Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklu olarak yargılandığı davanın duruşması, bugün başladı. Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya yarın devam edilecek. Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre Demirtaş, duruşmanın öğleden sonraki bölümünde, 6-8 Ekim 2014’te düzenlenen Kobani eylemleriyle ilgili konuştu. Demirtaş, 6-8 Ekim olaylarında Efkan Ala "Bizim kontrol edemediğimiz güvenlik güçleri var" dedi
Demirtaş, 2014’te Suriye’de IŞİD’in ilerlemesi ve Kobani’yi kuşatması nedeniyle hükümetle görüştüklerini söyledi. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun destek sözü verdiğini belirten Demirtaş, Davutoğlu’nun “Kürtler bizim kardeşimiz. Kobane’ye her türlü desteği yapmaya hazırız ne istiyorlarsa” dediğini aktardı.
Bunun üzerine eski PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in Ankara’ya davet edildiğini dile getiren Demirtaş, Qamişlo’da bulunan 20-30 araçlık bir yardım konvoyunun, Türkiye üzerinden Kobani’ye geçmesine izin verilmesi konuşunda anlaşıldığını söyledi. Konvoyun geçişine daha sonra izin verilmediğini kaydeden Demirtaş, “Bana verdiği mesaj şuydu, mealen: ‘Aldınız mı boyunuzun ölçüsünü, işte böyle bize muhtaç olursunuz Orta Doğu’da bizsiz yaprak kımıldamaz. Kürtler bizsiz hareket ederse başlarına bu gelir’. 6 gün önce konuştuğum Davutoğlu bu muydu, inanamadım” dedi.
HDP’nin hükümeti protesto eden MYK açıklamasından önce de eylemler yapıldığını söyleyen Demirtaş, “O gün, siyasi bir tavır açıklamamız gerekir düşüncesiyle o açıklama yapıldı. Öyle gösteri olacak, insanlar sokağa çıkacak, provokasyon gösteriler olacak, beklenti de bu değildi” diye konuştu.
Eylemler başladığında Figen Yüksekdağ’la birlikte HDP il ve ilçe örgütleriyle görüştüklerini ve “Bütün şiddet olaylarını durdurmak için elinizden ne geliyorsa yapın” dedikleri belirten Demirtaş, “Sırrı Süreyya Önder, neredeyse saat başı, İçişleri Bakanı Efkan Ala ile telefonda görüşüyordu. Nerede provokasyon varsa biz il-ilçe teşkilatlarımızı seferber ediyorduk, İçişleri Bakanı, oradaki güvenlik güçlerini seferber ediyordu. ‘Bizim kontrol edemediğimiz güvenlik güçleri var’ diyordu Efkan Ala’ ifadelerini kullandı.
Demirtaş: 6 Ekim’de tutuklanacaktım, cezaevi ayakkabımı satın aldım
Demirtaş, duruşmada şunları söyledi:
“Davutoğlu 1 Ekim’e randevu verdi. O dönemin DTK Eş Başkanı Selma Irmak ile birlikte, Başbakan’ı kendisinin verdiği randevu üzerine ziyarete gittik. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan bir de danışmanları toplantıdaydı, beş kişiydik. Uzun uzadıya gözlemlerimi anlattım. Uluslararası alanda olup bitenler, Kobane’de olup bitenler, ne yapılması gerektiği, önerilerimi, tek tek sıraladım. Kobane’ye niye Türkiye’nin destek olması gerektiğini anlattım. Kendisi de özetle şunu ifade etti: ‘Bizim hakkımızda öyle IŞİD’e destek olan hükümet algısı oluştu, bunu düzeltmemiz lazım.’ Dedim ki ‘Bu algıyı oluşturan biz değiliz, bütün dünya bunu bu şekilde algıladı artık, bu algıyı yaratan HDP değil.’ ‘Doğru’ dedi, ‘Siz değilsiniz ama bu algının kırılması lazım, bizim böyle bir IŞİD’e desteğimiz yok Kürtler bizim kardeşimiz. Kobane’ye her türlü desteği yapmaya hazırız ne istiyorlarsa.’
Karşılıklı gerilimlerin de olduğu bir toplantıydı ama nihayetinde şöyle bir uzlaşıya vardık, o Ahmet Davutoğlu hocayla: Ben dedim ki ‘Başbakanlık çıkışında bir açıklama yapacağım diyeceğim ki görüşme çok olumlu geçti, teşekkür edeceğim ve hükümetin yaklaşımı çok olumludur, inanıyorum ki bütün bu krizler sorunlar, çünkü çözüm süreci bitmek üzere öyle bir tıkanmış ki Kobane’ye kilitlenmiş. Hükümet gerekli duyarlılığı gösterecek, oradaki Kürtlerle de diyaloğa geçecek ve bu sorun kısa sürede çözülecek.’ Bütün mesele şudur; Kobane IŞİD’in eline geçebilir sonuçta, ama Türkiye buna göz yumdu ve öyle oldu şeklinde bir realiteyi biz kamuoyunun huzurunda gerçekleştirmemeliyiz. Türkiye destek olsun, IŞİD yine orada Kobane’yi ele geçirirse bilemeyiz. Ama nihayetinde Ankara’nın göz yumması hatta dolaylı destekleriyle oldu denmesin. ‘Tamam biz iki şey yapacağız’ dediler.
‘Birincisi Salih Müslim’i hemen davet edeceğiz Türkiye’ye, kendisiyle görüşeceğiz, talepleri nedir, beklentileri nedir, kendileriyle tartışacağız.’ İki gün sonra Salih Müslim Türkiye’ye geldi. Ankara veya İstanbul hatırlamıyorum basında vardır, görüşme gerçekleştirdi Dışişleri Bakanı müsteşarıyla. Detaylarını ben bilmiyorum fakat beklentilerini ifade ettiler. Fakat Ahmet Davutoğlu aynen şu şekilde konuştu: ‘Bizim onlardan taleplerimiz var, onların da bizden talepleri var daha önce de görüşmüştük, uzlaşacağımızı düşünüyorum biz ne gerekiyorsa yapacağız.’ Talep şu; Türkiye’den silah istemiyorlar, askeri destek istemiyorlar, o sırada Nusaybin’in karşısındaki Qamişlo’da kendilerinin 20-30 araçlık bir konvoyu var, yardım konvoyu. IŞİD o ara bölgeyi kontrol altına aldığı için Suriye topraklarından Kobani’ye ulaşamıyorlar, Türkiye’den bir koridor açmasını istiyorlar. Yani o konvoy Qamişlo’dan Nusaybin’e girecek, Türkiye sınırları içerisinden yaklaşık 100-150 km yol kat ederek Suruç’a gelecek, Suruç’tan Mürşitpınar sınır kapısından Kobani’ye gidecek.
Başka bir talepleri yok bunun üzerine Ahmet Davutoğlu bana aynen şunu söyledi: ‘Selahattin bey bu devlet Kürtlerin de devletidir, bunu gösterin buna ihtiyaç var tam zamanı’ dedi. Dedi ki ‘Ben Hakan Fidan’a talimat vereceğim, bu konvoyun geçişi için ne gerekiyorsa derhal yapsınlar, sizin de parti arkadaşlarınız bu konuda yardımcı olsunlar.’ Ben de dedim ki onun yanında Sırrı Süreyya Önder arkadaşımı görevlendireceğim. Kendisi Suruç’a geçsin Urfa milletvekillerimizle birlikte, sessiz sedasız bu yardım konvoyunun Türkiye üzerinden Kobani’ye geçişini planlasınlar. Uzlaştık tamam.
Yanılmıyorsam arkadaşlarım 4 gün Urfa’da beklediler her gün mütemadiyen beni aradılar, hükümetten arayan soran yok, valiyle kaymakamla görüşüyoruz kimsenin bilgisi yok. Günlerce bu diyalog sürdü. Sırrı Süreyya Önder arkadaşıma ilgili bürokratları arattım. IŞİD saldırısını her gün yoğunlaştırıyor ve Mürşitpınar Sınır Kapısı, bir hafta içerisinde IŞİD’in kontrolüne geçmek üzere 50 metre bu taraftan 50 metre diğer taraftan IŞİD gelmiş durumda. İnsanlar da izliyorlar savaş canlı yayında çıplak gözle izleniyor. Temas kuramadılar. Biz 6 Ekim akşamı olağanüstü MYK toplantımız vardı. Tek gündem Kobani değildi, başka gündemlerimiz de vardı. Toplantı halindeyken Suruç’ta bulunan arkadaşlarımız bir MYK üyemizi aramış, demiş ki ‘Mürşitpınar sınır kapısı düşmek üzere şimdi ne yapacağız.’
Başbakan konvoyun Türkiye topraklarından geçmesini kabul etti, ama Mürşitpınar kapısı düşerse o konvoyun artık geçme ihtimali de kalmayacak. Orada birkaç bin sivil kalmıştı, büyük bir çoğunluğu Türkiye tarafına alınmıştı. Onlar da bir kaç saat sonra katledilmiş olacaktı. Ne yapacağımızı tartışırken dedim ki ben, ‘Başbakan ile bir görüşeyim, durumun kritikliğini, vahametini anlatayım. Dedik ki bak, şu kısmı çok önemli: Biz 6 gün önce hükümete teşekkür ettik, sürecin olumlu olduğunu belirttik ve hükümete bu konuda çalışmalarda yardımcı olacağımızı benim ağzımdan Başbakanlık önünde açıkladık. Fakat aradan 5-6 gün geçti, hiçbir gelişme olmadı. Bizim bir siyasi tutum göndermemiz lazım. Hükümeti eleştiren bir şey yapmamız lazım, çünkü birkaç saat sonra katliam olduğunda, binlerce insan katledildiğinde, bizim tabanımız başta olmak üzere insanlar diyecek ki, ‘Oradaki katliamdan HDP de sorumludur. Çünkü HDP dedi ki, olumlu gelişmeler oluyor ve halkı rehavete sevk etti, hükümet de bir şey yapmadı, kandırıldık, IŞİD’liler de insanları katletti’. Bir siyasi tutum belirleyelim dedik.
Ne yapalım, acilen bir açıklama yayımlayalım, hem hükümeti protesto edelim hem de IŞİD’e karşı insanların protesto hakkını kullanmasını isteyelim, siyasi tutumumuzu şu saatte açıklayalım dedik. Suruç’ta büyük bir miting organize edelim. İmkanlar nedir, araştıralım, koşullar var mı, kalabalık, kitlesel bir miting yapmak için Urfa teşkilatlarımızla görüşelim, Urfa vekillerimizle görüşelim. İlgili arkadaşlar gerekirse gitsinler, sahada araştırsınlar, bölgesel, büyük bir mitingle biz kamuoyunun tepkisini orada ifade edelim, olabildiğince kalabalık olsun. Dünyanın dikkatini sınırda büyük bir mitingle çekelim, valilikle, kaymakamlıkla görüşülsün, koşullar hazırlansın. Başbakan ile ben görüşeyim dedim. Bunları konuştuk, bu arada özel kaleme, Başbakanlık ile telefonla bağlanması için bilgi vermiştim, özel kalem içeri girdi ve Başbakan hatta dedi. Ben toplantıdan çıktım. Toplantıya ara verdik, çıktım. Tam 11 veya 12 dakika, telefondan bakmıştım, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile konuştum. Önce şunu söyledi başlarken, ‘Bu konuşmayı kamuoyuna kapalı yapıyoruz’, tabi ‘Sayın Başbakan benim için problem değil’ dedim. Acil bir görüşme olduğu için toplantıdan çıktım hatta.
Şimdi burada açıklıyorum, yargı konusu olduğu için açıklıyorum. Yoksa öyle kamuoyuna kapalı görüşme ilkesel olarak kamuoyuna açıklanamaz. 12 dakika boyunca Başbakan’a durumu anlatmaya çalıştım. Tabii Ahmet Davutoğlu Hoca, öyle dinlemeyi çok seven biri değil, daha çok konuşur. 12 dakikanın 3-4 dakikası ben konuştum, geri kalanında onu dinledim.
Bana verdiği mesaj şuydu; aşağı yukarı, tırnak içinde belirtiyorum, mealen; ‘Aldınız mı boyunuzun ölçüsünü, işte böyle bize muhtaç olursunuz Orta Doğu’da bizsiz yaprak kımıldamaz. Kürtler bizsiz hareket ederse başlarına bu gelir. Hadi bakalım şimdi ne yapıyorsunuz.’ Mealen buydu. İnanamadım. 6 gün önce konuştuğum Davutoğlu bu muydu, inanamadım. ‘Ya ne diyorsunuz Sayın Başbakan’ dedim. ‘Biz ne konuştuk, nereye geldik, siz 6 gündür ne tartıştınız kendi içinizde? O konvoyun oradan geçmesini beklerken siz bana neler söylüyorsunuz.’ ‘Böyle Selahattin Bey’ dedi. ‘Yarın olsun, bir daha bakarız, yarın değerlendiririz’ dedi. Dedim ki, ‘Basite alıyorsunuz Sayın Başbakan, insanlar sizden destek bekliyor. Ben çıktım teşekkür ettim. Destek olacağınızı açıkladınız. PYD Eşbaşkanı’nı çağırıp burada görüştünüz, bir uzlaşmaya vardınız. Yapmayın mesele çok kritik, bu kadar basite almayın. Lütfen bu akşam, boş bir kamyon bile olsa oraya gönderin, orada olacak şeylerin sorumluluğu çözüm sürecini berhava etmesin. Ahmet Davutoğlu, Orta Doğu fatihi edasıyla ‘ne haliniz varsa görün’ havasındaydı. Telefon görüşmesi bitti ve moralim bozuk bir şekilde toplantıya geri döndüm, arkadaşlara anlattım. Budur dedim, arkadaşlar da dedi ki, ‘Biz de bu arada yazılı kısa bir açıklama yapmışız.’ Davaya konu açıklama budur. Ama o gün, siyasi bir tavır açıklamamız gerekir düşüncesiyle o açıklama yapıldı. Öyle gösteri olacak, insanlar sokağa çıkacak, provokasyon gösteriler olacak, beklenti de bu değildi.”
Tüm bu olaylar devam ederken, 7 Ekim öğleden sonra başladı, akşam yoğunlaştı, 8 Ekim’de de öğlene kadar yoğun devam etti. Bu süre zarfında biz ne yaptık? Örgütlenmeden sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız Ali Ürküt, ben ve Figen Hanım (Yüksekdağ) koordinesinde saatlerce il ve ilçe binalarımla görüşme yaptık; ‘Aman aman, bütün şiddet olaylarını durdurmak için elinizden ne geliyorsa yapın.’ Hepsinin tanığı var, dinleteceğim burada, bir kısmı dışarıda bekliyor.
Aynı saatlerde, Sırrı Süreyya Önder arkadaşımı Ankara’da, bu çalışmalar kapsamında bizatihi görevlendirmiştim, hükümet ile temasta. Neredeyse saat başı, İçişleri Bakanı Efkan Ala ile telefonda görüşüyordu. Nerede provokasyon varsa biz il-ilçe teşkilatlarımızı seferber ediyorduk, İçişleri Bakanı, oradaki güvenlik güçlerini seferber ediyordu. Efkan Ala’yı da çağırmanız lazım. ‘Bizim kontrol edemediğimiz güvenlik güçleri var’ diyordu Efkan Ala. ‘Ama bu provokasyonu başka türlü, el ele vermezsek engelleyemeyiz.’ Ben de, doğrudan görüşmüyordum Efkan Bey ile Sırrı Süreyya Önder aracılığıyla görüşüyorduk. Katılıyorum, büyük bir provokasyon var. Koordineli olalım, el ele olalım, bilgi akışı sürekli olsun aramızda. Nasıl durdurabiliyorsak hızlı bir şekilde, her yerde elimizden geleni yapalım.
Ama saatlik, yarım saatte, 15 dakikada, en geç 2 saatte bir bakanla telefon trafiği kuruyorduk. Şurada şu patladı, burada bu oldu, burayı siz halledin, burayı biz halledelim. Çözüm sürecini yürüten heyettedir aynı zamanda İçişleri Bakanı. 8’i akşamını çıkardıktan sonra evet tablo ağırdı, tam önümüzde tablo yoktu. Vahametin, vahşetin boyutu tam görünmüyordu ama takip edebildiğimiz kadarıyla onlarca kişi katledilmiş, bir sürü işyeri yağmalanmış, yakılmış, yıkılmış ve ne olacağı da belli değil. Güvenlik güçlerinin kontrolünden çıkmış. 8 Ekim’de olaylar gelişince, bakanlıkla kurduğumuz anlayış gereğince İmralı’dan, yetiştirseydiler o akşam, 8 Ekim’de yapacaktık fakat 9 Ekim sabahı yetişti, 9 Ekim’de yaptık. Neredeyse yüzde 99 durdu. Çünkü 9 Ekim için hepimiz çok tedirgindik.
Akşam saatlerinde, hava kararmıştı ama saatini tam hatırlayamadım, tanıklara sorarsak hatırlayacaklardır. Sırrı Süreyya Önder beni aradı. Büyük bir telaş panik hali, öfkeli, ‘Bingöl Emniyet Müdürünü vurmuşlar’ dedi. Bakın, büyük bir çaba sarf etmişiz. En son İmralı’dan Abdullah Öcalan’ın açıklaması gelmiş, onu da okumuşuz olaylar durdu, Ya Rabbi çok şükür demişiz, akşam saatlerinde Bingöl Emniyet Müdürüne suikast haberi geldi. Provokasyon o kadar büyük ki İçişleri Bakanı, hükümet, Başbakan, Cumhurbaşkanı o sırada kendi aralarında değerlendiriyorlar. Yani bu provokatörler vazgeçmeyecek, biz bütün bu olayları durdurmamıza rağmen, demek ki birileri ille de bu kanı dökeceğim kardeşim diyor. Sırrı Bey dedi ki ‘Efkan Ala beni aradı -daha basına düşmemiş, Sırrı Bey bana bilgi verdi- ‘Ne yapabiliriz’ dedim, dedi ki Efkan Ala bizden şunu istiyor; o sırada bizim Kandil ile görüşmelerimiz var, heyetlerimiz gidiyor geliyor fakat acil, çok acil durumlarda kullandığımız bir iletişim mekanizmamız var. Suriye’de, Erbil’de güvendiğimiz bir siyasetçi üzerinden, acil bir durum olursa çözüm süreci kapsamında, biz kendilerine haber gönderebiliriz, onlar Ankara’ya haber gönderebilirler. İki defa kullandık o mekanizmayı çözüm süreci boyunca; biri 6-8 Ekim olaylarında, diğeri de hendek-barikat sürecinde, yeri geldiğinde anlatacağım. ‘Efkan Ala bizden şunu istiyor’ dedi; Kandil’den çok hızlı teyit alabilir misiniz, Bingöl Emniyet Müdürü’ne saldırı eylemi onların mıdır? Merkezi bir karar mıdır, ateşkesi bozdular mı? Bu bizim için çok önemli. Beyefendi de Bakanlar Kurulu’nda değerlendirme halinde. Eğer ateşkesi bozdularsa süreci bitirdilerse biz buna göre bir tavır alacağız. Yok, bu eylem onların değil başka bir şeyse tavrımızı buna göre alacağız ama çok hızlı öğrenmemiz lazım. Bu gece yarısı ne yapacağız, ne edeceğiz, saat 9-10 olmuş. Dedim ki o mekanizmayı kullanalım.
Aradık Erbil’deki arkadaşı. Dediler ki ‘Çok zor, Kandil’e ulaşmamız ve size geri dönmemiz.’ Dedim ki çok çok önemli. Hükümet bunu bekliyor. Kürdistanlı bir siyasetçidir. Yani öyle kimliğini şey yapmak istemiyorum ama orada bir siyasetçidir kendisi. Tahminen bir saat veya bir buçuk saat geçti, telefon üzeri ulaşmış. Bana verdiği bilgiyi ben de Sırrı Süreyya arkadaşımıza anlattım, kendisi Efka Ala’ya doğrudan aktardı: ‘Bingöl’deki saldırı yüzde 100 bizimle bağlantılı değildir. Bizim eylemimiz değildir. Çözüm sürecini bitirmeye yönelik bir provokasyondur. Ateşkesi bozmuş değiliz. Çözüm sürecinin arkasındayız.’
Cümle cümle, gelen sözlü mesaj buydu. Aynı kelimelerle aktardım, kendisi de Efkan Ala’ya aktardı. Sırrı Süreyya Önder diyor ki, ‘Ben Efkan Bey’e aktardığımda bir oh çekti, dedi ki öbür türlü olsaydı hiç içinden çıkamazdık. Bir taraftan provokasyon var, bir taraftan da PKK eylemleri yeniden başladı. Bu, durumu iyice içinden çıkılmaz hale getirirdi. Çok geçmedi, Başbakan Davutoğlu çıktı bir açıklama yaptı; ‘Emniyet Müdürümüzün ve şehit arkadaşlarımızın intikamı alındı, 4 PKK’li teröristi Bingöl çıkışında öldürdük.’ Davutoğlu’nun açıklaması.”