Demirtaş: Burası dördüncü koğuştur abim, kaderde ikinci adresimiz

Demirtaş: Burası dördüncü koğuştur abim, kaderde ikinci adresimiz

“Böyle olmasını istemezdik ama hep olurdu.”

Dünyanın bütün Kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batımında sararan kuşlar dönerken 'Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku'nun da yazarı olan İlhami Algör, OT dergisinde bir yazı dizisi başlatır. İlk yazarı kendisi olan, ‘Film İcabı’ isimli bu seride Algör, başta edebiyatçılar olmak üzere tüm misafirlere, hafızalarında yer etmiş 'film icabı’ anlardan, sahnelerden hareketle ortaya çıkan çağrışımları paylaşmaları için çağrı yapar. İlk cevap da bir yıldan uzun süredir Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’tan gelir.

'Yol', 'Sürü' ve 'Arkadaş' gibi kült filmlerde imzası bulunan, aynı zamanda da oyuncu olarak birçok kişinin sevgisini kazanan Yılmaz Güney’in ‘Duvar’ filminde yer alan çocuk mahkumlardan birinin güçlü olanlar tarafından sıkıştırılmasıyla başlayan hikayesinde HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, Ot derginin ocak sayısı için şunları kaleme aldı: 

"Mekanların ve koşulların “hafıza" ile doğrudan bir ilişkisi olduğunu artık kuru bir önerme olarak değil, bir tecrübe olarak biliyorum. 

Malum mekanımız nohut oda, bakla sofa dediklerinin sadece 'nohut' kısmına denk geliyor. Mekan nohut hacminde, zaman da geniş olunca hafıza yoldaşınız oluyor, olmalı da. 

Dışarıdayken bu soruyu böyle mi yanıtlardım emin değilim ama içeride film sahnesi denince aklıma doğrudan mapushane filmleri gelmekte…

Tatar Ramazan, 72. Koğuş ve birçok filmden bölük pörçük cezaevi sahneleri. Batı sinemasında bir mekan olarak cezaevleri 'kötü'dür. Bir iki karakterin dışında orada gördüğünüz herkes 'iyi ki oradaymışlar' dedirtir. Cezaevi, 'korkunç'tur, 'caydırıcı'dır. Görevliler açısından tam tersi bir durum söz konusudur; sadece birkaçı kötü, diğerleri nötr insanlardır. 

Oysa bizim sinemamızda mahkumların içinde birkaç kötüyü mumla ararsınız ki bunların da hakkından gelinir genellikle. Herkes iyi, çoğu mazlum ve mağdurdur. F tipi ve yüksek güvenlikli alçak standartlı cezaevleri zulmü başlayana kadar mahpushanelerimizin filmlerde uyandırdığı etki "biraz da ben yatsam" dedirtecek kadar cümbüşlüdür. Çalınan sazlar, demlenen çaylar, efkarlı, cığaralı sohbetler vb. 

Bunun sebebi yönetmenler ya da sanat yönetmenleri değildir. Ülkemizin adalet kurumu üzerindeki tarihsel ve haklı şüphelerdir sanırım ama konumuz bu değil. 

O halde izlediğim en gerçekçi ve unutulmaz cezaevi sahnesini paylaşabilirim. 

Sahne, ülke sinemamızın en gerçekçi üretimlerinden, Duvar filminden.

Çocuk mahkumlardan birini daha güçlü olanlar sıkıştırmaktadır. Cezaevinde büyük bir isyana yataklık edecek tüm haksızlıklar buram buramdır. İşte bir çocuk bu şiiri okumaya başlar.

burası dördüncü koğuştur benim abim bak camları yoktur kırıktır ne bacası tüter ne de sobası her neyse benim abim ver bir cigara zuladan yanalım

İspiyoncular devreye girerler ve şair çocuk sorguya alınır. Önce şiirin ilk kıtasını okur. Müdür ve gardiyanlar o kısımda bir fenalık bulamazlar. İspiyoncular”esas komünistliğin" şiirin devamında olduğunu üstelik de devlet büyüklerimize hakaret edildiğini söyleyince ikinci mısra da okunur,

burası dördüncü koğuştur benim abim ikinci adresimiz allahımızı sorarsan adı gardiyan cafer lakabı kel onbaşı peygamberimiz desen oda ekip başı her neyse benim abim ver bir cigara zuladan yanalım

burası dördüncü koğuştur benim abim kaderde ikinci adresimiz. Ve ardından dehşet bir falaka sahnesi.

Büyük usta Yılmaz Güney sürgünde "yerli ve milli" bir zindan yaratmak konusunda çok sıkıntı çekince birkaç kamera darbesiyle elin mekanını millileştirmiştir. Bir genel anons hoparlörü, bir soba borusu ve kırık camlar, üşümüş çocuklar…

Ben filmi sıradan bir şekilde izlerken "kaderde ikinci adresimiz" mısrasına takılıp kalmıştım. Şiirin tamamını bu mısranın yüzü suyu hürmetine öğrendim. 

Siz bu soruyu keşke dışarıdayken sorsaydınız, ben de size Ankara’da, şimdi “Ankamall" olan yerde eskiden ‘Sürü' diye bir film çekildiğini ve Vesikanlılarla Halilanlıların kan davasına kurban edilen kadın trajedisini bu topraklara en iyi anlatan sahne olduğunu anlatırdım. Büyük ustalar Tuncel Kurtiz, Tarık Akan, Melike Demirağ’a ve Zeki Ökten ile Yılmaz Güney’e saygı tazeleyerek."