BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesi Rojava’da PYD ile çatışan El Nusra cephesine üye dokuz kişinin Ceylanpınar’da bir evde kaldığını söyledi. Demirtaş, "Ben bir partinin eş genel başkanıyım, Ceylanpınar’a giremiyorum. El Nusra çeteleri silahlarıyla birlikte giriyor" diyerek, bu desteğin Türkiye'nin bir yandan Salih Müslim ile görüştüğü dönemde yapılmasının diplomasiyi boşa çıkarttığını söyledi.
Taraf gazetesinden Güler Yılmaz'ın haberinde Selahattin Demirtaş’ın öne çıkan ifadeleri şöyle:
Son dönemlerde El Nusra çetesinin Halep’in kuzeyinden çekilmesi orayı kendine bir üs yapma isteği, petrol bölgelerinin orada olması, bazı uluslararası güçlerin durumudur. Suriye Kürdistanı’na, Rojava’ya dönük bir saldırı başlattılar. El Nusra’nın, El Kaide’ye bağlı güçlerin bugün Kürt bölgelerine saldırmasının hiçbir gerekçesi yoktur. “Cihad” adı altında kendi toprağında olan insanlara bu güçlerin böyle yapmasının hiçbir meşru dayanağı olamaz. Türkiye El Nusra’yı desteklemediğini söylüyor. Ama Ceylanpınar sınırı El Nusra’ya açıktır. Yani bunu bizzat bir görüşmede ben bir bakana söyledim. Bunun aksini iddia ederlerse ben şu an size adresini verebilirim. 9 El Nusra üyesi şu anda orada bir evdedir. İstiyorsanız hemen gidelim bakalım Ceylanpınar’da. Ben bir partinin eş genel başkanıyım, Ceylanpınar’a giremiyorum. El Nusra çeteleri silahlarıyla birlikte giriyor. Eylemini yapıyor, geri çıkıyor ya da hangi ailelerin desteklediği belli. Açık açık isim isim belli. Türkiye’nin bir yandan Salih Müslim ile görüşmesi bir yandan da bunları yapması bu diplomasiyi boşa çıkarıyor.
Bu hafta içinde arkadaşlarımız hükümetle bir görüşme yaptı. 1 Eylül öncesi yapılan bir görüşme olması nedeniyle önemliydi. Fakat bu görüşmede de ikinci aşamaya dair ciddi bir mesafe kat edildiğini söyleyemeyiz. Hükümet zamanı hoyratça kullandığı için ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. KCK bu tarihi kafasından uydurmuyor. Bu tarihler İmralı’da Abdullah Öcalan ile heyet arasında konuşulmuş tarihlerdir. Bu tarihler tehdit, şantaj olsun diye ifade edilmedi. Herkesin önünü görebilmesi için takvimlendirmeye ihtiyaç vardı. 1 Eylül bu şekilde zikredildi.
Hükümetin kendi demokratikleşme programını açıklaması ve 15 Ekim’e kadar da bir çalışmanın yürütülmesi gerekiyordu. Bu niçin önemliydi? Ortadoğu’daki gelişmeleri görüyorsunuz. Türkiye, Kürt sorununda çok daha ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalabilir. Takvim bu açıdan zorlayıcıdır. Türkiye’nin iç gündemi de bir müddet sonra yerel seçimlere kilitlenecek. Çıkarılması gereken yasalar var. 1 Eylül’e sayılı günler kala hükümetin yaklaşımı umut vermekten uzak. İlk başlarda Abdullah Öcalan’la devlet heyetinin yaptığı görüşmelerde birinci aşamadan kastedilen PKK gerillalarının yüzde yüzünün sınır dışına çıkması değildi. PKK sözünde durmamış falan değil, orada ne konuşulduysa pratikte uygulanıyor. Takvim de böyle ifade edilmişti, çekilmeler devam ediyor, çatışmasızlık yüzde yüz devam ediyor. Şimdi hükümetin çıkıp yüzde yüz çekilmediler diye bir tartışma başlatması doğru olmaz. Velev ki hiç çekilmediler, Türkiye demokratikleşmeyecek mi?
Anadilde eğitim, anayasa meselesidir. Anayasada da AKP, CHP, MHP ilk üç madde konusunda (devletin resmî dili, anadilde eğitim konusunda) anlaştılar. 82 Anayasası esas alındı. Bu son hâli değil. Ama son hâli bu şekilde olursa biz asla bu anayasaya evet demeyiz. Anadilde eğitimin çözülmediği bir ortamda Kürt sorununun yüzde 99’u duruyor demektir. Çünkü Kürt sorunu, dil meselesidir ve anadilde eğitim mesele-sidir. “Anadilde eğitim yoktur, olmayacak” demek, “Ben Kürt sorununu çözmüyorum, Kürtlerle alay ediyorum” demektir. AKP içinde de bir kesim rahatsızdır. Demokrasiye inanan herkes rahatsız. Uzun süre bu söylemi sürdüremezler.
Öcalan, en küçük bir umut kırıntısından yola çıkarak süreci ilerletmek için çaba sarf ediyor. İmralı’da yapılan görüşmelerde onu görüyorum. Kandil, Öcalan’ın dışında tek bir cümle söylememiştir. Biz ikisiyle de görüşüyoruz. Öcalan, “Şu andan itibaren hükümet bana bir enstrüman, kullanılacak bir araç gibi yaklaşamaz. Bunu heyetle de defalarca görüştüm diyor. “Ben burada kullanılabilecek bir araç, enstrüman değilim, bir halk önderiyim” diyor. Stratejik yaklaşım dediği budur. Bunun değiştirilmesinin göstergesi de kendisinin dış dünya ile temasının özgür bırakılması.
AKP’nin demokrasi çıtası son derece düşük. Bu bir sorundur. İkincisi AKP’de Türk İslamcı bakış açısı nedeniyle Kürt sorununa yaklaşımda sıkıntılar var. Üçüncüsü bölge dengeleri göz önünde bulundurularak Kürtleri ve PKK’yi daha etkili bir aktör haline dönüştürme kaygısı var. Bunlar AKP’nin adım atmasını engelleyen şeyler.