Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila'nın görevi bırakmasının ardından vekalet eden yardımcısı Ercüment Erkul, 15 Temmuz darbe gecesi yaptırdığı yıldırım baskının parasının istendiğine yönelik iddiaları doğruladı. Erkul, yıldırım baskıyı Fikret Bila ile yaptıklarını belirterek, "Sürecin sonunda vekâletle yürüttüğüm, 3-4 gün önce 'böyle devam edelim' denilen görevim sonlandı. Kısacası “parasını öde”, doğacak zararları kabul et dediler" diye konuştu.
"Bana yöneltilen 'Basın meslek ve etik kurallarına aykırı davranış' suçlaması idari bir yapı tarafından yapıldıysa zaten bir kıymeti harbiyesi yok. Bana bu suçlamayı herhalde gazetecilik yapmış birinin yapabilmesi gerekir. Kaldı kı oda tartışmalı" diyen Erkul, "Çünkü bu suçlamayı yapanın en az benim kadar basın meslek ve etik kurallarını bilmesi ve özümsemiş olması gerekir. Ben bu değeri öylesine benimseyen bir gazeteciyim ki bildiğiniz gibi halen Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Denetim Kurulu'nda görev yapmaktayım" ifadesini kullandı.
Medyaradar'dan Alev Gürsoy Cimin'e konuşan Ercüment Erkul'un açıklamaları şöyle:
Öncelikle çok büyük geçmiş olsun. 15 Temmuz gecesi tüm yurtta büyük fırtına yaşanırken, siz de gazetecilik refleksi ile bir yıldırım baskıya karar vermişsiniz ama sonrası çok da iyi bitmemiş. Öncelikle o gece neler yaşadınız ondan başlayalım isterseniz? Milliyet Gazetesi Yayın Yönetmenliğini vekâleten yürütmeye başladığımın hemen ardından bir darbeyi kucağımda buldum. Tüm Türkiye’nin büyük kâbus yasadığı 15 Temmuz akşamı Milliyet Gazetesi ekibinin büyük riskler altında çok başarılı bir gazetecilik örneği verdiğini düşünüyorum. Bu sadece benim fikrim değil birçok kesimden gelen övgü ve mesajlar müsaadenizle bende kalsın. Saat 22.15’ten itibaren olaylar gelişmeye başladığında İstanbul ve Ankara milliyet ekibi çok kısa süre içinde görevlerinin basında toplandı. Saat 12.00 sularında uçaklar uçar, bombalar patlar, birçok gazeteci görevlerinin başına gelemezken biz nasıl toplanacağız sorununu aşmıs “bu geceyi nasıl atlatacağız” planlaması üzerinde çalışıyorduk. Bunlar neydi? 1. Basta Ankara olmak üzere “iletişim sisteminde bir kesilme olursa, nereden ve nasıl haberleşeceğiz” konusu. Özellikle meclisin dibinde bulunan Ankara büro çok büyük tehlike altındaydı. Nitekim ilerleyen saatlerde arkadaşlar büroyu Terk edip daha güvenli bir binaya sığındılar ve haberleri oradan bize ulaştırdılar. O günkü gazeteye bakarsanız en detaylı haberler Milliyet’teydi. 2. İstanbul’daki arkadaşlar görev yaparken can güvenlikleri konusunda nasıl tedbirler alacağız. Öyle bir ortam vardı ki, gazeteye gelirken bir arkadaşımızın suratına Mecidiyeköy’de silah dayamışlardı. Patır patır adam öldürülen köprüye biz muhabir gönderiyorduk. Haberci arkadaşlar eli titreyen genç arkadaşlara nasıl davranmaları gerektiğini anlatırken ne denli bir sorumluluk ve risk aldıklarını farkındaydılar. Ama bu görevi yapmaları gerekiyordu, çünkü onlar gazeteciydiler. 3. Baskı ve dağıtımı bir başka gazetenin matbaasında yaptığımız için iyi planlamamız ve çok geç kalmamamız gerekiyordu. Gazetenin sağlıklı basılabileceği saatleri belirledik ve mutabakatları sağladık. 4. Televizyon kanalları ve gazeteler birer birer baskına uğruyordu. Bir başka soru “bize de gelirlerse ne yapacağız” sorusu. Birinci ve diğer sayfalara el koymaları ihtimaline karşı bunların yedeklenmesi ve çalışmanın nerelerde sürdürüleceği konusunda tedbirler. 5. Gazetenin planlaması ve editörlere sayfaların dağıtılması. Öyle ya onlar da insandılar. Bir gecede her birinin en az dört sayfa yapmaları gerekiyordu. Hem de böyle bir gecede, içeriklerin çok daha didik didik incelenmesi gereken bir gecede. 6. Jetlerin uçuş patlamaları, otomattik silah sesleri ve sokaklara taşan kalabalıklardan gelebilecek tehdit altında toplam üç baskı yaptık. Soğukkanlı ve sağlıklı bakış acısıyla Türkiye tarihine geçecek (bunu ben söylemiyorum. Gelen tepkilerden aldığım bir cümle) örnek üç baskı. Demokrasi yanlısı tavır koyan başyazısıyla, 8 tam sayfa çok detaylı içeriğiyle taşra ve haberlerin daha da güncellestirildiği şehir baskıları. Üçüncüsü de Cumhurbaşkanı’nın televizyonlardan yaptığı açıklamaları kapsayan yıldırım baskı. Bu bölümü biraz açmamda yarar var. Birlikte çalışmaktan her zaman mutlu olduğum ve bu duygularımın karşılığının olduğunu her zaman hissettiğim Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila künyeden Pazartesi çıkacaktı. Erdoğan Demirören’le bu konuda mutabık kalmışlardı ve Demirören bu konuda beni de bilgilendirmişti. Her ne kadar ben vekâlet etsem, gazeteyi ben yapıyor olsam da Bila’nın katkısını ve desteğini hep yanımda gördüm. O gece de haberi duyar duymaz doğal olarak ilk birbirimizle konuşmuştuk ve gazeteye koşmuştuk. Her zamanki gazetecilik tecrübesi ve heyecanı ile hem “ne oluyor?” sorusunu araştırıyor hem de bize yardımcı oluyordu. Beraber yaptığımız değerlendirmede Milliyet olarak darbeye karşı çıkmak ve demokrasinin yer almamız gerektiğine karar verdik. Bila “demokrasinin yanındayız” başlıklı bir başyazı kaleme aldı. Üzerinde birlikte çalıştık ve gazeteye koyduk. Bu başyazı ve Milliyet’e yakışan birinci sayfa ile içerik, başta liderler olmak üzere bütün kesimlerden büyük takdir topladı. Milliyet için gecenin özeti budur. Sizi işten eden sürece nasıl gelindi? Büyük risk ve zorluklarla sabah saat 7.30 da çıkarak gittiğim evimde 3 saat uyuduktan sonra gazeteye döndüm. Döndüğümde gazetenin idari personeli bana “neden habersiz ve onaysız yıldırım baskı yaptırdığımı” sordu. Kendilerine yıldırım baskı konusunun tüm haberci ekiplerin mutabakatı ile alınabileceğini, böyle kritik günlerde yıldırım baskı yapmanın bu işin doğasında olduğunu anlattım. Hala kritik olan ikinci günü geçiriyorduk ve öyle görünüyordu ki böyle birkaç gün daha bu tempoda bu çalışmaları sürdürecektik. Saat 18.30 sularında genel müdür, insan kaynakları müdürü ve bir avukat beni toplantıya davet etti. “Biz bir tutanak hazırladık. Bunu imzalamanızı istiyoruz” dediler. Tutanakta özetle “yetkisiz olarak yıldırım baskı yaptığım. Gazeteyi maddi ve manevi zarara uğrattığım, doğacak zararları kabul ettiğim” yazıyordu. Kendilerine bu suçlamaları kabul etmediğimi, genel yayın müdürüne vekalet ettiğimi ve bu evrağı imzalamayacağımı” anlattım. “O zaman bunu imzalayın” diyerek bir başka kâğıt uzattılar. Kâğıtta; “Basın meslek ve etik kurallarına aykırı davranışlarınızdan dolayı is akdiniz 5953 sayılı Basın İş Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca 16.07.2016 tarihi itibariyle haklı sebeple fesh edilmiştir” yazıyordu. Yanı bir süredir vekâletle yürüttüğüm, 3-4 gün önce “böyle devam edelim” denilen görevim sonlanmış oldu. Kısacası “parasını öde”, doğacak zararları kabul et dediler. Suçlama kim tarafından yapıldı? Olayın yaşandığı günün ertesi günü yani 16 Temmuz. Benim dışımdaki gazete yönetiminde neler olduğunu, neler konuşulduğunu bilemiyorum. Ama bana yöneltilen “Basın meslek ve etik kurallarına aykırı davranış” suçlaması idari bir yapı tarafından yapıldıysa zaten bir kıymeti harbiyesi yok. Bana bu suçlamayı herhalde gazetecilik yapmış birinin yapabilmesi gerekir. Kaldı kı oda tartışmalı. Çünkü bu suçlamayı yapanın en az benim kadar basın meslek ve etik kurallarını bilmesi ve özümsemiş olması gerekir. Ben bu değeri öylesine benimseyen bir gazeteciyim ki bildiğiniz gibi halen Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Denetim Kurulu'nda görev yapmaktayım. Yıldırım baskının parasının sizden talep edildiği doğru mu? Yukarıda belirttiğim gibi imzalatmak istedikleri zabıt o anlama geliyordu. Sizin hatanız var mıydı bu konuda? Daha doğrusu yıldırım baskı böyle krizli gecelerde hata mıdır, yoksa yapılmalı mı? Gazeteciliğin gerçeği nedir? Sadece Türkiye’de değil dünyanın hiçbir medyasında “genel yayın müdürü yetkisiz yıldırım baskı yaptı” gibi bir iddia yoktur. Yıldırım baskıları haber üniteleri kararlaştırır ve uygular. Eğer saatler uygun ise bu kararlar doğal olarak gazetenin katmanlarıyla paylaşılır.
Ben meslek hayatımda Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan başlamak üzere yaklaşık 20’ye yakın yıldırım baskıda yer aldım, bunların bazılarını kendim yaptım. Son iki yılda Milliyet’te de Fikret Bila ile birlikte ses getiren yıldırım baskılar yaptık. Bana “neden yıldırım baskı yaptın” sorusu değil, yapmayan yayın yönetmenlerine “neden yıldırım baskı yapmadın” sorusunun sorulması gerekir.
Bu vesile ile ayrılmakta çok zorlandığım Milliyet’teki su katılmamış haberci arkadaşlarıma o gece için bir kez daha teşekkür etmeyi borç biliyorum. Başta milliyet olmak üzere gazeteleri yöneten meslektaşlarıma da “editoryal özgürlükten ödün vermemelerini, ödün veren medyaların tepelaklak gitmekte olduklarını hatırlatırım… Fikret Bila’dan sonra gazetenin kaptanlığı sizdeydi. Genel Yayın Yönetmenliği için de isminiz geçiyordu. Böyle bir olayla hemen yolların ayrılması sizi üzdü mü? Genel Yayın Yönetmenliği konusunda herhangi bir kariyer planım yoktu. Gerek Fikret Bila’nın “gazeteye benden sonra sahip çık ”yönündeki gerekse çalışma arkadaşlarımın ısrarlarını kıramadığım için bu görevi yürütüyordum. Böyle bir davranış biçimi karşısında tabii ki üzgünüm. Neden gazeteye genel yayın yönetmeni bulunamıyor uzun zamandır, yoksa gazete mi istemiyor? Bunun çeşitli nedenleri var. Ancak izin verirseniz bu aşamada gazetenin iç işleyişini ilgilendiren bu konuda bilgi vermem ve yorum yapmam yanlış olur. Peki 15 Temmuz gecesi yaşananlarla ilgili neler düşünüyorsunuz? Bu konuda benden bu aşamada siyasi bir yorum beklemeyin. Tabii ki söylenecek, yorumlanacak çok şey var. Ama takdir edersiniz ki çok hareketli 3-4 gün geçirdim. Saatler süren telefonlar ve yüz yüze “üzgün, şaşkın, dost” görüşmeleri nedeniyle yorgun düştüm. Benim için o gece, çok sevdiğim çalışma arkadaşlarımdan, zevk aldığım gazete yapmaktan ve bugün dahi benim için anlamı devam Milliyet’ten ayrılma günü olduğu için hatırlamak istemeyeceğim bir gece olacak. Bana yöneltilen suçlama konusunda ise hiç ciddiye almadığım için rahatım ve ailemle biraz dinleneceğim için mutluyum. Medyanın durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Medya öyle bir hale geldi ki artık ne gazete ne televizyon ne de Internet haber siteleri ile sınırlı. Adamlar nasıl darbe yapamadıysa ve ben hala bir darbenin yapılamayacağına inanıyorum. Siz de artık fikri bastıramazsınız. Ne yaparsanız yapın gerçek haberin kitlelere ulaşmasına engel olamazsınız.