesafe alıyoruz” mesajı adresine ulaşmıştı.
 
Pek 28 Şubatçılar bunu niye yapmıştı?